40 filmlik programıyla, iki salondaki ve çevrimiçi gösterimleriyle filmekimi başlıyor

9-20 Ekim tarihleri arasında yapılacak Uluslararası Yarışma, filmekimi Galaları ve Belgesel Yarışma’nın 40 filmi, Nişantaşı City’s, Kadıköy sinemalarında ve çevrimiçi gösterimlerle izleyicileriyle buluşacak. Bu yazımızda, İKSV tanıtımlarından da yararlanarak, cuma günü başlayacak festivalin programında yer alan bazı filmler arasında kısa bir gezi yapmak istedik.

Viktor APALAÇİ Sanat
7 Ekim 2020 Çarşamba

 

Bu yıl pandemi nedeniyle iptal edilen 39. İstanbul Film Festivali yaz boyunca çevrimiçi gösterimler aracılığıyla sinemaseverlere hitap etti. 9-20 Ekim tarihleri arasında yapılacak filmekimi Festivalinde Uluslararası Yarışma, filmekimi Galaları ve Belgesel Yarışma kategorilerinde 40 film gösterilecek. Nişantaşı City’s ve Kadıköy Sinemasında gösterilecek filmler yanı sıra bazıları da çevrimiçi (online) gösterimlerle izleyicileriyle buluşacak. 

Eski yılların festivallerinde 150, hatta 200 film arasında tercih yapan sinemaseverler de pandemiden nasiplerini alarak 40 filmlik bir seçkiyle yetinmek durumunda kalacaklar. Çevrimiçi gösterimler 23 Ekim’e kadar devam edeceğinden filmekimi Festivalinin süresi 15 gün olacak. Bu yazımızda cuma günü başlayacak festival programındaki bazı filmler arasında, İKSV sitesindeki tanıtım bilgilerinden de yararlanarak, sinemasever okurlarımla birlikte bir geziye çıkmak istedik. Tiyatro ve konserlerin pandemi döneminde hasar aldığı sanat dünyamız filmekimi Festivalinin çevrimiçi gösterimleriyle teselli bulacak. 

 

filmekimi’nin ağır topu: ‘NOMADLAND’

Chloé Zhao‘nun ‘Nomadland’i bu yılki Venedik Film Festivalinden Altın Aslan Ödülüyle döndükten sonra Toronto Film Festivalinde de övgü topladı. ‘Nomadland’ 2021 Oscar Ödüllerinin en büyük favorisi konumuna geldi. Jessica Bruder’in romanından senaryosunu yazdığı filmde Chloé Zhao yönetmen, kurgucu ve yapımcı olarak karşımıza çıkıyor. Western draması ‘The Rider’ (2017) ile ünlenen Chloé Zhao, Amerika’nın batı bölgelerinden şaşırtıcı insan hikâyeleri anlatmayı ‘Nomadland’ ile sürdürüyor. 

Film 2007-2008’deki ekonomik gerilemenin ardından, köklerini ve bağlarını yok sayarak karavanda yaşamaya başlayan 60 yaşlarındaki bir kadının başından geçenleri anlatıyor. Frances McDormand’ın canlandırdığı, maddi sıkıntıya düşen kadının, ABD kırsalındaki yolculuğunu merkezine alan bu yol filmini, sinema salonlarını tehlikeli bulan okurlarım, filmekimi’nden iki ay sonra (pandeminin gevşeyeceği temennisiyle) 1 Ocak 2021’de vizyona girdiğinde izleyebilecekler. 

Chloé Zhao bu filmde Frances McDormand’a senaryosunda üçüncü bir Oscar Ödülü için muhteşem bir karakter yazmış. ‘Fargo’ ve ‘Three Bilboards Outside Ebbing, Missouri’ filmleriyle En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu Oscar’ını iki kez kazanan McDormand bu kez En İyi Kadın Oyuncu Ödülü için yarışacak.

 

Eytan İpeker’in beklenen belgeseli

Filmekimi programında iki Holokost filmi var. Eytan İpeker’in ‘Miss Holokost Survivor’ adlı belgeseli ve Vadim Perlman’ın ‘Umudun Dili’ filmi. Eytan İpeker’in yönetip kurgusunu yaptığı, Yoel Meranda’nın yapımcısı olduğu ‘Miss Holokost Survivor’ filmekimi’nin Ulusal Belgesel Yarışma programında yer alacak. İKSV’nin tanıtım sitesindeki bilgiler şöyle: 2011’den bu yana her yıl Hayfa’da Nazi soykırımından kurtulan kadınlar için bir güzellik yarışması düzenlenmekte. Seksenine merdiven dayamış yarışmacıların kırmızı halıda yürüyüp kendilerini jüriye beğendirmeye çabaladıkları bu etkinliğin sponsoru, İsrail’deki sağcı hükümetin politikalarını destekleyen uluslararası bir kurum. Bu belgesel, toplumsal belleğin nasıl zaman aşımına uğrayıp gösteriye dönüştüğünü gözler önüne seriyor. 

Vadim Perlman ‘Umudun Dili / Persischunden’ Holokost dramı ile beyazperdedeki temsili her zaman zorlu olan bu ağır meseleye yepyeni bir bakış getiriyor. Toplama kampında esir tutulan Gilles, idam edilmekten kurtulmak için İranlı olduğu yalanını söylüyor. Bir Nazi subayına Farsça öğretmesi istendiğindeyse filmin asıl ilginç yanı ortaya çıkıyor. Gilles bir Nazi’ye öğretmek için yeni baştan bir dil yaratmak zorunda kalırken film de hafıza, dilbilim ve kimlik gibi birçok farklı kavramın etrafında özgün yollar buluyor. Robin Campillo’nun Cannes’da Jüri Büyük Ödülü kazanan ‘Kalp Atışı Dakikada 120 / 120 Battements Par Minute’ filmiyle yıldızı parlayan Nahuel Perez Biscayart’ın muhteşem performansıyla akıllara kazındığı yapıt, son dönemlerde izlediğimiz en sıra dışı Holokost filmi olmaya aday. 

 

Ozon ve Kawase’nin son filmleri

1985 yılında Normandiya kıyısında geçen konusuyla ‘85 Yazı / Eté 85’te François Ozon bir büyüme öyküsü anlatıyor. Bir önceki filmi ‘Yüzleşme/ Grace A Dieu’ ile Berlin’de Jüri Büyük Ödülü kazanan François Ozon ‘85 Yazı’ ile yeniyetmelerin dünyasına eğiliyor. Bu yıl iptal edilen Cannes Film Festivali seçkisinde yer alan filmde, 16 yaşındaki Alexis denizde yüzerken kopan bir fırtınada, 18 yaşındaki David tarafından kurtarılıyor. Rüyalarını süsleyen arkadaşına rastladığına inanan Alexis’in rüyası bir yaz süresinden fazla devam edecek midir? Ozon, duygu yüklü bir sinema diliyle bu soruya cevap arıyor. Ozon, filmin senaryosunu Aidan Chambers’in ‘Mezarımda Dans /Dance On My Grave’ adlı romanından uyarlamış.

 Toronto Film Festivali sitesinden izleme fırsatını bulduğum ‘Anne Gibi / True Mothers’insenaryosunu Japon usta Naomi Kawase, gizem kitapları yazarı Mizuki Tsujimura’nın romanından uyarlayarak yazmış. Çocuk sahibi olamadığı için Hiroşima Adasındaki bir merkezden bebek evlat edinen bir çifti izleyen film, duygusal anlatımıyla öne çıkıyor. Evlat edindikten altı yıl sonra, bebeğin gerçek annesi olduğunu iddia eden genç bir kadının ortaya çıkıp para talebinde bulunmasıyla film kulvar değiştiriyor. Kawase, kahramanlarının adını taşıyan bölümlerle, geriye dönüşlerle, sağlam karakter tahlilleri yapma fırsatı buluyor. Tabiat aşığı Japon yönetmen yine ormanları, ağaçları mizansenine dâhil ediyor.

 

İki Avrupalı ustanın filmleri

Cannes Film Festivalinden ödüllü ‘Gomorra’ (2208) ve ‘Dogman’ (2018) filmlerinden tanıdığımız Matteo Garrone, son filmi ‘Pinokyo / Pinocchio’da, ‘Masalların Masalı / İl Racconto Dei Racconti’den (2015) beş yıl sonra masalların dünyasına bağlılığını kanıtlıyor. Garrone, bu yeni filminde, yalan söyleyince burnu uzayan Pinokyo kuklasının klasikleşmiş hikâyesine yeni ve karanlık bir çehre kazandırıyor. Aktör - yönetmen Roberto Benigni’nin olağanüstü bir Geppetto Usta karakteri yarattığı film, Pinokyo öyküsünün kökenlerine iniyor ve yine zengin referanslarla masalların dünyasının içine dalıyor. 

Günümüz Alman sinemasının en prestijli yönetmenlerinden Christian Petzold’un son filmi ‘Undine’, bir önceki filmi ‘Transit’in oyuncuları Paula Beer ve Franz Rogowski ile yoluna devam ediyor. Petzold’un oyuncu seçimindeki isabeti, son Berlin Film Festivalinde Paula Beer’in En İyi Kadın Oyuncu Ödülü ile tescil edilmiş oldu. Bir çeşit ‘su perisi’ anlamına gelen ‘Undine’ miti üzerine, Petzold konusu günümüzde geçen bir aşk öyküsü anlatıyor. Alman yönetmen tarih, bellek ve kimlik konularını bir kez daha mercek altına alırken, su perisi mitini kadın bakış açısıyla yeniden ele alıyor. ‘Undine’ye, geçmişimizden koptuğumuzu ancak hayatlarımızın merkezine sevgiyi alarak bunu aşabileceğimize dair çağdaş bir fantezi gözüyle bakılabilir.

‘Undine’ ile ‘85 Yazı’ filmlerinin BAŞKA SİNEMA’nın önümüzdeki aylarda gösterilecek filmleri listesinde yer aldıklarını, pandemi döneminin bu zor günlerinde henüz sinema salonlarına gitmeyi düşünmeyen okurlarım için not düşeyim.

  

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün