Yapıtlar, semboller ve kimlikler

Sinagoglar, insanın duygularıyla ve öz varlığıyla bütünleşeceği salt soyut mekânlar olmalıdır. İşte bunun en güzel örneklerinden olan Tel Aviv’deki Cymbalista Sinagogu ‘İnsanın evrensel yolculuğunda benlik ve töre arayışı’nı sembolize eder.

Rubi ASA Sanat
8 Ağustos 2012 Çarşamba

“Kimliğim, beni başka hiç kimseye benzemez yapan şeydir,” der Amin Maaluf Ölümcül Kimlikler kitabında…

İlginç bir şekilde kimlik sorununa ‘Ruhun Genleri’ tanımı çerçevesinden bakar ve şöyle devam eder: “Kimileri için ulus, kimileri içinse din veya sınıf yaşadıkları sosyal çevresiyle bütünleşerek insanın kimliğini oluşturmaktadır.”

Ama günümüzde görülüyor ki, hiçbir aidiyetin mutlak surette baskın ve öne çıkmadığını anlamak için dünyada olup biten farklı çatışmalara göz atmak yeter.

Pratikte, inançlarının tehdit altında olduğunu hisseden insanlar arasında, bütün kimliklerini özetler görünen olgu ise dinsel aidiyet oluyor.

İnsanlık tarihinin en ilginç toplumu, hiç kuşku yok ki, İbrani toplumudur. İbranilerin ilginçliği, yalnızca çektikleri çilelerden, tarih sürecinde başlarına gelen çeşitli soykırımlardan ya da Tanrı’nın seçkin kavmi olma savlarından kaynaklanmıyor. İlginç ve önemli olan tarihlerini kutsal kılmalarından, bütün toplumların içine dağılmalarından, iki bin yıl yurtsuz ve devletsiz sürgünde yaşamayı ve var olmayı başardıktan sonra, onca yıl sonra yeni bir yurt ve devlet kurmayı başarmalarından ötürüdür.

İbrani toplumunun yaşam biçimi töredir.

Töreye bağlılıksa, var olma ve varlıklarını gelecek nesillere taşıma koşuludur.

Töre hem kimliktir hem de vatan. Bu töre o denli güçlü örülmüştür ki, Tanrı bile bu töreye olan bağlılığıyla vardır. Üstelik denenmiş bir töredir İbrani töresi. Tüm dünyaya yayılmış, tüm ulusların içine girmiş, binlerce yıl bunca etki ve sonuç karşısında yıkılmamış, yok olmamış, ayakta kalabilmeyi becermiştir.

Bu töre kendisinden sonra oluşan iki büyük dinin oluşmasına da olanak sağlamış, tek Tanrılı dinlerin ve bunu benimseyen diğer ulusların inanç ve düşünce dünyasına simgesel ve kavramsal bir alt yapı oluşturmuştur.

Bu simgeselliği kavrayabildiğim en ilginç yapı Tel Aviv Üniversitesi içinde bulunan küçük bir sinagog binasıdır. Mimar, şehir plancısı ve tasarımcı Mario Botta’nın yapıtı olan bu küçük yapı, gerek sembolizmi gerek mimari özellikleri dikkate alındığında eşsiz bir nitelik taşır.

Yapıya yaklaştığınızda boyutlarının ve formunun sizi istemeden içine aldığını ve adeta uzuvlarınızdan biriymişçesine bedeninizle birlikte hareket ettiğini hissedersiniz. Yapı bir anda sizin bir parçanız olur, veya eksik bir duyunuzu karşılar gibi sizinle bir bütünü oluşturur.

Dokunmak istersiniz, dokunduğunuz cephe taşları teniniz, göğe doğru yükselen iki silindirik hacim, kulaklarınız, hatta nefes almanızı sağlayan soluk borunuz gibidir.

Onlarla Tanrısal mesajı işitir, töresel bir solukla var olabileceğinizi duyumsarsınız. Yapı insan boyutlarına çok yakın oranlar gözetilerek tasarlanmıştır.

Ne Tanrısal ve  otoriter bir görkemin anlatımı, ne de ulaşılamaz bir varlığın hissedilmesi amaçlanmıştır. Orada, varlığınızla ve içinizdeki Tanrıyla baş başa tek bir varlıkmışçasına iç içe sinizdir.

Dualarınız veya şikayetleriniz size kendinizmiş kadar yalın ve yakındır, ruhunuz bedeninizden ayrı sizden hesap sormaz, size yön verir veya sizle tartışır.

Varlığınızın, nesnel dünyadaki varoluşsal kalıtımına karşın, töresel ve ırksal genlerimizden oluşan dünyamızdaki dengesini sorgular.

Cymbalista Sinagogu adını alan bu sembolik yapı, 1996 yılında Mario Botta tarafından tasarımlanıp Paulette ve Norbert Cymbalista anısına 1997-98 yıllarında yapılmıştır. Mimarisine kısaca göz atarsak:

Ana giriş, ortak bir lobi anlamında yapıyı iki bölüme ayırır. Bu iki ayrı mekândan biri sinagog, diğeri ise geniş bir toplantı odası veya küçük bir konferans salonu biçimindedir. Sinagog bölümünde soyut bir anlatım hakimdir. Yüzeyi pürüzlü cilalanmamış taş kaplama duvarlarda Ehal cephesi cilalı masif ve ardından ışık alan solid onix mermer bir yüzeyle kaplıdır. Hacmin kare formu kubbe seviyesine yükseldikçe kademeli  bir şekilde dairesel bir forma dönüşür. Hacmin kubbe başlangıcının çevresinden kaynağı belli olmayan ışık hüzmeleri tepeden çizgisel bir etkiyle mekanın içinde yansır.

Kesisen ışık hüzmeleri o soyut sinagog yuzeyinde insan dışında tek hareketli unsurdur.   Benzer yapı özellikleri diğer yapı alanı olan konferans salonunda da aynı şekilde betimlenir. İnsanın sınırlar içinde yaşayıp, algıladığı nesnel geometrinin dışında da olabileceği anlatımı, yapının kubbeye doğru küreselleşen ve göğe doğru yükselen biçimiyle ifade edilir.

Bilim ve aklın, inanç ve Tanrısal duygu ile birleşmesi sonucu elde edilen bütünlük, gelecek nesillerin de yol göstericisi olur. Burada, ne salt bilgi ne de inanç tek başınadır. Töresel varlığımızla, akılla ve inançla sorgulanan bilim, insanlığın varoluşunda anlam bulur.

Biraz da projenin mimarı olan İsviçreli mimar Mario Botta’dan bahsedeyim.

İsviçre, Fransa, Almanya, İtalya, İspanya, İsrael, Japonya ve ABD gibi dünyanın bir çok ülkesinde projeleri bulunan, mimarinin felsefesel boyutunu ön planda tutan çalışmalarıyla öne çıkmış ve anıtsal yapıların mimarı olan  Botta, geç 20. yüzyıl mimarlığının önemli adlarındandır. 1961-1964 arasında Milano Sanat Okulunda, 1964-1969 arasında da Venedik Üniversitesi Mimarlık Enstitüsünde öğrenim gören Botta burada Scarpa’nın öğrencisi olmuş ayrıca Le Corbusier ve Kahn’ın da projelerinde çalışmıştır.

Botta’nın mimarlığında gerek binanın araziyle olan ilişkisi, sembolizmi, gerek ışık ve cephe anlayışı konusunda Kahn ve dolaylı olarak da 20. yüzyılın ünlü Alman düşünürü Ludwig Wittgenstein’in etkisi görünebilir.

Yapılar ve mekânlar, salt insanların kullanım amaçlarına uygun değil, kültürel birikimlerine de katkı sağlamalıdır. Bu geleneksel düşünce şekli, yapılara simgesel anlamlar yüklediği gibi, bireyle karşılıklı kurduğu etkileşim sonucu toplumsal bir misyon üstlenir. Buna en güzel anıtsal örnek Moshe Safdie’nin son yapıtlarından biri olan Kudüs’teki Soykırım Müzesi Yad Vaşem’dir.

Botta’nın Tel Aviv Üniversitesi içinde inşa ettiği bu küçük ama eşsiz yapı, en az yine Moshe Safdie’nin Yad Vaşem’i,  başka bir değişle  ‘Tanrı’nın eli’ yapıtları gibi sembolik ve felsefesel bir başka yapıdır.

Yad Vaşem de, tüm uluslara ve insanlığa aktarılmak istenen evrensel bir meydan okumadır. Tartışılmaz sembolik bir yapıdır. Sonuçta belki insanların Holokost’u tanımaları, anlamaları, hissetmeleri ve tüm uluslar için, “Bir daha asla!” demeleri içindir. Tüm insanlık içindir.

Cymbalista Sinagogu ise ‘İnsanın evrensel yolculuğunda benliğin ve törenin aranışı’nı sembolize eder.

Yahudiler halen yaşadıkları Diaspora’da eskiden kullandıkları sinagogları, mezarlıkları ve anıtları koruma arzusunun gelecek nesillere miras olduğunu, kültürlerinin ve geleneklerinin de bu yolla sürdürülebileceğini bilirler.

Anıt, ya da müze, ya da sinagoglar, insanın duygularıyla ve öz varlığıyla bütünleşeceği salt soyut mekânlar olmalıdır. Zamanların ve mekânların içlerinde sınırlı kalmamalıdır. Evrim zamanın dışında ve tüm zamanları kapsıyor olmalıdır.

Yapıtlar da öyle.