El-Hüseyni’nin beklentileri

Britanya’nın 1939 savaşının hemen öncesinde, mayıs ayında benimsediği ve parlamentoda yüksek bir oy oranı ile kabul edilen MacDonald Beyaz Kitabının, Araplar tarafından reddedilmesi, kimi Arap tarihçiler tarafından dahi hata olarak nitelendirilir.

Marsel RUSSO Perspektif 1 yorum
24 Haziran 2020 Çarşamba

Chamberlain Hükümetinin kırılgan dış politikası Avrupa’da Hitler’e derin bir hareket alanı sağlamış, Britanya’yı, Almanya karşısında zayıf duruma düşürmüştü. Eylül 1938’de Britanya, Fransa ile Almanya arasında imzalanan Münih Konferansı, Çekoslovakya’nın Alman kontrolüne geçmesine yol açacak, olası bir Bolşevik Devriminden çekinen Londra ve Paris, Moskova ile anlaşma yollarını tüketecekti. Adım adım karanlığa doğru akan olaylar zincirinde, İngiltere 1936’dan beri başını ağrıtan Filistin’deki Arap isyanını toparlamak ve Avrupa’da yaşanabilecek zorlu bir döneme kendini hazırlamak ister. Doğrudan Manda İdaresini hedef alan Arap isyanı, bölgede görev yapan İngiliz idari ve askeri personel tarafından çözüme kavuşturulmaktan uzak bir hal almıştı.

Londra’daki çevrelerde, bölgedeki Arapların Almanlarla askeri bir anlaşma içerisine girebilecekleri savı, bir yandan İngiltere için stratejik öneme sahip Mısır’ı ve ötesinde Doğu Akdeniz’i karıştıracak bir duruma adaydır. MacDonald Beyaz Kitabı, ana başlıklarına bakılacak olunursa, esas itibarı ile, Arapları Almanlara kaptırmamak için yapılan bir açılımdır.

Daha önce Peel Komisyonunun önerdiği ancak taraflarca kabul edilmeyen taksim planının aksine, Mayıs 1939 Beyaz Kitabı, Manda yönetimine Yahudi girişlerini, gelecek beş yıl için 75 bin kişi ile sınırlamakla kalmıyor, imza altına alındığı tarihten itibaren on yıl içinde, burada bir Filistin Devletinin kurulmasının da önünü açıyordu. Bu devlet, Arap ve Yahudiler tarafından, nüfusla oranlanacak ortak bir yapılanma ile yönetilecekti…

Yahudi Ajansının yayınlanan bu maddeleri neden ret ettiği ortada iken, Arapların da buna direnç göstermeleri anlaşılır olmaktan uzaktı. Aslında bünyesinde birçok parti ve fraksiyonu barındıran ve Filistin’deki ulusal Arap hareketini temsil eden, Yüksek Arap Konseyi, açılımın tüm maddelerini tek tek incelemiş ve olumlu görüş bildirmişti. Oyunu bozan, Hacı Emin el-Hüseyni’den başkası değildi. Konsey üyesi, İstiklal Partisi Başkanı Avni El Abdülhadi’nin notlarında, konu ile ilgili şöyle bir kayıta rastlanır: “Gerçeği söylemek gerekirse ben önerilen maddelerin kabul edilmesinden yanaydım. İngilizlerin geriye bir adım daha atacak durumları yoktu. Politikanın en önemli gereklerinden biri neyin mümkün olup olmadığını anlamaktır. İnat etmek yerine, verilebileni almak, belki de biraz daha fazlası için pazarlık etmek siyasi açıdan en doğru olandır[i].”

İsyanın akışında Müftü’nün yanında toplanmaya başlayan cihatçı grupların da etkisi ile ortaya çıkan ret cephesi, Beyaz Kitabın tüm maddelerine karşı gelir. Durum, İngiltere’nin kendisini siyasi pazarlıkların içine dahil etmesini isteyen el-Hüseyni için uygun bir ortam yaratmıştı. Değerlendirme mekanizmasının dışında kalmak, kendisine kurtarıcı olarak bakan gençlerin gözünde prestij yitirmek olacaktı. 

Filistin kökenli Amerikalı tarihçi Philip Mattar, el-Hüseyni’nin Manda İdaresi ve Arapların durumu ile ilgili duruşunu, birbirine taban tabana zıt iki döneme ayırıyor. Birincisini Filistin dönemi olarak adlandırıyor. Müftü, güçlü ve muhafazakâr bir aileden gelen tipik bir lider imajı çizmekte, otorite ile arasını iyi tutmakta, onunla işbirliği yapmaktadır. İkinci dönemi ise sürgün dönemi olarak adlandırıyor. İngilizlerden koparak gittikçe Mihver eksenine kayan bir profil çizmektedir bu dönemde…

“Birinci dönemde, Yahudilerin Filistin topraklarındaki ihtiraslarını anladığı ve bildiği halde, Müftü, İngilizlere yakın çalışmış ve Arap ulusal hareketinin manevra alanını daraltmıştı. Oysa o dönemde halkının taleplerini doğru bir şekilde ortaya koyabilecek ortama sahipti ve Araplar açısından, silahlı isyana gerek kalmadan bazı kazanımlar elde etmek mümkün olabilirdi. Ancak pasif kalmayı tercih etti. Bu süreç içerisinde Filistin’deki Yahudi nüfusu 1917’de 50 bin kişiden 1936’da 384 bin kişiye çıktı. 

Arap isyanının Britanya tarafından bertaraf edilmesinden sonra Arapların kozları gitgide kısıtlandı. Müftü, bu gerçeği bildiği halde, bu kez Manda idaresine karşı aktif ve dirençli bir politika izlemeye başladı… Kısaca, Filistin döneminde ılımlı, sürgün döneminde isyancı yaklaşım, manda sınırları içindeki Arap halkının yenilmesine yol açtı…’[ii]

Kimi görüşe göre, ulusal Arap hareketinin başlarında, cihadi görüşün eksikliği, el-Hüseyni’yi rehavete sokmuş, İzzettin El Kasım’ın kurguladığı dinci başkaldırı onu kendisine getirmiş ve her Filistinlinin lideri olmaktansa, İslam’ı esas alan halkın lideri olmayı tercih etmişti[iii].

Arap tarihçiler bu aşamada el-Hüseyni’yi başarısız politikaların mimarı olarak lanse eder. Zikzaklı yönelmeleri, ‘ilki 1931 yılında Kudüs’te toplanan İslam Konferansındaki prestijini yerle bir etmiştir’[iv] diye fikir belirtirler, onun söylemlerinden ve eylemlerinden kendilerini soyutlamanın çarelerini ararlar adeta… 

1941 Mayısında, Hitler ordularının batı ve orta Avrupa’yı dize getirdiği dönemde, Irak radyosundan yaptığı çağrıda “Dünyadaki tüm Müslüman kardeşlerimi Allah adına cihada davet ediyorum. İnananlar birleşin ve bu çağrıya uyun” diyecekti[v]. Britanya’ya karşı böylesi bir söylem, zamanlama açısından çok manidardır. Benzer şekilde, Filistin’deki Arap kurtuluşunu, cihada bağlamış, ulusal Arap hareketinin içindeki Dürzü ve Hıristiyan unsurları devre dışı bırakmıştı.

El-Hüseyni’nin amacı Londra hükümetine karşı bir dalgalanma yaratmak, Britanya ordusu içinde savaşan Müslümanlara ya da Londra’nın Mısır’dan Hindistan’a uzanan etki alanındaki Müslüman halka, başkaldırıyı hedef göstermekti. Muhakkak ki, bu çıkışının, yakında gerçekleştireceği Roma ve Berlin ziyaretleri öncesi, Duçe ile Führer nezdinde puan toplama telaşı ile ilgisi vardı, hiç şüphesiz.

Londra’nın 1939 Beyaz Kitabı ile uzattığı eli geri çevirdiği yetmiyormuş gibi, bir adım öteye gidiyor, ona, gücü yettiğinde savaş açıyordu. Oysa en çok istediği, Filistin’e Yahudi göçünü durdurmaktı. İlk hareket noktası bu kadar netti. Bunu Manda İdaresinin yöneticileri ile çözebileceği yerde, onlara gözdağı vermenin matematiği aslında basitti. Yahudi yanlısı Churchill’e güvenmesi mümkün değildi. İngilizleri Alman silahı ile saf dışı bırakacaktı.

Ve henüz Avrupa’ya doğru yola çıkmadan, Nazilerin Yahudi sorununa geliştirdikleri cevabı da biliyordu. İlham aldığı güç buydu. Şahlanışını Yahudileri Nazi yöntemleri ile yok etmek üstüne kurmuştu. Benzerini Filistin’de yapmak için araştırdı, toplama kamplarını ziyaret etti, yok edişin felsefesini ve teknolojisini anlamaya çalıştı. Gücü Alman ordularının başarısı ile kısıtlıydı. Onların Britanya’yı dize getireceklerinden, Filistin’i Yahudilerden temizleyebileceğinden emindi. Onlara güveniyordu. Öyle olmadı. 

 

 

 

 



[i]  Bayan Nuvayhid El-Hüt, 1917-1948 arası Filistin Siyasi Tarihi

[ii] Phlip Mattar, “The Mufti of Jerusalem - Kudüs Müftüsü” S. 123, 124

[iii] Gilbert Achcar – The Arabs and the Holocaust – S.144

[iv] Gilbert Achcar – The Arabs and the Holocaust – S.145

[v] Muhammed Emin El-Hüseyni – “Emin El Hüseyninin cihat fetvası” , Oriente Moderno 1941, S.552

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün