Güney Kore’nin ‘Çirkin, kirli ve kötüleri’

Yılın en iyi filmleri arasında gösterilen ‘PARAZİT’ filmekimi’nin de gözdesiydi.

Viktor APALAÇİ Sanat
30 Ekim 2019 Çarşamba

Ülkesine ilk Altın Palmiye Ödülü’nü getiren Bong Joon-Ho, filminde komedi-dram-korku filmi ve fantastik türlerini denge içinde harmanlama başarısını gösteriyor. Farklı sosyal sınıflara mensup iki aile üzerinden film etkileyici bir toplumsal eleştiri çıkarıyor.

Mizah duygusu yüksek, hicivden beslenen sinemasıyla Koreli usta sınıf ve gelir eşitsizliğinin altını çizerken etkili bir burjuvazi eleştirisi yapmaktan geri kalmıyor. Ettore Scola’nın başyapıtı ‘Çirkinler, Kirliler ve Kötüler’i akla getiren film, Napoli banliyösündeki kirli aileyi Seul’a taşıyor.

 

Bu yıl Cannes’da Altın Palmiye, Sydney’de En iyi Film Ödüllerini kazanan ‘Parazit/Gisaengchung’ filmekimi’ni izleyen eleştirmenlere göre programdaki 64 filmin en kalitelisiydi. Bu film ile ülkesi Güney Kore’ye ilk Altın Palmiye Ödülü’nü getiren Bong Joon-Ho, filminde komedi-dram-korku filmi ve fantastik türlerini denge içinde harmanlama başarısını gösteriyor.

Konusu itibarıyla geçen yılın Altın Palmiye’li Japon filmi Hirokazu Kore-Eda’nın ‘Arakçılar’ı ile akrabalıklar taşıyan ‘Parazit’, ülkesinin tüm gişe rekorlarını kırıp 10 milyon izleyiciye ulaştıktan sonra Güney Kore’yi Oscar yarışında temsil edecek.

‘Parazit’te, ‘Arakçılar’da olduğu gibi ayakta kalabilmek için her türlü yola başvuran Makyavelist fakir bir aile var. Neredeyse sefalet içinde yaşayan, tümü işsiz Seullu Kim ailesinin fertleri gerçek kimliklerini bir şekilde saklayarak, hile ve kurnazlıkla, birer birer zenginlikleri sınır tanımayan Park ailesini hizmetine giriyor.

Metaforlar aracılığı ile toplumsal eleştiri

Farklı sosyal sınıflara mensup bu iki aile üzerinden Bong Joon-Ho, etkileyici bir toplumsal eleştiri çıkarmayı başarıyor. İki aile arasındaki tuhaf işbirliği sürerken sınıf atlama çabası ve servet kibrinin yol açtığı trajikomik olaylar ardı ardına gerçekleşiyor.

Mizah duygusu yüksek, hicivden beslenen sinemasıyla Güney Koreli usta, sınıf ve gelir eşitsizliğinin altını çizerken, etkileyici bir burjuvazi eleştirisi yapmaktan geri kalmıyor.

Sinemasının hicivden beslenen karakteristikleri olan, aşırı burlesk durumlar yaratma ustalığı, oburlukta ve açgözlülükte doyumsuzluk, kaotik ortam yaratma becerisi ve gergin kurgu alışkanlıkları gibi hasletlerinin tümünü Bong Joon-Ho ‘Parazit’te sergilemiş.

Ülkesi Güney Kore’yi neo-liberal sistemin bir laboratuvarı olarak ele alan senarist-yönetmen sınıf çatışmasını ince bir mizah duygusu eşliğinde gözler önüne seriyor.

Zaman zaman aşırı şiddet sahnelerine yer veren film izleyicisini alt sınıfın yanında saf tutmaya yönlendiriyor.

Bong Joon Ho’nun duygu dolu sinema dili, Ettora Scola’nın 70’li yıllarının başyapıtı ‘Çirkinler, Kirliler ve Kötüler/Brutti, Sporchi e Cattivi’sini akla getiriyor. Napoli banliyösündeki kirli bir aileyi Koreli yönetmen başkenti Seul’a taşıyor.

Ülkesindeki sınıflar arası uçurumun sebep olduğu sosyal çatışma ortamından yararlanan Joon-Ho, metaforlar aracılığıyla yaptığı burjuvazi eleştirisinde, hayatın gerçekleri, fırsatçılık, hüzün gibi temaların da hakkını veriyor.

Farklı sosyal statülü iki aile

Küçük bir pencereden bir çıkmaz sokağı gören bir bodrum dairesinde koyu bir sefalet içinde yaşayan, tümü işsiz Kim Ailesinin bir bireyi zengin bir evde işe girme fırsatını bulur. Yurtdışına giden arkadaşının İngilizce hocalığına talip olan Kevin, fotokopiyle sahte evrak üretmede uzman olan kız kardeşinin hazırladığı sahte diplomayı referans olarak gösterip, Park ailesinin kızına ders vermeye başlar.

Kevin müthiş bir manipülasyonla Parkların personelini işten kovdurup kız kardeşini, anne-babasını aynı evde işe yerleştirmek için her türlü yalan ve hileye başvurur.

Böylece şehrin lüks bir semtinde, bahçeli bir villada, görkemli dekorasyonlu, bol personelli bir hayat süren dört kişilik Park Ailesiyle tanışırız.

Hamam böcekleri gibi bir bodrum dairesinde tıkılıp yaşayan, internet abonmanları kesildiği için üst kattaki mağazanın wi-fi’ından yararlanmak için tuvaleti kullanan Kim Ailesi ve hiçbir masraftan kaçınmayarak lüks hayat süren Parklar üzerinden Bong Joon-Ho bir sınıfsal çatışma komedisi çıkarıyor.

İki ayrı sosyal sınıfa mensup iki aileyi aynı evde, aynı ortamda birleştiren yönetmen, trajikomik öyküsüyle, Batılılaşan ülkesinde kapitalizmin yaptığı tahribatı gözler önüne seriyor.

Melankoliyle yaklaştığı fakir sınıfın ise fırsatçı, açgözlü, zenginlere karşı içinde kin barındıran yüzünü de sergilemekten geri kalmıyor.

Sürprizli, incelikli sağlam senaryo

Kim Ailesinin reisi Ki-Taek (Kang-Ho Song) işsiz bir şofördür, karısı artık çalışmıyordur, oğlu tahsilini yarıda bırakmıştır, kızı ise yüksek teknolojik bilgisiyle her türlü hileyi yapabilmesine rağmen işsizdir. Başarılı bir iş adamı olan Park Ailesinin reisi (Lee Sun Kyun) her türlü imkân tanıdığı eşine, 15 yaşındaki kızına ve küçük oğluna müreffeh bir modern hayat tarzı yaşatıyordur.

Kevin, kız kardeşini terapist ve resim öğretmeni olarak, babasını şoför, annesini de hizmetçi olarak Parkların yanına yerleştirir. Ancak villanın bahçesinde verilen görkemli bir doğum günü partisinde gelişen beklenmedik bir olay sonrası iki ailenin kaderi değişir.

Filmin bu kilit noktasından sonra gelişen olaylar ‘Parazit’i bambaşka bir kulvara sokuyor. Bong Joon-Ho şiddet filmlerinde de başarılı olduğunu kanıtlayan, sonu kötü bitebilecek kanlı kavgalarla ölümcül kovalamacalarla, izleyicisini ters köşeye yatırıyor.

Filmin müthiş oyuncu kadrosu yönetmenin mizansenine katkıda bulunuyor. Başta Güney Kore’nin ünlü aktörü, şoför baba rolündeki Song Kang-Ho olmak üzere, Park ailesinin reisini oynayan Lee Sun-Kyun, sosyetik karısında Yeo-Jeong Cho, hizmetçi anne de Hyae Jin Chang ve Kevin’de Junh Hyeon-Jun çok başarılı. Yönetmenin fetiş oyuncusu üç filminde oynayan Song-Kang Ho, ‘Parazit’in burleskten trajediye, komediden şiddete geçmesinde birinci derecede etkili oluyor. Yumuşak başlı, saygılı şoförün eline fırsat geçince, şiddet yanlısı yüzünü ortaya çıkaran bir performans izledik.

Netflix’in alınmamasının yolunu açmıştı.

Kaotik ortam yaratmada usta bir Koreli

Yazımızı türler arasında dolaşmaktan hoşlanan, hep mesaj taşıyan filmler yapan, kaotik ortam yaratmada ustalığını kanıtlayan Bong Joon-Ho ile bitirelim.

Senaryo yazarı- yönetmen, 1969 Deagu doğumlu Bong Joon-Ho’nun aktifinde yedi uzun metrajlı film var. ‘Barking Dogs Never Bite’ (2000) ile başlayan sinema kariyerine bir polisiye olan ‘Memories of Murder’ (2003) ile devam etti. Bu filmde üç dedektif, kadınları öldüren bir seri katilin peşine düşüyordu.

Yönetmenin Cannes Festivaline katıldığı, ‘Yönetmenlerin 15 Günü’ bölümünde gösterilen ‘The Host’u (2006) bir canavar filmi idi. Seul’den geçen Han River nehrinden çıkan devasa canavar dehşet yaratıyordu.

Cannes’da yine aynı bölümde gösterilen ‘Ana/Mother’ (2009), bir annenin oğlunun üstüne yıkılan korkunç bir cinayetin asıl suçlularını aramasını anlatıyordu.

Tilda Swinton ile Ed Harris’in oynadığı, yönetmenin ülkesinin dışında yaptığı ilk film ‘Snowpiercer’ (2013) bir bilimkurguydu. Yine Tilda Swinton’la yaptığı ve Bong Joon-Ho’nun Cannes’da ana yarışmaya ilk kez katıldığı ‘Okja’ (2017) dev bir domuzun fantastik öyküsüydü. Jüri Başkanı Pedro Almodovar Netflix ürünü bu filme karşı tepki koymuş ve ardından gelen iki Cannes Festivaline Netflix’in alınmamasının yolunu açmıştı.

 

 

 

 

 

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün