“Sen bir çocuk gülen, yerinde durmayan”

Süper Final’de iki başrol oyuncusunun maçı vardı geçtiğimiz hafta sonu. Fenerbahçe yarışa ortak olmak için kazanmak zorundaydı, Galatasaray ise Türk basınının deyimiyle “Şampi...” sıfatını almak için

Rıfat KARAKÖY Spor
25 Nisan 2012 Çarşamba

Bir Galatasaraylı Fenerbahçe’ye gol atınca neler hisseder bilemiyorum ama bir Fenerbahçelinin neler hissettiğini çok iyi tarif edebilirim. Özellikle bu maç için söylemek gerekirse Galatasaray’a atılan goller yalnızca gol değildi; Arena’da alınan galibiyet bir Fenerbahçeli için yalnızca bir galibiyet değildi.

Atılan goller adeta tüm Fenerbahçelilerin sesiydi, çığlığıydı. 3 Temmuz’dan beri her gün yeni bir hayal kırıklığı, her gün yeni bir sürpriz, her gün “acaba bugün neler olacak?” diye uyanan bir camianın geri dönüşüydü bu maç.

Bunları neden mi anlatıyorum? Hemen cevap vereyim. Her ne kadar Fenerbahçeli olsam da objektif olarak yorum yapmaya çalışırım her zaman. Aşırı fanatik Fenerbahçeli arkadaşlarımın bu objektif yorumlara kızdıkları da olmuştur zaman zaman.

Pazar günü maçı her iki takımın da taraftarlarının olduğu bir ortamda izledim. Maçtan yaklaşık bir saat önce yerime oturdum ve etrafı izleme fırsatı buldum. Yanımdaki masaların konuşmalarına şahit oldum. Galatasaraylılar maçtan oldukça emindi.

Bizim masa kızlı erkekli karışık bir masaydı. Masadaki erkeklerden ikisi Fenerbahçeli, bir tanesi ise Beşiktaşlı idi.

Maç başladı, ama bu yukarıda da belirttiğim gibi Fenerbahçeliler için sadece bir maç değildi. Fenerbahçe maça golle başladı. Yanımda oturan arkadaşıma devamlı “Geri dönüşe 40 dakika kaldı”, “geri dönüşe 30dk kaldı” gibi yorumlar yapıyordum. Derken Selçuk İnan’ın skoru 1-1 yapan golü geldi. Sarı-Lacivert bir sessizlik çöktü tüm Fenerbahçelilerin içine. Stoch’un golü ise sadece yaşanması gereken bir goldü. O gol, 25 milyon kişiyi ifade eden bir sesti.

Masadaki kız arkadaşlarımız bizi maç izlerken videoya çekmişler. Maç bittikten sonra çektikleri videoları izleme fırsatı buldum. “Kendimi kaybetmişim” desem yanlış olmaz. “Bu ben miyim acaba?” diye sordum kendi kendime. Ardından da masadaki kız arkadaşların eleştirileri başladı, “Kendini kontrol edemiyorsun”, “Alt tarafı bir maç”, “Tepkilerin normal değil” tarzında eleştiriler aldım.

Onların bunu yalnızca bir maçtan ibaret olarak görmeleri normaldi aslında. Onlar İlker Yasin’in Göteborg maçındaki “Haydi çocuklar Baliç, önü açıldı, sağ ayakla vurabilir misin? Vurursun! vurursun ve gooool!!” replikleriyle büyümemişlerdi. Onlar Haim Revivo’nun taklalarıyla, Erol Bulut ve Okocha’nın kırmızı ayakkabılarıyla, Van Hooijdonk’un resitalleriye, Alex De Souza’nın hayal gücüne sığmayan golleriyle hayata bağlanmamışlardı. Onların gözü Büyükada’da Lefter’in her zaman oturduğu yere gitmiyordu. Sarı ve laciverti yalnızca bir renk olarak görüyordu onlar.

Kıraç 100.yıl bestesi yaparken “Kimse anlamaz bende aşkını” sözünü o marşa koyduğu için o marş hâlâ herkesin dilinde. O gün beni anlamayan kişilere kendimi ifade etmek için böyle bir yazı yazma gereği duydum. Belki niye o tepkiler içerisinde olduğumu yüzde bir oranda bile olsa anlarlar diye.

İslam Çupi’nin Fenerbahçe tarifiyle tüm Şalom Gazetesi okurlarına iyi haftalar: “Fenerbahçe büyüklüğü, ne şampiyonluk, ne kupa büyüklüğüdür. Onun büyüklüğü başka bir büyüklüktür işte, adı konamaz.”