Bir sözcük kadar uzak ve yakın...

Karikatür, topluma güldürü malzemesi vermekle birlikte, aynı toplumun sosyal yapısını, insanî değerlerini, evrensel anlamda özgürlük temalarını işleme sanatıdır. Sayfalarca yazmakla bitiremeyeceğiniz bir konuyu birkaç çizgi ile çok anlamlı bir biçimde dile getirebilirsiniz. İzel Rozental’in 5 Ekim 2011 tarihili Şalom Gazetesi’nde yayınlanan karikatürü de bunun en güzel örneklerinden biri…

Tufan ERBARIŞTIRAN Perspektif
16 Kasım 2011 Çarşamba

Karikatür sanatı ülkemizde büyük kentlerin dışında pek bilinmez, genel anlamda baloncukların doldurulduğu bir ‘uğraş’ olarak görülür. Bu sanat dalını iğreti bir bakışla, çoğu kimse önemsemez ve değer vermez. Öte yandan Batılı ülkelerde karikatürle ilgilenenler her zaman topluma öncülük edenler arasındadır.

Karikatür, basit bir tanımlamayla, birkaç çizgi ile gerçeği çarpıtmak ve onu başkalaştırıp esas iletiyi öne çıkartma sanatıdır. Gazetelerde, dergilerde, bazı internet sitelerinde çeşitli karikatürler görürüz. Çizenin becerisi ve bakış açısıyla bunlar siyasi, mizah, günlük yaşama yönelik türden olabilir. Ancak karikatürün temel konusu muhalefet etmek üzerine kurulmuştur. Topluma güldürü malzemesi vermekle birlikte, aynı toplumun sosyal yapısını, insanî değerlerini, evrensel anlamda özgürlük temalarını işleme sanatıdır. Sayfalarca yazmakla bitiremeyeceğiniz bir konuyu birkaç çizgi ile çok anlamlı bir biçimde dile getirebilirsiniz. İşte karikatür budur!

Ülkemizin deneyimli, uluslararası arenada tanınmış ve bol ödüllü karikatür sanatçısı İzel Rozental’ın çizgileri her zaman dikkat çekici olmuştur. Genellikle kentli kesime yönelik karikatürlerinde sosyal yapının temel sorunlarını yansıtır. Yazımıza konu olan bir çalışmasını inceleyeceğiz.

Rozental bu karikatüründe ‘ama’ sözcüğünü temel değer olarak kullanmış. Post modern bir yaklaşımla, insanın temel çatışkısı olan içe dönük yapısallığını dile getiriyor. Kişinin ‘başkalaşması’ yönünde karşısına dikilen ‘dil’ çatışkısı, bu anlamda kendini ifade yetersizliği etkileyici bir yöntemle yansıtılmış. Bilindiği gibi ‘ama’ sözcüğü bir bağlaç ve iki tümceyi birbirine bağlamak için kullanılır. Sanatçı bu sözcüğü öyle anlamlı kullanmış ki iki kişinin birbirine olan yakınlığı göreceli bir ayrışma ile anlatılmış. ‘Dil’ sayesinde yakınlaşan insanlar, aynı ‘dil’ ile birbirinden ayrılır anlamında... Sözcüklerin insan yaşamını yönetmesini, bir sözcüğün bile yeri ve zamanı geldiğinde ne denli güçlü olduğunu anlıyoruz. Aynı apartmanda yıllarca oturup sadece selam vererek, birbirlerini tanımadan yaşayanlar için ne denli etkileyici bir karikatür... ‘Ama’ bağlacı burada hem iki kişiyi yakınlaştırıyor, hem de birbirinden uzaklaştırıyor.

“Aramızda hiç fark yok..... AMA.....dağlar var.” Evet, temel anlamda bu sözcük günümüzün en önemli sorununu imliyor. Bir sözcük ile ne kadar keskin bir atmosfer yaratılır sorusuna güzel bir yanıt diyebiliriz. Şimdi karikatürün içindeki figürleri ve imgeleri ayıralım.

Karikatürde ‘ama’ sözcüğü, İki insan figürü, en üstte büyük bir bulut var. Bir de iki kişinin konuştuğu içinde yazı olan iki baloncuk bulunuyor. ‘Ama’ sözcüğü karikatürde büyük, görkemli ve keskin çizgileriyle adeta bir Ortaçağ şatosunu andırıyor. Belki de Tevrat’ta sözü edilen Babil Kulesi’ni dile getiren bir yorum yapabiliriz. Hani, Tanrı’nın “hepsinin dillerini karıştıralım” dediği ünlü kule... Tevrat’taki anlatıma göre, insanlar Tanrı’ya erişmek, onu tanımak ve yakınlaşmak için böyle bir kule inşa etmiş. Ancak Tanrı buna kızmış ve hepsinin konuştukları ortak dili öyle bir karıştırmış ki bugün hâlâ hepimizin konuştuğu tek bir dil yok...

Karikatürde ‘ama’ sözcüğü, kişinin tek bir yarısını ifade ediyor. Başladığı tümceyi bitiremeyen, karşısındaki kişiye duygu ve düşüncelerini tam ve net olarak aktaramayan bir tanımlama söz konusu. Bireyin içselliği ile dışavurum arasındaki bağlantısal yetkinliğin çözümsüzlüğü adeta... İskender’in kılıcıyla o karmaşık düğümü nasıl çözdüğünü biliyoruz. Burada ise bireyin kendi yarattığı ‘dil’ işlevselliğiyle dışavurum arasındaki sorunsallığı görüyoruz. Sözcüklerin bağlantısal bir düğüm haline geldiğini, bu kaotik yapının içine kendimizi hapsettiğimizi anlıyoruz. Dev duvarlar yerine, bizi kendi içimize yönelten sözcüklerin önemini anlatmaya çalışıyor sanatçı. Dilin yetkinliği ters bağlantılarla karmaşık bir yapısallık sunar. Kendi ‘dilimiz’ bir başka ‘ben’ olarak karşımıza çıkıyor. Hani, aynaya baktığımızda gördüğümüz yansımanın gerçeğe dönüşmesi gibi.

Böylesine sağlam bir örgü ile çizilmiş bir karikatürün kendine özgü bir atmosferi olduğunu söyleyebiliriz. ‘Ama’ sözcüğü kişinin ifade yetersizliğini, bellek ve konuşma kısırlığını çok güzel anlatıyor. Bir sözcük bile bizi ikiye bölebilir, yarımızın ifadesi boşlukta kalabilir. Zaten sanatçının sezdirdiği ileti de bu olsa gerek. Kişinin kendi sesi anlamdırılmadığı, içi doldurulmadığı, belirli bir değer ile donatılmadığı sürece boşluğa yönelik bir çığlık* olarak kalabilir. Sesin önemi ve kutsallığı insanlık tarihi boyunca karşımıza çıkmıştır. Tevrat’ta Yeşu peygamber bölümünde çarpıcı bir olay vardır. Eriha kenti ele geçirilirken, ‘sesin’ önemi tüm çıplaklığıyla ve ilahiliyle karşımızdadır; “Halk bağırmaya başladı, kâhinler de borularını çaldılar. Boru sesini işiten halk daha yüksek sesle bağırdı. Kentin surları çöktü. Herkes bulunduğu yerden dosdoğru kente girdi. (Yeşu / 6 – 20)” Bugün bilim insanları sesin ve sözcüklerin gücünü dikkatle inceliyor...

Karikatürde sesin yankılanması, iki tümcenin birbirini tamamlaması, kişilerin kendilerini ifade etmedeki yetersizliğini anlatmaya çalışmıştık. Şimdi bunu biraz daha açalım.

Sesin işlevselliği fiziksel bir yorumla açıklanabilir. Sözgelimi, herhangi bir hayvan da belli oranda bir ses çıkarabilir. Bir taşa, bardağa, hatta suya bile vurduğunuzda bir ses duyarsınız. Tüm bunların fiziksel ve bilimsel bir açıklaması vardır. Ancak insanın çıkardığı ses biraz farklıdır. Biz insan olarak beynimizin ürettiği düşünceleri (ve duygularımızı, yaşadıklarımızı, öğrendiklerimizi...) yansıtan, dil ve gırtlak birlikteliği ile oluşturduğumuz sesi düzenli, anlaşılır, kullanılabilir bir halde üretebiliyoruz. Her sesin kendi içinde bir sözdizimi, formatı, anlaşılabilir bir düzeyi vardır. Ancak yarım kullanılan, yetersiz kalan, bireyin ağzından çıkan hatalı sözdizimleri bizi çok eskilere taşıyabilir. Sözgelimi, kendi sesimizin içinde kısılıp kalan, sadece bağırmaktan ve çığlık atmaktan başka bir şey yapamayan ilkel dönemlere... Dünyayı yaşanır olmaktan çıkarmak için bireyin ruhundaki vahşiliği, bağnazlığı ve aymazlığı aşması gerekiyor. İktidar olma hırsı, açgözlülük, kendi başınalık ve salt kazanma arzusu insanı kendi öz benliğinden uzaklaştırır. Böyle olunca da sesi-sözü yetersiz kalan, başladığı tümceyi bitiremeyen, sosyal bir canlı olduğunu unutan garip bir insan tiplemesi ile karşı karşıya kalıyoruz.  

Karikatürde ‘ama’ sözcüğü öylesine güçlü bir mimarî bütünsellik içeriyor ki sözcükteki harflerin grafik tasarım açısından son derece etkileyici olduğunu söyleyebiliriz. Sanki bir korku filminde gördüğümüz, tüylerimizin diken diken olduğu, bizi koltuğumuza sıkı sıkıya yapıştıran o finaldeki sahneleri anımsıyoruz. Bunca görkem, ürküntü, grafik tasarım ve felsefi sezdirmenin bir iletisi olacak kuşkusuz. Kendi yarattığımız ‘dilin’ bizi içimize gömdüğünü, harflerin büyülü ve mistik etkinliği sayesinde dar bir alanda kaldığımızı anlıyoruz. Hiç kuşkusuz sanatçının ironi katarak, bizi büyük kent fobisinin tam merkezine taşıdığı bu karikatür daha birçok konuyu da beraberinde taşıyor.

Kabala öğretisinde de harflerin kullanılış şekli, amacı ve içeriği son derece önemlidir. Her harfin okunuşu, bir sonrakine ek yapılması, o sesin tınısı ve bunun bedenimizle olan bütünselliği bizi mistik bir dünyanın karşısına kadar getirir. ‘Ama’ sözcüğünün görüntüsü, karikatürdeki anlamı ve gizlediği ileti bu açıdan bakıldığında ilginçtir diyebiliriz.

Karikatürde dikkatimizi çeken iki insan figürü görüyoruz. Her ikisi de birbirine çok benziyor. Sanatçı neden bunları kadın ve erkek diye ayırmadı diye sorabiliriz. Yine bu iki figürü genç-yaşlı, büyük-küçük diye de çizebilirdi. Ancak bunların hiçbirini yapmadı. Şimdi düşünelim; sanatçı neden böyle çizmiş olabilir sorusuna yanıt arayalım. Yazımızda değindiğimiz bir bölümde sözcüklerin insanı - düşünsel ve duygusal anlamda - ikiye ayırdığını, içimizdeki ‘ben’ ile çoğu kez karşı karşıya getirdiğini imlemiştik. Söz konusu karikatürde dikkat edilirse, iki figür bir diğerinin aynısı. Bu demek oluyor ki bizler için sözcükler içimizdeki “ben’in” yansımasıdır. Sözcükleri doğru kullanmak, karşımızdakiyle iletişime geçmek, bir insan olarak sosyal çevrede yaşadığımızı bilmek ve uygulamak gerekiyor. Kullandığımız her sözcük bizim içimizdeki temel değerleri yansıtan, sosyal ve düşünsel açıdan kendimizi tanımamızı sağlayan birer olgudur. Karikatürde kendimizle bile iletişim kuramayan, çevresinden kopuk, büyük kent baskısı altında yaşamaya çalışan bireyler olarak çaresizliğimizi görüyoruz. Kent kültürü derken, ‘ama’ sözcüğünün gökdelenleri andıran görüntüsünü buna örnek gösterebiliriz. Kuşkusuz bir başkası farklı bir yorum getirebilir. Sözgelimi, ‘ama’ sözcüğünü lunaparklarda bulunan aynalara yöneltebilir. Oradaki her ayna iç ve dış bükey sayesinde sizi farklı gösterir. Bir başkası ise sanatçının yapmak istediğinin sadece komiklik olduğunu, izleyeni güldürmekle sınırlı kaldığını söyleyebilir. Hatta iki figürün elleriyle birbirlerine nanik işareti yaptığını bile iddia edebilir. Öte yandan toplumların arasındaki tarihsel kavgalara dayanan savaşlara yönelik bir karikatür olduğu da dile getirilebilir. Yani, İsrail ile Araplar gibi. Peki, sizce?

İzel Rozental’ın yaratıcılığını kutlamak gerekiyor. Öncelikle Kant’ın söylediği o ünlü sözünü anımsayalım. “İnsan aklı kendi içinden çıkardığı bazı sorulara yanıt verememek gibi garip bir alınyazısına sahiptir.” Burada da sözün (sesin ve harflerin) önemi, değeri ve eksik kullanılması durumundaki etkisi bir tokat gibi yüzümüzde patlıyor adeta. Kant o ‘engeli’ anlatırken, İzel Rozental ise o ‘engeli’ tanımlıyor. Kuşkusuz işin sanat tarafından...

‘Ama’ sözcüğünün bulutlara değen görüntüsü son derece keskin, görkemli ve etkileyici olmuş. Hani, ‘yerden göğe kadar’ diye bir deyim vardır ya, işte onu anımsıyoruz. Evet, iki figürün de imlediği gibi aslında aramızda hiçbir fark yoktur. Sadece kullandığımız sözcükler hariç... Önemli olan kendimizi bilinçli tanımlamak, doğru ifade edebilmek ve karşımızdakiyle iletişim kurabilmektir. Kendi yarattığımız ‘dilin’ esiri olmamalıyız... İnsanların arasındaki iletişimsizlik, yine sesin ve sözcüklerin sayesinde aşılabilir. Konuşmak ve anlatmak demek aradaki dev engellerin kalkması anlamındadır.

Karikatürde grafik tasarım, felsefi bir yetkinlik, etkileyici atmosfer hemen dikkat çekiyor. İzel Rozental karikatür sanatını üst düzeye taşımaya çalışan bir yetkinliğe sahip. Onun çizgilerinde çoğu kez kendinizi bulabilirsiniz. Günlük yaşamda bazen gözünüzden kaçırdığınız olayların akışını, ayrıntıların arasında sıkışıp kalmış konu başlıklarını ve kendi içinizde gizlenmiş sözcüklerin tınısını duyabilirsiniz...

*Orijnal adıyla ‘Skrik’ olarak bilinen ‘Çığlık’ adlı tablo, Norveçli ressam Edvard Munch tarafından 1893’te yapıldı.