Çan, Hazan, Ezan öksüz kaldı/ Beki L. Bahar yaşama veda etti

Gazetemizde uzun yıllar “Ordan Burdan…” başlıklı köşesinde okurlarıyla buluşan,  yazdığı tiyatro eserleri, şiirleri, araştırmalarıyla Türk Edebiyat dünyasına saygın bir isme sahip,  Beki Luiza Bahar’ı geçtiğimiz hafta kaybettik. 

Toplum
24 Ağustos 2011 Çarşamba

Beki L. Bahar 19 Ağustos Cuma günü Neve Şalom Sinagogu’nda ailesinin ve sevenlerinin hazır bulunduğu dini törenin ardından, Ulus Aşkenaz Mezarlığı’nda son yolculuğuna uğurlandı.

Sinagogda gerçekleşen törende Beki L. Bahar’ın oğlu İ. İzzet Bahar, kızı Rezzan Özsarfati ve Şalom ailesi adına Sara Yanarocak, çalışmaları ve kişiliğini anlatan konuşmalar  gerçekleştirdiler.

 Bahar, 2006 yılında Dolmabahçe Sarayı’nın 150. Yılı kutlama etkinlikleri çerçevesinde davet edildi. Etkinlikte sanatçı Ali Kocatepe bestelediği, Serhat Akgün’ün  düzenlemesini yaptığı Beki L. Bahar’ın  “Çan Hazan, Ezan” şiiri TRT Gençlik Korosu  ve Ferhat Göçer, Aysun Kocatepe tarafından seslendirilmişti.

Beki L. Bahar’ın “Çan Hazan, Ezan” şiiri 1992 yılında dönemin Beşiktaş Belediye Başkanı Ayfer Feray tarafından okunmuş ve Ortaköy’deki bir elektrik direğine asılı bir levha halinde geçenlerin ilgisini çekmekte. 

Dostluk Yurdu Derneği 2008 yılının Haziran ayında “Beki L Bahar’a Saygı Gecesi” başlıklı bir etkinlik düzenlemiş; Bahar’ın kaleme aldığı “Alabora” ve “İkiyüzbininci Gece” adlı oyunlarından bazı bölümler sahneleyerek, yazarı onurlandırmışlardı.

Yazar Beki L. Bahar PEN onur üyesi idi.  PEN Türkiye Merkezi Başkanı Tarık Günersel, gazetemize gönderdiği bir e-posta ile taziyelerini sundu.

Beki L. Bahar’ın ailesine ve sevenlerine başsağlığı dileriz.

Beki L. Bahar kimdir?

1927’de İstanbul’da doğdu. T.E.D. Ankara Koleji’ni bitirdi. Bir süre Hukuk Fakültesi’ne devam etti. İlk yazısı 1958’de Haftanın Sesi’nde, ilk şiiri 1959’da Varlık Yeni Şiirler Antolojisi’nde, ilk öyküsü 1964’te Çağdaş Dergisi’nde yayımlandı. İlk oyunu “Alabora” 1970’te Ankara Devlet Tiyatrosu Yeni Sahne’de oynandı. Pek çok dergi ve gazetede deneme, araştırma, gezi notları ve şiirleri yayımlanmıştır. 

ANNEM /REZZAN ÖZSARFATI

Annem içi bir çok sıfatlar kullanılır; hoşsohbet, entelektüel, araştırmacı, tiyatro yazarı, şair,

her yaştan ve her kafadan kişiyle diyalog kurabilen…

Benim için nasıl biriydi annem?

Öncelikle benim için o bir kolorado soprano idi. Baba evinde geçirdiğim bebekliğimden tüm gençliğime, annem evde ütü yaparken, fasulye ayıklarken; Carmen,Hoffman’ın Masalları,Şen Dul, Rigoletto,opera aryalarını sesi hiç detone olmadan gün boyu söylerdi. Ondaki bu engin müzik repertuarı genç yaşta yitirdiği babasından miras kalmıştı ve o şarkı söylerken adeta babasıyla iletişime geçerdi.

Annem güçlü, her zaman dimdik, sorunlarına kendi başına çözüm bulan, başarısızlığa asla

toleransı olmayan, disiplinli, otoriter bir kişiydi.

Bu sert mizacının altında, dışarıya karşı kurşun ile mühürlenmiş bu zırhın içinde, fırtınalı

duygular, uykusuz geceler, üzüntüler, acılar ve en önemlisi evlat acısı; çünkü o evladını (ablamı)son arzusuna uyarak, saatlerce şarkılar söyleyerek son yolculuğuna uğurlamıştı. Bu çalkantılı duyguların yanı sıra onda içinden fışkıran bir yaşam sevinci, doğa sevgisi, insan sevgisi, adeta bir sevgi yumağı vardı!

SEVGİDEN YANA

Duygusuz bırakıyorsa / Bu deniz, bu bahar, / Tatlı bir söz / Gelmiyorsa içinden / Bakışın donuk / Dalmışsan görmeden

Yazık olmuş sana / Çok şey yitirmişsin / Sevgiden yana…

Ruhunun derinliklerindeki insan sevgisini anlatan şiiri:

AŞIKIM

Aşıkım ben âşık / Şu önümde emekleyen / Sonra koşup yürüyen

Büyük emeller besleyen / Biraz seven kâh sevilen / Tanrıdan gelen tanrıya dönen / İnsanoğluna âşık.

Annemin Sloganı:

Sev

Sevdir

Yaşamı güzelleştir.

Üzgünüm annemi kaybettim.

Mutluyum, bu yaz sıcağında, onu uğurlamaya gelen bunca seveni olduğu görmekten!

Cenaze töreninde yaptığı konuşma

 

Yaşarken bir can borcum vardı Allah’a

Öldüm, bir kefen borcum kaldı insanlara…  /İ. İZZET BAHAR

Sevgili Dostlar,

Mutlu Ölü şiirini okuduğum annem ilerde hep şiirleriyle, yazılarıyla anılmak istediğini söylerdi. Kendisini bilinmeyene yolcu ettiğimiz şu an, bir kaç şiirini ve onu o yapan bir kaç özelliğini dile getirip onun bu arzusunu yerine getirmek istiyorum.

Annem, İstanbul’da geçen çocukluğunun gamsız dünyasını ve o günlere duyduğu özlemi, genç yaşta kaybettiği babasına duyduğu hasretle harmanlayıp bir şiirinde şöyle anlatır,

Alçak hasır iskemleler

Pazar günü müşteri bekler,

Bir gölgeliğe kurulmuş

Ailece verilen ziyafetler.

 

O günlerde çocuktu adımız

Üç beş kuruştan servetimiz

Bulutlara sahip çıkardı  

Surlardan yüce başımız.

 

Yeditepenin Yedikulesi

Kaç Fatih görmüş bir o kadar kapısı

Yadigardı  sarmışken bizi

Yedi göbekli, marul sevdası.

……

Ekspres bilinmezdi o devirde

Önüne çıkan ilk gemide

Bir yer bulup ilişmişsek bir kez

Keyfimiz artardı  Heybeli’de.

 

Çamlar diyari Yörük  Ali

Koynunda bir ömür kalırdım demirli

Kıvrak maviler ortasında

Olurdum bir başı boş yelkenli.

 

Hey gidi geçen pazarlar

Hepsinde babam yaşar,

Gezinsem de o yerlerde

Buruk hasretim daha da artar…

 

Annem bir tiyatro tutkunuydu. Tiyatronun iyi, sadık bir seyircisi olmak bir yana, Devlet Tiyatrolarında da oynanan her biri kanaviçe işlercesine özenle yazılmış, fikir yüklü piyeslerin yazarı oldu. Bir şiirinde hem tiyatro düşkünlüğünü hem de kişinin ne kadar da kolay zalim bir eleştirmen olabileceğini dile getirir. Şiirin sonunda konu tiyatro eseri midir yoksa yaşam tiyatrosu mudur, şüpheye düşersiniz.

Kurulunca bir numaralı koltuğa

Değme keyfime karanlıkta

Yargıç kesilirim bir anda.

Yargılarım ışık içinde olanları

Oooo hem de kimleri

Örneğin: Sekizinci Henri’yi

Veya Deli Ibrahim’i.

Bazen de kan başıma çıkar

Savcılığım ağır basar

Suçlar, suçlarım durmadan

Nasıl olur anlamam

Hızımı  alamam

Makyavelim artık tamam.

Gelsin dar ağaçları, giyotinler

Daha bilmem neler neler.

Korkunç!

Ne de merhametsiz olabiliyormuş

Karıncayı incitmeyen kişi,

Bir koltukta bulunca kendisini…

 

Gezmek, yeni yerler görmek, annemin bir başka tutkusuydu. Bir şiirinde, 1960 ların sonuna doğru Barselona-Madrid arasında ailece yaptığımız bir tren yolculuğunu anlatır.  Şiirin sonunda sözü Ispanya iç savaşına getirir.

Bir kompartımanda

En azından on kişi karşı karşıya

Barselona Madrit yolunda.

Köylü kentli asker subay bir arada.

En küçük istasyonda dura kalka

“Rapido” dedikleri posta

Bizlere bir uzun oyun oynamakta

Gazeteler dergiler, sigaralar çörekler

Elden ele dolaştıkça,

Zaman azalmakta kişiler kaynaşmakta.

Bir kıta!

Bir kıta hediye etmenin gururu yüzlerde,

Geçmiş imparatorluk çakılı kalmış gözlerde

Her biri gezilecek bir yer öğütlüyor.

Tarihten süzülmüş bir de öykü ekliyor.

Bütün bir gün yetmeyebilirdi El Prado’ya

Uzanip gitmeliydik Elhambra’ya, Toledo’ya

Resimleri boy boy önümüze çıkan

Gelip geçmiş en büyük matadoru İspanya’nın

El Cordobes’i arenada görmeliydik,

Lope De Vega’yı, Cervantes’i kuşkusuz bilirdik.

Daha başkalarını da tanırdık bizler,

Örneğin:

Frederico Lorca’dan ne haber?

Subay bunalmış gibi çıktı dışarı

Başı önüne eğik daldı genç asker.

Ya ötekiler? Renk vermeyenler?

Belki de duymamışlardı bile adını!

Belki de, bu sessizliğin vardı bir anlamı…

Annemin kütüphanesinde kitapları karıştırırken rahmetli ablamın hediye ettiği Yahudi tarihi ile ilgili bir kitap gözüme ilişti. Ablam kitabin iç kapağına “Yahudi olmanın bilincini bizlere güçlü bir şekilde aşılayan anneme” diye yazmış.  Evet, annem tam bir Sefarad Yahudi annesiydi. Yahudi kimliği, gelenekleri ve kültürü, özenle korunup, çocuklara, gelecek nesillere devredilmeliydi. Anılarında ve tiyatro eserlerinde geçmiş zamanın Osmanlı ve Türk Yahudi yaşamının bazen hüzünlü, bazen de espri dolu anlatımını görürsünüz. Bir şiirinde Yahudi olmanın bedelini yarıda kalan hayatlar ve aşklarla duyumsarsınız. Toledo’nun daracık, nerdeyse hani “ben buradan geçmiştim” dedirten Buse sokağı ona ilham kaynağı olur.

Gün olur geçersen

Toledo’dan

Zamanın durduğu

“El Beso” sokağından

Anımsa sevgilim

Beş yüz yıl önce

Karşı  karşıyayken evlerimiz

Hınzırca, pencereden uzanıp

Çaldığın ilk ve son busemi…

“A mis inyetos, keridos miyos” diye başlayan bir İspanyolca şiirinde Yahudi olmanın daha da ağır ödenen bedelini isyan dolu bir şair duyarlılığıyla dile getirir. Şiir her ne kadar “torunlarım, canlarım benim” diye onlara ithaf edilmiş ise de, haykırışı bütün gelecek nesilleredir.

Hombre

Syente

No tiyenez el derito

Ni de olvidar,

Ni de pardonar!

Ben İspanyolca yetersizliğimden dolayı bu şiirin devamını  değil de, benzer duygularla yazılmış başka bir şiirin bir bölümünü sunacağım.

Yağmur yağıyordu Dachau’da,

Durup dururken Temmuz ayında!

Belki de, hergün yağar orada

Küllerini serin tutmak için

Toprağa özlem gidenlerin

Nedensiz, isimsiz öldürülenlerin.

 

Yağmur yağıyordu Dachau’da

Tek bir bulut yokken havada!

Buz gibi ölülerin gözyaşı

Tuzu kalmış gözpınarlarında

Daha bir acı,

Dikenli tellere asılı kalmış bakışları

Bilinmez bir akım geçirircesine

Ürpertiyor bizleri…

Annem özgürlülüğüne düşkündü. Hiç kimsenin hakkı yenilmemeliydi. Herkesin gönlü hoş tutulmalıydı. Kimseye minnet borcu bile duyulmamalıydı. Hele, hele çocuklara hiç mi hiç, en ufak bir zahmet verilmemeliydi.

Tekrar başa dönersek,

Annemin yaşarken bir tek can borcu vardı Allah’a

Öldü, inanın dostlar, bir kefen borcu bile kalmadı insanlara.

 

Nur içinde yatsın…  

Sev, Sevdir, Yaşamı Güzelleştir…  /SALVO YEŞUA LOYA

Duydum ki Şalom ebediyete uğurladığımız Beki L.Bahar için özel bir sayfa ya da sayfalar hazırlıyor. Bu acılı günde ne mutluluk. Hatırlanmak bilinir olmanın bir ifadesidir şüphesiz. Bu duyumdan sonra Beki Bahar’a ait fotograflarımı Şalom ile paylaşmak istedim. Şalom da bazılarını sizlerle paylaşacak şüphesiz. Çektiğim fotograflar artık belge olmuşlardı. 2010 yılının Ekim ayı idi. O gün Beki Bahar, oğlu İzzet, gelini İvet ve müşterek kadim dostları ile birlikte Tuzla’ya balık yemeğe gitmiştik. Bu her zaman bulunur bir fırsat değildi. Hava sonbaharın güzel günlerinden biriydi. Balık, kaybedilen tat’lardan arta kalanlarından biri diye düşünüyorum. Ne çok tat kaybetmişti bu şehir. O gün masada bu hanımefendinin epeyce fotografını çektim. Doğalı yakalamak her zaman kolay olmuyor. Hele birine şöyle durunuz da bir fotografınızı çekeyim derseniz alacağınız sonuç hiçte doğal olmayacak. O gün masada oturanlar bir zamanlar Göztepe Kültür Derneği’nin Kültür Komisyonu’nda neler yapmamışlardı. Yaşananlar zihinlerde hep taze kalmaktan öte bir anlam taşıyordu. Zamanla havalar değişmiş, rüzgarlar esmiş, zaman denilen fenomen o dönemlerin üzerinden geçmiş, çocuklar büyümüş, evlenmiş, torunlar bile devreye girmiş, fakat dostluklar ve beraberlikler hiç azalmamıştı. Bu dostlukların tam da düğüm yerinde hep Beki Bahar vardı. Daha doğru bir ifadeyle “önce Beki Bahar vardı” dersem hiçte abartmış olmam. Bu değerli hanımefendi olmasaydı o gün o masada oturanlar ve de oturmayan dostlar bir birlerini belki de hiç tanımayacaklardı. Bu bilinesi zor bir kayıp olurdu. ABD’de yaşayan aile fertleri ile çoğu kez İstanbul’da buluşulur, bazen de aramızdan birilerinin yolları Amerikalara düşerse mutlaka beraberlikler oralarda da devam ederdi. Aradan çok mevsimler geçmişti. yine de yüreklerde kayıtlı olan çok şeyler yaşıyordu Bahar ailesi. Hiç unutmam gelini İvet, profesörlük denen akademik unvanı aldığı vakit hepimiz gururlandık, hepimiz bu payeyi almış, hepimiz profesör olmuştuk adeta. Zeitgeist olarak adlandırılan Çağımızın Ruhu bazı insanlara belki de Amerika’ya gitmelerini öneriyordu. Bunu da Türk Yahudiliğine artı yazmak olarak görmek gerekiyor belki de. Bu değişim İzzet’i de bilim adamı yolculuğuna çıkardı. Toplumumuz bir tarihçi ve öğretim üyesi kazandı. Bu ruh şüphesiz anneden gelen ruhtu. Yeni doğan bebek beraberinde anneden aldığı 23 adet ve babadan aldığı 23 adet kromozomdan oluşan bir varlıktır. Bilim adamları böyle diyorlar. Yani sahip olduklarımızın yarısı anneden, yarısı babadan geliyor. Bu konu üzerinde biraz düşünmek gerekiyor.

Bu gün Şalom’da, değerli ve toplumda nadir yetişen bir insanın, gerçek bir hanımefendinin, birçok yönü dile gelecek. Anne diyecekler. Şair diyecekler şu kadar kitabı basılmış. Yazar diyecekler bu kadar kitabı basılmış. Tiyatro yazarı diyecekler nice tiyatro oyunu yazmış ve de oynanmış, araştırmacı diyecekler nice yazıları ve tarih araştırmaları basılmış, nice panellere konuşmacı olarak katılmış, kim bilir daha neler diyecekler, neler yazacaklar.

Vefatından kısa bir süre önce torununu evine yollar ve son yazmakta olduğu kitabının bilgisayar çıktısını hastaneye getirmesini ister, kitap bitmemiş fakat bu yüce kadının yaşam süresi bitmişti.

Evet, birçok yazılar yazılacak Beki Bahar için. Fakat tüm bu yazılar bir şeyi anlatamayacak. O 84 yaşındaki gencecik insanı kimse anlatamayacak. Ben dahil… Zira sözcüklerle bir duyguyu anlatmak sanırım imkânsızı yapmaya çalışmaktır.

Sevgili Beki şair yönü ile adeta onu da başarmış ve önceden hazırladığı mezar taşında İnsan olabilmenin simgesini üç sözcükle yazıp yaşamını mühürlemişti; bence bu üç sözcük kendisini ve evrensel insanlık anlayışını ne güzel tarif ediyor: 

Sev / Sevdir / Yaşamı Güzelleştir.

Beki L.Bahar’a  /YAKUP ALMELEK

Beki L.B ahar’la çok seyrek görüşmüşüzdür. Bazı cemiyet toplantılarında onunla birkaç dakikayı geçmeyen süreler içinde ayakta sohbet etmekten hep hoşlanmışımdır. Takdir ettiğim insanlar arasındadır çünkü. İnsani yönü çok kuvvetlidir. Kıvançla taşıdığı Türk- Yahudi kimliğinin yanında bir dünya vatandaşıdır benim betimlememde.

Günümüzde küçümsenemeyecek ulvi bir niteliktir bu.

İstanbul’un Ortaköy’ünde, meydanda, vapur iskelesinin karşısındaki elektrik direğine bağlı pirinçten yapılmış bir levhaya kazınmış bir şiiri vardır. Altındaki İmza  Beki L. Bahar’a aittir.

Beraber okuyalım ve hazmedelim bu uygarlık nişanesini:

Bir ikilem. bir kovalama, bir kaçış, bir göç, bir akın / Kimi ermiş muradına, varmış Osmanlıya

Kimi sana bana kalmış Denizler giz kuyusu / Yollar suskun

Boğazda bir yerde, Ortaköyde. / Karaya basınca ayaklar, O an yere değmiş dudaklar / Kutsanmış toprak Yaradan adına / Göklerde şükran Beyazıt Han’a

Bir ermiş ses duyulmuş Ezan /  Özgürlük yansıtmış haçın gölgesi, Çan / Gönülden bir mezamire başlamış Hazan / Korku düğümü, erinçte çözülmüş / O zaman bu zaman yan yana

Üç beş adım arayla / Sevecen bakışlar

Şehr-i İstanbul’da / Ezan, Çan, Hazan

Tek başlarına bu dizeler gönüllerde saklı bir arzuyu yansıtmıyorlar mı? Yirmi bir inci asrın olması gereken şeklini anlatmıyorlar mı? “Sevecen bakışlar”  deyimiyle Beki, insanların din ırk farkı gözetmeksizin biri birlerine sevgiyle bakmalarını öğütlemiyor mu?

Beki L. Bahar Dünya Yazarlar Birliği’nin (PEN) Türkiye’deki onur üyesidir.

Bir yazarın yaşı kaleme aldığı yapıtlarla ölçülmeli ve değerlendirilmeli.

İyi bir eş ve annelik mertebesine ulaşmasının yanı sıra Beki şiirleri, öyküleri ve tiyatro oyunları ile genç bir yazar olarak ülkemizdeki varlığını hep sürdürecek

Sevgili Beki yaptıklarınla ve başardıklarınla hep huzur içinde kal.

Beki L. Bahar’ın ardından /SARA YANAROCAK

Bugün burada, çok değerli bir hanımefendiyi son yolculuğuna uğurlamak üzere toplanmış bulunuyoruz.

Sevgili evlatlarının anneleri, sevgili torunlarının büyükanneleri ve biz onu çok seven dostlarının, okurlarının değerli sanatçısı Beki L. Bahar’ı sonsuzluğa uğurluyoruz.

50 yılı aşkın bir süredir, yazıları, makaleleri ve şiirleriyle Şalom Gazetesi’nde ve geniş toplumda, cemaatimizin yüz akı olan bu değerli insanla, 20 yıl önce Şalom çatısı altında tanıştığımızda,, onunla ne denli sıcak ve değerli bir dostluk kuracağımızı söyleselerdi inanmazdım.

Yazarlık hayatımın hemen başlangıcından günümüze değin, bana her konuda cesaret veren, sevgi dolu yaklaşan, yazın hayatımda destek ve takdirini hiçbir zaman eksik etmeyen soylu bir karakteri vardı.

Sevgili eşine, çocuklarına ve torunlarına gösterdiği sevgi ve yaklaşım, her zaman bana örnek teşkil etmiştir.

Tipik ve şefkatli bir Yahudi annesi olmasının yanı sıra, son derece değerli; araştırma, tarih, anı, şiir ve tiyatro eseri kitaplarına imzasını atmıştır. Beki Bahar, ömrünün son yıllarında, sevgili büyük kızı Sara’yı kaybettikten sonra bile büyük acısını, vakur bir asaletle, kendi içinde yaşayarak, ailesini karanlıklar içine sürüklemedi. Böylece ne kadar güçlü bir karaktere ve fedakârlığa sahip olduğunu herkese hissettirdi.

Her yaşayan fani gibi, elbette Beki de bir gün aramızdan öte âleme göçecek, sonsuzluğa ve kaybettiği sevgili varlıklarının yanına yükselecekti.

Aslolan, insanın; son yolculuğunda kendisinden sevgi ve saygıyla bahsedilmesidir. Böylesi seçkin bir topluluğun buradaki varlığı bunun en bariz kanıtıdır.

Beki Bahar aslında yok olmadı, sadece başka bir boyuta geçti.

Kendisi; çok değerli ailesinin yüreklerinde, onu sevenlerin, sayanların zihinlerinde ve geriye bıraktığı onlarca değerli eserleri ve kitaplarıyla tüm zamanlarda ölümsüz olmaya devam edecek.

Şalom Ailesi ve okurları uzun yıllar sonra bile onun yokluğunu hissedecek, kendisine örnek alacak ve saygıyla yad edecektir.

Ben ise, kalbim attığı sürece onun çok değerli sevgisini, dostluğunu ve takdirini kazanmış olmanın ve onu tanımış olmanın hazzını ve onurunu taşıyacağım.

Sevgili Beki Bahar, mekânınız cennet olsun. Melekler arkadaşınız olsun. Yeniden buluşuncaya kadar hoşça kalın sevgili dostum.

Cenaze töreninde yaptığı konuşma

Beki L. Bahar’ın Yapıtları:

Şiirler:

Yakamozlar (1963); Kişi Bunalımı+Dişi Bunalımı (1970); Doğada Düğün (1989); Koronas (Judea-İspanyolca lisanında, 2002)

Oyunlar:

Ölümsüz Kullar (Pudu Hepa), Memleket Yayınları, 1973; Donna Grasya Nasi, İsis Yayınları, 1993 (1995 Yunus Emre Başarı Ödülü. Fransızca çevirisi İsis Yayınları, 2001); İkiyüzbininci Gece, 1986; İkizler, 1986; Sıradan Bir Şey, 1984.

Basılmamış Oynanmış Oyunlar:

Balat’tan Bronx’a (Müzikli oyun); Bir Bütün; Alabora

Kitaplar: 

Efsaneden Tarihe: Ankara Yahudileri (Pan Yayınları 2003), Bir zamanlar Çıfıt Çarşısı ( Pan Yayınları 2010)

Anı:

Ordan Burdan Altmış Yılın Adından, Gözlem Basın Yayınevi, 1995.

Derleme:

Ne Kendi Tanır Ne de Söz Edeni Vardır, Gözlem Basın Yayınevi, 2000.