Kaybolan mekânlar – Kaybolan tatlar: Bir zamanlar Nişantaşı´nda…

Yıllardır yaşadığım ve sokaklarını keyifle defalarca arşınladığım semtim Nişantaşı’nda, geçtiğimiz günlerde sevdiğimiz bir lezzetin unutulmaz mekânı Konak Pastanesinin yeniden açılacağını görmek beni pek sevindirdi. Bu vesile ile bir zamanlar önünden geçince içeri girip bir şeyler almadan çıkamadığımız o günlere gidiverdim.

Elda SASUN Yaşam
11 Mart 2020 Çarşamba

Valikonağı Caddesinin hemen başlarında, 1975 yılından beri yer alan Konak Pastanesinin insanı içeri çeken renkli vitrini, birkaç basamak inerek içeriye girdiğinizde sizleri bir lezzet ülkesine götürüverirdi. En başta eşsiz badem kurabiyeleri, unutulmaz ufak pasta çeşitleri arasında en sevdiğimiz eklerler ve çeşitli renkli portakal, incir şekerlemeleri, her biri hakiki bir renk ve koku şenliği gibiydi. Bunların yanı sıra sabahın erken saatlerinde kapılarını açan pastanedeki poğaça, ayçöreği, açma ve kahvaltılık aklınıza gelecek her türlü hamurlu ürünler, ayrı bir keyifti. En çok özlediğim şey ise her dinin bayramlarında özel olarak hazırlanan ürünler, o otantik ürünlerdi: Purim Bayramı geldiğinde çocukluğumuzdan kalan nostaljik, kırmızı - beyaz şekerden yapılan içi meyveli tatlılarla dolu sepetler, Pesah Bayramında pişen tezpişti, hamursuz kekler... Bir de, yine Pesah Bayramının sabırsızlıkla beklediğimiz vazgeçilmez şarope blako veya beyaz reçelleri. Sevgili anneannem Fortüne bu reçeli evde yapmayı bilir, her bayramda başkalarına da dağıtılmak üzere bolca hazırlardı. Bademli şaropenin tadına ise hiç doyum olmazdı... Maalesef artık kimsenin evde yapmadığı bu geleneksel reçel bademli, portakallı, kaymaklı çeşitleriyle Konak’ta her sene hazırlanır ve hemen bitiverirdi. Bayram zamanında birçok kez içeriye girip, reçelin birçok arkadaşım için her çeşidinden aldığımı, biten lezzetlerinde tekrar ne zaman hazır olacağını sık sık sorduğumu gayet iyi anımsıyorum.

Paskalya Bayramı geldiğinde, mis gibi kokan paskalya çörekleri ile vitrini süsleyen renkli boyanmış yumurtalar hiç eksik olmazdı. Her bayramda her dinin kaybolan gelenekleri yaşatan bu mekân Akın Ailesi tarafından açılmış ve aile kendini bu güzel tatlara adamış. Baba Akın, acıbadem kurabiyesini seven eşi ve çocukları ile birlikte Nişantaşı’nda Konak Pastanesini hepimiz için vazgeçilmez, sevilen bir yerine dönüştürmüşlerdi. Konak Pastanesinin çok yakınında, pastaları dışında, eşsiz tuzluları, çester ve börekleri ile hâlâ anılarımızda olan Görgülü Pastanesini de anmadan geçmeyeceğim…

Tarihi Nişantaşı

Valikonağı Caddesi ve Nişantaşı’ndan bahsederken biraz da semtin tarihine değinmek istedim. Nişantaşı’nın geçmişi 1700 yıllarına dayanıyor. Osmanlı İmparatorluğu Devrinde, padişahların ava çıktıkları zaman yaptıkları ok atma yarışmalarında, en uzağa attıkları okun düştüğü yere, anıt nite­liğinde nişan taşları dikilirmiş. Ok atma yarışlarının yapıldığı yer halen, aynı isimle anılan Okmeydanı olup, hedef Nişantaşı’ndaki nişan taşları imiş. Nişantaşı’nda, halen beş tane nişan taşı bulunuyor. Birinci­si II. Selim tarafından Teşvikiye Camiinin avlusunda tam kapı girişinde bulunan taş; ikincisi ise II. Mahmut tarafından yine Teşvikiye Camiinin avlusunun içerisinde bulunan taş. Bu taşların her ikisinin üzerinde o dönem padişahının fermanları yazılı. Üçüncü taş Harbiye Karakolunun önünde yer alıyor. Padişah Abdülmecid zamanında, 1853-1854 yılları arasında dikildiği zamanda bölgede ne Nişantaşı ne de Teşvikiye Mahallesi diye bir yer henüz yokmuş. Dördüncü taş, Teşvikiye Caddesi ile Valikonağı Cadde­sinin kesiştiği kavşakta, eskiden birçoğumuzun hatırlayacağı, bir trafik polisinin durduğu yerde 1853-54 yıllarında Padişah Abdülmecit tarafından dikilmiş. Beşinci taş ise, ıhlamur ağalarının bol olduğu Ihlamur Yolu üzerinde duruyor. Nişantaşı’nın dikili nişan taşlardan ismini alarak, semte dönüşmesini anlatan bu devirde taşların üzerinde, "Eser-i avâtıf-ı Mecidiyye/Mahalle-i Cedide-i Teşvikiyye" veya günümüzün Türkçesiyle, "Abdülmecid'in karşılıksız iyilikseverliğinin eseri olan yeni Teşvikiye Mahallesi" yazısı okunur. Abdülmecit’in ölümünden 1870’lerde Nişantaşı imara açılır.*

Yazar ve gazeteci Hıfzı Topuz, Nişantaşı üzerine yazdığı kitaptan ve ikimizin müşterek mahallesi olan bu semtten bahsederken, “Nişantaşı’nı çocukluğunuzda tanıdınız. Geçmiş günlerden bugünlere baktığımızda Nişantaşı’ndan geriye ne kaldı?” diye sorduğumda bana şunları anlatmıştı:

 “Nişantaşı’nda konaklar vardı, Şişli Terakki bile eski bir konaktı. Artık geriye hiç konak kalmadı. Bizim Hacı Emin Sokak’taki konaktan da şu an salonumda bulunan tek bir resim hatıra kaldı. Nişantaşı’nda eski İstanbul ve Selanik kökenli aileler otururdu. Herkes birbirini tanır, selamlardı. Tramvayla yolculuk eder, tramvaydan inince de aynı insanlara rastlardınız. Cumartesi günleri alışveriş veya gezmek için sokağa çıktığınızda, yine herkes tanıdıktı. Konaklarda yaşadığımız için apartman komşuluğu yoktu ama yanımızdaki konakta oturanları bilirdik.

1920 yıllarında yeni binalar, apartmanlar yapıldı. Bunların bazıları hâlâ duruyor. Çarşı diye bir şey hiç yoktu; alışverişe ya Beşiktaş’a ya da Pangaltı’ya giderdik. Rumeli Caddesinde Rio Pastanesi ve bir kırtasiyeciden başka dükkân yoktu. Tanıdıklarımızla Tan Sinemasının arkasında bulunan Haylayf Pastanesinde buluşurduk. Doğumumdan 1958’e kadar burada yaşadım.”

Sanırım Nişantaşı konakları bol olan bir semt olduğu için, Konak adında pastane dışında bir mekâna daha ilham kaynağı olmuş. Burada anmak istediğim bu yer, aile büyüklerimizin, anne ve babalarımızın daha sonra da bizim gençliğimizin popüler yeri ‘Konak Sineması’. Sinema, Valikonağı Caddesi üzerinde, Maçka Parkının karşısında 1950’lerde Başaranlar tarafından inşa edilmişti. Salı akşamları filmlere abonmanlarını hâlâ hatırlayanınız mutlaka vardır. Bir zamanlar abonman veya tüm sene geçerli olan haftalık bilet satın alınan bu sinema salonunda, her salı yeni bir film ekrana gelirmiş. Genellikle Fransız ve frankofon ağırlıklı, kaliteli filmlerin oynatıldığı Konak Sinemasında cumartesi günleri 14.30 ve 17.00 matinelerine gitmek de o günlerdeki en çok istek uyandıran etkinlikti. Sinemanın girişi ve fuaye uzun tavanlı, hele sinema balkonu oldukça rahat koltuklarla döşeli kocaman bir salondu. Maalesef 1980’lerin son yıllarında kapanan sinema hâlâ her önünden geçtiğimde beni o günlerdeki güzel anılara götürür.

 

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün