Basmane semtinde Yahudi izleri

İzmir’in birçok semtinde Yahudilerin tarihi kalıntılarına; ev, okul, sinagog, hastane ve kortijolarına rastlamak mümkün. Basmane de bu semtlerin başında geliyor. Araştırmacı- yazar Orhan Beşikçi ile yörenin Yahudi tarihi, kültürü ve yaşanmışlığı üzerine keyifli bir sohbet gerçekleştirdik

Tufan ERBARIŞTIRAN Toplum 0 yorum
25 Mayıs 2012 Cuma

İzmir kendi tarihi yapısından kaynaklanan hoşgörü, insan sevgisi, dostluk ve karşılıklı anlayışa dayanan sağlam bir temele sahiptir. Bu kentte insanlar sevgiyi, dostluğu, dayanışmayı, komşuluğu doyasıya yaşar. Körfezin muhteşem manzarasının karşısında buzlu badem yer, tavşan kanı çay içer, özgürce dolaşır, kendi inancını saklamadan yaşamını sürdürür. Hani, Rafael Algranati’nin söylediği gibi, “İzmirli olmak bir ayrıcalıktır!” Bu doğrudur.

İzmir’de yüzlerce yıl öncesinden günümüze kadar Yahudiler kendi kültürlerini, dinsel inançlarını, geleneklerini diğer birçok bölgeye göre daha rahat bir biçimde yaşamıştır. İspanya’dan başlayan büyük göçten önce çeşitli coğrafyalardan buraya gelen Yahudiler özellikle Tilkilik, Basmane, İkiçeşmelik gibi semtlerde barınmıştı. Söz konusu semtlerde oturan Müslümanlarla içli dışlı olmuşlar, komşuluk, dostluk ve ticaret gibi her konuda yakınlık kurmuşlardı.  Rum ve Ermenilerle olan yakınlık ise 1950’li yıllarda Alsancak’a göçle başlar. Bugün Basmane’de Yahudi kültürünün izleri halen mevcut. O bölgedeki yaşlılarla yaptığımız konuşmalarda, Yahudi dostlarını özlemle andıklarını, onlarla kortijolarda ya da aynı sokakta oturduklarını söylemekteler.

 

 

 

Basmane semtini çok iyi bilen,  araştırmacı – yazar Orhan Beşikçi ile buradaki Yahudi kültürünün izleri üzerine konuştuk. Özellikle kortijoların bazıları öylesine yıkık, asayişten uzak ki, Orhan Bey olmasa içeriye girmek mümkün değildi. Duyduğumuza göre birçok kortijodan arta kalan eşya, belge, giysi kaybolmuş ya da bedava denilebilecek fiyatla satılmış. İzmir’in saygıdeğer hahamlarından olan Rebi Yitzhak Karmona’nın iki kızının evi yine bakımsızlıktan kaybolmuş denilebilir. O iki kızın kişisel eşyaları deyim yerindeyse kapanın elinde kalmış. Böyle mi olmalıydı kuşkusuz...

30 Eylül 1911’de Berlin’de Yahudi öğrenciler Osmanlı ordusuna katılmak için konsolosluğa başvururlar. 2 Şubat 1923’de İzmir İktisat Kongresi’nde Atatürk şunları söyler. “....bilhassa Museviler, bu millete ve vatana sadakatlerini ispat ettiklerinden....    ....bundan böyle de refah ve saadet içinde yaşayacaklardır.”

Yunan Kralı Konsantin İzmir Yahudi Cemaatinden “Yunan yönetiminden memnun olduklarını” ifade eden bir yazı ister. Ancak yanıt “hayır” olur. İzmir’de Boaz Efendi Menaşe buna kesinlikle karşı çıkar. 15 Mayıs 1919’da İzmir işgal edilir. Yunanlı Binbaşı Amiral Dickson, o gece Kramer Palas’ta bir yemek verir.  Bergamalı Nesim Navaro adlı Musevi, Yunan bayrağını asıldığı yerden indirir ve ayaklarının altında çiğner. Ertesi gün Vali (Sakallı) Nurettin Paşa ona bir tebrik mektubu yazar. “Azizim Nesim Navaro” ile başlayan mektup, “Gözlerinizden öperim” diye bitmektedir. İşte İzmir böyle bir yerdir...

 

 

Orhan Bey, Basmane semtinde Yahudi kültürü denildiğinde aklınıza ilk neler geliyor?

Yrd. Doç. Dr. Arkeolog Akın Ersoy’un Agora, Kadifekale, Basmane, Altınpark ve Oteller Sokağı’nda yaptığı arkeolojik kazıları yakından takip ettim. Kazıda, günümüzden 1500 yıl öncesinde kullanılmış pişmiş topraktan yapılma, üzerinde Davut Yıldızı olan bir yağ kandili bulundu. Strabon’un işaret ettiği Gymnasium’un izlerinin bulunduğu bu bölgede ortaya çıkarılan toprak kandil, MS 5. yüzyıla tarihlenip müzeye kaldırıldı…  Agora’da Akın Ersoy Hocayla toprak kandil üzerine konuşurken taşların arasında üzerinde Latince “sinagog yaptırılmıştır”  yazılı kırık mermer Stel’den kalma bir parça gördüm.  Stel kim bilir hangi tarihe karışmış sinagogunun kapısında asılıydı… Henüz konservasyonu yapılan, görücüye çıkmamış 80x55 ebadında İbranice yazılı birkaç parçası eksik başka bir Stelin çevirisini Selim Amado’dan rica ettim. Özetle “Sana ömrün boyunca yemek yemen ve besleyen ve barış içinde yaşamanı mümkün kılan Tanrı kutsaldır: Sen dua et, seni görenler de senin gibi dua etsinler” diye yazıyordu. Bundan sonrasını sanırım sanat tarihçileri değerlendirirler… Kemeraltı, Basmane Mezarlıkbaşı, İkiçeşmelik gibi eski İzmir’in semtlerinde Yahudiler’den kalma evleri, fırın, okul, hastane, yetimhane, sinagog ve kortijoları, işyerlerini hatta meyhaneleri bile görmek mümkün. Gürçeşme Yahudi Mezarlığında bir tarih yatar. Eski şehir dokusunda gözle görülen çöküntülere karşın, yaşanmışlığın izlerini taşıyan bu yapıların çoğu bakımsız ve yıkıntı durumda…

 

 

Eski Yahudi fırını

 

 

Orhan Bey, bu anlattıklarınız okurlarımızın ilgisini çekecektir sanıyorum. Daha başka neler söyleyeceksiniz?

 Geçen yıllarda Sefarad mutfağı tanıtımıyla bir etkinliğe katılmıştım. Girişte kavun çekirdeği (subye), ayva jölesi (loap), sakız macunu (şarope), turunç reçeli (dulse de naranca), badem ezmesi (mogados), ayva püresi (bimbriyo) ikram edildi. Giriş yemeği olarak masaya ıspanaklı mücver ile fırınlanmış yumurta, baklavalık yufkadan yapılmış peynirli üçgen börekler, arkasında patlıcanlı kuravasan, fırında pırasalı mücver ve kavun gelmişti. Ana yemek olarak, fırınlanmış kıymalı domates dolması (tomat reynado), kuru fasulye ile pişirilen kıymalı yaprak sarması (avikas kon yaprak), bademle kavrulmuş pirinçle pişirilmiş ziyafet pilavı (arroz de fiesta), salata, tatlı olarak bademli baklava, meyve salatası, kahve yanında cevizli toplar (mustaçudos) ikram edildi. Ne yiyeceğimi şaşırdım, bütün bu yemekleri yiyemesem de çoğunu tattım, hepsi özel tatlardı. Özellikle kuru fasulye ile pişirilen kıymalı yaprak sarması, fırınlanmış domates dolması bizim mutfağımıza ve damak tadımıza yabancı değil… Boyozun bir Yahudi yiyeceği olduğu bilinse de, Tilkilik’te pet şişe içerisinde belli zamanlarda karşımıza çıkan kavun çekirdeğinden yapılan sübyeyi deniz canlısı sananların sayısı az değil… Yahudi kültürü ile sorduğunuz soruya mutfaklarından sonra, koleksiyonerlerin ve antikacıların elinde bulunan objeleri de katmak isterim…

Buraya yakın bir yerde ünlü Şonsol Sinagogu vardı. Buranın son hahamı Rav Yitshak Karmona idi. Torunu Moşe Kohen halen İsrail’de sahne sanatçısıdır. Rav Yitshak Karmona’nın iki kızı bakımsızlıktan, kimsesizlikten Karataş Hastanesi’nde kalmışlardı. İki kız kardeşin (Karmona Kardeşler) Basmane’deki evinin eşyalarının nasıl yağmalandığını ve o iki kızkardeşle ilgili bilgileri paylaşır mısınız?

Şonşol Sinagogu’nun zemin katı Yahudhane, birinci katı sağlı sollu çift merdivenle çıkılan ibadethaneydi. Şimdi oto yıkama olarak kullanılan tarihî sinagog 1970’li yılların başında bir yangın sonunda kısmen yandı, daha sonra tamamı yıkılıp tarihe karıştı. Bedavabahçe olarak bilinen semt, tıpkı Çavez gibi tipik bir Yahudi Mahallesi’ydi. Çoğu İzmirliler ve araştırıcılar Basmane’deki bu semt hakkında çok bilgi sahibi değiller… Eski adı Rana, Bedava, Ziba, Firkat olan sokaklarda bugün Yahudi aile yaşamasa da halen onlardan kalma konutları, Yahudihane, sinagog, fırın, bakkal gibi benzeri yaşam alanlarını görebiliyoruz… Yeni sahipleri tarafından atölye ve depo olarak kullanılan bu mekânlar daha çok yangınlara ve yıkımlara maruz kalıyor... Semtte Yahudi ailelerle yaşadıkları komşulukları sevgiyle ve özlemle anan insanlar yaşıyor… Ara sıra ataları bölgede yaşamış Yahudi ailelerin semti ziyaret edip hatıralarını yâd ettiklerini görüyorum…

Türk komşularının Hahambaşı İzak Efendi dediği, aslında adı, Rebi Yitzhak Karmona olan Haham efendinin kızları Perla Roza Karmona kardeşler yakın zamana kadar Şonşol Sinagogu’nun bulunduğu sokaktaki evlerinde yaşadılar… Roza uzun boylu güngörmüş bir kadındı. Onu sıklıkla evinin önünde taburesinde otururken görür selamlaşırdım. Ekonomik sıkıntılar içerisinde olan kardeşlerin cemaatten gelen yardımlarla yaşadığını biliyordum. Roza’nın ölümünden sonra Perla yalnız yaşamaya başladı, yaşlılığı ve evine hırsız girmesi nedeniyle huzurevine gitmek zorunda kaldı. Perla’yı son gördüğümde ağlıyordu. Niçin ağladığını sordum; eşyalarının çok ucuza satıldığına üzüldüğünü söyledi. Tabi yıllarca oturduğu mahallesinden ayrılmasının da etkisi vardı. Birkaç gün sonra bir antikacı vitrininde masif ağaçtan yapılma sünnet koltuğu, İbranice kitaplar, opalin kahve tepsisi ve şamdan görünce nereden geldiğini hemen tahmin ettim. Bu eşyalar Perla’nın evinden çıkmıştı. Sanırım eşyaların bazısı Şonşol Sinagogu yangınından kurtarılan eşyalardı… Perla’nın satılamayan eşyaları mahallenin yoksulları tarafından kapışıldı. Eşim, kapışılanlar arasında hezareni yırtık iki sandalyeyi kırılmak üzereyken para karşılığı satın alıp eve getirdi… Perla ve Roza kardeşlerin hatırasına bu sandalyeleri onarıp cilaladım, ressam eşim sandalyelere çiçek desenleri yaptı; şimdi kullanıyoruz… Tabi Perla bir daha doğup büyüdüğü mahallesine geri dönemedi ve kısa bir süre sonra Karataş’ta bulunan huzurevinde hayata gözlerini yumdu… Sokaktan her geçişimde Haham Efendi’nin kızlarını anımsarım, ağlama sahnesi gözümün önünden hiç gitmez… Heyamola Yayınları’ndan çıkan ‘Basmane’ kitabımda bu öyküyü ‘Ağlama Perla Ağlama’ başlığıyla anlattım…

devam edecek...

1 Yorum