II. Dünya Savaşında futbolun gizli tarihi: Ajax ve savaş yılları

“Ajax, Hollandalılar ve Savaş: Avrupa’nın en karanlık dönemi olan II. Dünya Savaşında futbolun ilginç hikâyesi” ile ilgili…

Vedat LEVENT Spor
3 Ekim 2012 Çarşamba

Sevgili okuyucularımız;

Bu hafta “Futbol Asla Sadece Futbol Değildir”, “Ajax, Hollandalılar ve Savaş”, “Futbolun Şifreleri” gibi spor literatürüne çok önemli eserler kazandırmış olan dünyaca ünlü spor yazarı Simon Kuper’i sayfamızda konuk etmenin mutluluğunu yaşıyoruz. Bu yazının sayfamızda yayınlanması için büyük uğraşlar veren ekip arkadaşımız Rıfat Karaköy’e teşekkür ederiz. 

ŞALOM SPOR EKİBİ

 

Osmanlı Yahudileri 1920’lerde, imparatorluğun çöküşünden sonra toplu halde Paris’in belirli mahallelerine göç etmişlerdi. Çocukken Paris’in doğusunda, bu mahallelerin birinde yaşardım. Bir gün bu mahallelere yolunuz düşerse, günümüzde hala büyük büyük babalarının yıllar önce yerleştiği apartmanlarda oturan ailelerle karşılaşabilir ve şaşkınlığa düşebilirsiniz. Sokağımızdaki cafelerin ‘Bosphore’ ya da ‘Constantinople’ gibi isimleri vardı. Çinliler gelip tekstil işini Yahudilerin elinden alana kadar bu cafeler varlığını sürdürdü. Daha sonra maalesef el değiştirdiler.

Türk Yahudilerine hep hayran oldum. Çoğunluğu Müslüman nüfusa sahip bir ülkede yüzyıllar boyu huzur ve mutluluk içinde yaşamanız her zaman dikkatimi çekti.

Cemaat gazetenizde yazımı yayınlamak istemeniz benim için bir gurur kaynağı. Aşağıda sizler için kaleme aldığım yazı İkinci Dünya Savaşında futbolu konu alan kitabımla ilgilidir. Kitap dilinize Ithaki Yayınları’ndan 2004 yılında ‘Ajax, Hollandalılar ve Savaş: II. Dünya Savaşında Avrupa’da Futbol’ olarak çevrilmiştir.  - Simon Kuper

 

SİMON GAD KUPER kimdir?

(15 Ekim 1969; Kampala), Yahudi asıllı Britanyalı yazar. Futbol hakkındaki yapıtlarını antropolojik açıdan oluşturmaktadır.

15 Ekim 1969’da Uganda’da doğan Kuper, Güney Afrikalı ebeveynleriyle beraber küçük yaşlarda antropoloji dalında akademisyen olan babasının Leiden Üniversitesinde çalışmaya başlamasıyla Hollanda’nın Leiden şehrine yerleşti. Daha sonraları Stanford, Kaliforniya, Berlin ve Londra gibi şehirlerde yaşayan ve amatör olarak futbol oynayan Kuper, Oxford Üniversitesi’nde “Tarih” ve “Almanca” eğitimi aldı.

Yaşadığı ülkelerde futbol oynarken, çeşitli dergilere ve gazetelere futbolla ilgili makaleler yazdı. Bir gün aklına futbolla ilgili kitap yazmak geldi ve bunun için dokuz ay süren bir seyahate çıktı. Kuper, birçok ülkeden birçok teknik direktör ve futbolcuyla görüştü. Görüşmelerini hikâyelere dönüştürüp 1994 yılında İngiltere’de Futbol Asla Sadece Futbol Değildir (Football Against the Enemy) adlı kitabını yayımladı. Bu kitapla İngiltere’de yılın en iyi spor kitabı ödülünü kazandı.  The Observer ve The Guardian için köşe yazıları yazan Kuper, bugün Financial Times’da köşe yazarlığı yapmaktadır..

Ajax taraftarı olduğunu dile getiren Kuper, 2003’te Ajax-Hollandalılar ve Savaş (Ajax, the Dutch, the War: Football in Europe during the Second World War) adlı kitabını yayınladı. 2009 yılında Stefan Szymanski ile birlikte Futbolun Şifreleri (Soccernomics) adlı kitabı piyasaya sürdü. 2012 Haziran’da da Futbol Adamları kitabı Türkiye’de yayımlandı.

 

 

Hollandalı değilim. Ancak ben altı yaşındayken babam küçük bir Hollanda şehri olan Leiden’den  iş teklifi almıştı. Bu sebepten ötürü okul yıllarımın çoğunu Hollanda’da geçirdim.  Hollandalılar’ın direniş hikayeleriyle büyüdüm. 1970 ve 1980’lerde bile sanki II. Dünya Savaşı’nın ruhu etrafımızdaydı. Mahallemizin tekel dükkanının sahibi olan yaşlı amcanın savaş esnasında Nazilere karşı oluşturulan yerel direniş hareketinin lideri olduğunu, hergün beraber futbol ve kriket oynadığım arkadaş canlısı torunundan öğrendiğimde çok şaşırdığımı hatırlıyorum.

Okuldayken hep Hollandalıların savaş esnasında ‘goed’ yani ‘iyi’ oldukları mitiyle büyüdüm. Almanlardan sakladıkları Yahudilere erzak götürmek için Almanlara yanlış istihbarat verip tren istasyonunun ters tarafına yönlendirdikleri türden hikayelerden bahsediyorum.

1986 yılında hayata atılmak için Hollanda’dan ayrıldım. Büyüdüm ve Hollandalıların direniş hareketiyle alakalı bir kitap yazdım. 2000 yılında Flemenkçe yazdığım bu kitap, daha sonra 2003 yılında bir yayınevi tarafından İngilizce’ye çevrildi. Şimdi ise Amerika’da Ajax, the Dutch, the War: The Strange Tale of Soccer During Europe’s Darkest Hour (Ajax, Hollandalılar ve Savaş: Avrupa’nın En Karanlık Dönemi Olan II. Dünya Savaşında Futbol’un İlginç Hikayesi) ismiyle yayınlanıyor.

Yazmaya başladığımda şunu farkettim (eminim ki birçok Hollandalı da kitabı okuduklarında farketmişlerdir): Çocukluğumda bana anlatılan savaş hikayeleri aslında gerçeği pek  yansıtmıyordu. Bir kere direnişe katılan Hollandalıların sayısı fazla değildi. Ayrıca Yahudileri Nazilerden saklamaya da hikayelerde anlatıldığı kadar istekli değillerdi.

ALMAN İŞGALİ ALTINDA HOLLANDALILAR

Tersine; Hollanda Yahudilerinin yaklaşık  yüzde 75’i ölüm kamplarında hayatlarını kaybetmişlerdi ki bu sayı Polonya Yahudilerinden sonraki en yüksek orandı.

Kitapta yansıtmak istediğim konu Alman işgali altındaki Hollanda’da günlük yaşamdı. Sıradan Hollandalılar o yılları nasıl geçirmişti? Aklımı kemiren bu sorunun yanıtını Hollanda’ya özgü ulusal bir saplantıyı temel alarak araştırmak istedim: Futbol!

Yerel futbol kulüplerine katılmanın güzel kızları etkilemenin yolu olarak  görüldüğü bu ülkede futbolun sıradan hayatla savaşın kesiştiği bir platform olduğunu farkettim. Esas problem bulguları nasıl ortaya çıkarmam gerektiği zaman ortaya çıktı. Bu kitap hakkında yapacağım araştırma bugüne kadar yazdığım herşeyden daha çok zorlayacaktı.

Ancak araştırma sırasında edindiğim bulgular Holokost ve oldukça iyi bildiğimi sandığım bu ülke hakkında yeni bir bakış açısı edinmemi sağladı. Kapısını ilk çaldığım kurum, Hollanda Futbol Federasyonu KNVB oldu. Ancak görünüşe göre kurumun 1940-1945 arası arşivinin tümü bir şekilde ortadan kaybolmuştu. Peki bunu kim yapmıştı?

Daha sonra Ajax Amsterdam’a gittim. Bildiğiniz gibi Ajax, ülkenin en büyük futbol kulübüdür ve savaş sırasında ölüm kamplarında hayatını kaybetmiş olan birçok Amsterdam Yahudisi tarafından maddi, manevi desteklenmiştir.

Kulübün seksen yaşlarında olan arşivcisi Wim Schoevaart ile tanıştım. Wim, 1930’dan beri kulübün kayıtlı bir üyesi ve bugün hala gençlere taş çıkaracak kadar sportmen bir kişi. Konumuza geri dönersek; Wim’e Hollanda futbolu, Yahudilik, Ajax ve savaşla alakalı bir kitap yazdığımı söyledim. Kibarca vaktimi boşuna harcadığımı ve arşivlerde bir kitap yazmak için yeterli veri bulamayacağımı belirtti. Yine de ısrarımı sürdürdüm. Bu sefer Ajax’ın ismini vermeyeceğim yöneticilerinden biri tarafından “arşivlerimizde araştırmanıza faydalı olabilecek herhangi bir belge yoktur” yazılı bir not aldım. Bu gerekçeyle kulüp arşivlerine girmem yasaklandı.

Daha sonra yaptığım araştırmalarda şunu anladım; Ajax’ın savaş dönemi tarihi bize anlatıldığı kadar şanlı değildi. Schoevaart’ın öz amcası gibi bazı kulüp üyeleri savaş döneminde Yahudileri Nazilerden saklamıştı. Ancak bazı Ajaxlılar ise tam anlamıyla haindi. Mesela üyelerden biri toplama kamplarında gardiyanlık yapmıştı ve kamptaki Yahudi mahkumları boğa erkeklik organıyla dövmesiyle ün salmıştı. Ajax üyelerinin çoğunluğu ise ne ‘goed (iyi, doğru)’ ne de ‘fout (yanlış, hatalı)’ idi. Bu bahsettiğim çoğunluk savaş boyunca üç maymunu oynamış, savaşın kendilerine minimum zarar gelecek şekilde geçmesini beklemiş ve bu esnada futbol oynayarak monoton hayatlarına renk katmışlardı.

Kulübün arşivleri bana yasaklandıktan sonra bu sefer savaştan kurtulanları aramaya başladım. Bazıları konuşmaktan korkuyordu. Mesela Ajax’ın ve Hollanda Milli Takımının yarı Yahudi olan eski kaptanı Bennie Muller, dükkanına girip röportaj isteğimi kendisine ilettiğimde bana “Bunu yapmak zorunda mıyız? Ortalık karışacak yine!” şeklinde bir karşılık verdi. Amsterdam’ın Yahudi Mahallesinde yaşayan Muller savaşın büyük bir kısmını Almanların annesini elinden alacakları korkusuyla yaşadı. Annesini almadılar belki fakat geriye kalan ailesinin neredeyse tümünü öldürdüler. Muller, beni dükkanının arkasına götürdü,  bir iskemle verdi. İki dakikamı sana ayırabilirim ,dedi. Yanından ayrıldığımda takribi bir buçuk saat geçmişti.

Soyunduğum işin önemini geç kavradım. Zira 1999 ve 2000 yıllarında Amsterdam’da yaptığım çalışma aslında Holokost dönemini canlı tanıkları dinleyerek araştırmak isteyenlerin  başarıya ulaşabilecekleri son dönemdi.

Çalışmalarım esnasında Meijer Stad adında biriyle tanıştım 1945 yılında Buchenwald’den kurtulmuştu; Ve Leon Greenman, Auschwitz’e gönderilen tek İngiliz Yahudisiydi. Leon, Auschwitz’deyken bir Amerikan Yahudisi olan eski Ajax futbolcusu Eddy Hamel ile tanışmıştı. Eddy, kampta hayatını kaybetmişti.

Hollandalı Yahudi aileler ile bu kadar yakın ilişki kurmam, üzerinden 50 yıl geçmiş olmasına rağmen hala savaş yüzünden acı çektiklerini farketmemi sağladı. Tanıştığım insanlar sağlıklı düşünemiyorlardı.. Diğer bir deyişle biraz deliydi. Şöyle ki ailelerini kamplarda yitirmiş olan bu kişiler sanki aralarında uzlaşmış bir şekilde kamplardan kurtulmuş diğer kişilerle kendileri arasında akrabalık ilişkileri icat ediyorlardı. Yine bu insanlar uzlaşmayı kabul etmiyorlardı. Bir tartışma ortamında konuyu sonlandırmayı bilmiyorlardı. Birçoğu olayları unutmak için aşırı derecede çalışıyorlardı. Dolayısıyla birçoğu işkolikti. Onlarla söyleştikten sonra bazıları beni terapistleri olarak görmeye başladılar zira bu insanlar onlarca yıl, savaş hakkında kimseyle bir kelime dahi konuşmamışlardı. Benimle konuşmaya başladıkları an  herşeyi anlatmak istiyorlardı. Bazen içim kararıyor ve masadan kalkmak istiyordum ancak onlar susmak istemiyorlardı.  

Röportajların yanı sıra arşiv araştırmalarımı da yüzüme kapanan kapılara aldırmadan devam ettirdim. Sonunda birgün amacıma ulaştım. Rotterdam’ın Belediye Arşivlerini araştırırken Sparta Rotterdam Futbol Kulübü’nün el değmemiş, virgülüne dokunulmamış, saf arşivlerini buldum. Dosyalarda çok enteresan dökümanlarla karşılaştım. Mesela Sparta’nın savaş esnasında gönderdiği her mektup dosyalarda mevcuttu. (Bu mektuplar arasında 1941’de kulübün Yahudi üyelerine kibar bir dille kulüp üyeliğinden atıldıklarına dair antetli ve ıslak imzalı notlar da vardı). Yine kulüp jurnalleri ve yönetim kurulu toplantı tutanaklarına da ulaştım. Hatta üzerinde raptiyeleri bulunan, terse katlandığında “YAHUDİLERE YASAKTIR” yazısının bulunduğu bir karton bile mevcuttu . Muhtemelen işgal sırasında bu karton kulüp tesislerinde asılıydı. Sparta’nın arşivi Hollanda’daki organize günlük yaşamı objektif olarak anlayabilmem için bulduğum en iyi kaynaktı.

Kitabım, mecburen Hollanda ile sınırlı kalmayacaktı. Savaş sırasındaki futbol hikayelerinin izlerini sürebilmek için Almanya, İngiltere, Fransa ve İsviçre’ye de gittim. Bu dönem hakkındaki kavrayışınız, savaşın toptan dönüm noktası olan Almanya’nın Sovyetler’i işgal ettiği 22 Haziran 1941 günü, 90.000 taraftarın Berlin’de Alman Lig Finalini izlediğini öğrendiğinizde çok farklı bir boyuta taşınıyor. “Acaba bu insanların aklından ne geçiyordu? Uzayda mı yaşıyorlardı?” diye düşünüyorsunuz.

Kitabı yazdığım için mutluyum. Zira bugün kimse böylesine bir araştırmayı istese de yapamaz. Tarihçi Christopher Browning’in yakın zamanda yazdığı gibi “Holokost kurtulanları döneminin sonundayız.” 12 yıl evvel söyleştiğim o sarsılmış yaşlı insanların hiçbiri bugün yaşamıyor. Onlar ölmeden önce hikayelerini kayda alabilmek benim için bir görevdi. Üzücü olan şu ki artık buna benzer bir çalışmayı istesem de yapamayacak olmam. Samimi olarak şunu söyleyebilirim: Aslında kitabı yazmayı bitirdiğimden beri kendimi Holokost’la alakalı herhangi birşey okuyacak ya da dinleyecek halde hissetmiyorum. Kitabımın büyük çoğunluğu kamp dışında, futbol sahalarında geçiyor olsa da bir daha Holokost ile alakalı bir araştırma yapacak gücü kendimde bulabileceğimi sanmıyorum. Umarım okuyucularımın korkuyla dolu bu uzun yıllar esnasında işgal altındaki Batı Avrupa’da hayatın sıradanlığını okuyacak cesaretleri vardır.