‘Duvar ve Adam’la Norveç’in Holokost tarihine kısa bir bakış

Yaşamını Oslo’da sürdüren Yazar Sercan Leylek’in Norveç Kültür Fonu tarafından ödüllendirilmiş romanı ‘Duvar ve Adam’, artık Türkçe olarak raflarda.

Virna GÜMÜŞGERDAN Yaşam
16 Ekim 2019 Çarşamba

Yahudi bir genç kızın Nazilerden kaçma hikâyesi üzerinde Nazi işgali altındaki Oslo’yu tanıtan hikâye, farklı tarzıyla da dikkati çekiyor. Sercan Leylek ile ödüllü eserini konuştuk.

Holokost ve Yahudi Soykırımı, Türk edebiyatında az da olsa yer alıyor. Ancak Norveç ve Holokost, Türk edebiyatı bir yana, dünya edebiyatında bile fazla yer almayan bir konu. II. Dünya Savaşı sırasında Norveç’te yaşananları kısaca özetleyebilir misiniz?

Norveç, jeopolitik açıdan çok önemli bir ülke. Kuzeyinde Rusya’nın okyanusa açılan kanadını kontrol edebiliyor, güney kıyılarında ise tüm Baltık koridorunun kapısı durumunda olan bir yer. Ayrıca, denizcilik alanında dünyanın sayılı ülkelerinden biri konumunda. Bu yüzden, Nazi Almanyası’nın Norveç’i işgal kararı savaşın daha ilk günlerinde alınmış olmalı. Nitekim ciddi bir direnişle karşılaşmayan Nazi kuvvetleri çok kısa bir süre içerisinde Norveç’in işgalini gerçekleştirdiler.

II. Dünya Savaşı günlerinde, Norveç toplumu da bir hayli bölünmüş bir durumdaydı. Kamuoyunun bir kısmı işgale karşı çıkarken, hatırı sayılır bir diğer kısmı ise bu işgali destekliyordu. Örneğin, aşağıdaki resim Norveç’teki Holokost tartışmalarında önemli bir yere sahiptir. Soldaki camekânda “Yahudi parazitleri bizi ele geçirdi”, sağdakinde ise “Filistin bütün Yahudileri çağırıyor. Size artık tahammül edemiyoruz” diye yazılmış. Bu nefret söylemlerinin yazıldığı binanın ilk katı günümüzde bir restoran olarak işletiliyor ve bina Norveç Kraliyet Sarayının tam karşısında bulunuyor. Yani, nefret söylemleri arka sokaklarda değil, en işlek caddelere kadar ulaşmış. Günümüzde benzer mesajların Norveç’teki Müslümanlara yönelik olması ise tarihin tekrarlandığının ispatı olmalı.

Eserinizdeki hikâyeyi oluştururken nasıl / ne kadar süren bir araştırma yaptınız?

Oslo’daki Holokost merkezi, kütüphaneler, diğer belgesel kitaplar ve dijital arşivciliğin çok güçlü olması işimi kolaylaştırdı. Yaratmak istediğim ana hikâye zaten kafamda oluşmuştu, ama tutarlı tarihsel bilgilerle de romanı zenginleştirmek istedim. II. Dünya Savaşı tarihine ilgi duyan biri olduğum için birkaç ay içerisinde romanımı oluşturacak bilgilere ulaşmayı başardım. Fakat tarihi bilgiden ziyade bence tarihi görüş ve yorumlama becerisi çok daha kritik bir öneme sahiptir. Bu noktada, Robert Savosnick’ten bahsetmeden edemem.

Bence Norveç’in en önemli II. Dünya Savaşı figürü Holokost’tan sağ çıkmayı başarabilmiş ve savaş sonrasında da kendisine düzenli bir hayat kurabilmiş olan Robert Savosnick’tir. Savaşın öncesini, Auschwitz ve Dachau kamplarında yaşadıklarını ve savaş sonrasıyla ilgili görüşlerini ele aldığı ‘Ölmek İstemedim / Jeg ville ikke dø’ isimli kitabı muazzam bir eser. Onun görüşleri ve bilgisi bana eşsiz bir vizyon verdi. Umarım gelecekte bu kitap Türkçe olarak da yayımlanır. Üstelik kitabındaki şu sözünü de sanırım hayatımın sonuna dek unutamayacağım: “Geleceğin diktatörleri kimin yeni Yahudiler olacağına karar verecek.”

Anladığım kadarıyla kitabınızı öncelikle bir film senaryosu olarak kaleme aldığınız… ‘Duvar ve Adam’ın nasıl doğduğunu ve Türkiye’deki kitap raflarına ulaşma hikâyesini anlatabilir misiniz?

Senaryoyu İngilizce yazmıştım ve bunu yaptığım günlerde, bu öyküden bir roman yazma fikri aklımın ucundan dahi geçmemişti. Elimdeki senaryoyu Türkçe bir roman haline getirme fikri ise aylar sonra geldi. Başta bunu çok saçma bir düşünce olarak gördüm ama daha sonra işin içine girince hiç ummadığım faydalarını gördüm. Önce senaryo yazıp, aynı hikâyeyi daha sonra roman haline getirmek kitabın içerisindeki tüm olayları kılcal damarlarına kadar görmenizi sağlıyor. Bir kere diyalogların tamamını bitirmiş olduğunuz için, kitabın aslında bir bölümünü de bitirmiş oluyorsunuz. Diğer yandan, hikâyenin nereye gittiğini tüm ayrıntılarıyla gördüğünüz için makul alt hikâyeler ile eserinizi zenginleştirebiliyorsunuz. Karakterleri hikâyenin başından sonuna kadar tanıdığınız için, nerede ve nasıl davranmaları gerektiğini daha iyi tayin ediyorsunuz.

Duvar ve Adam, ilk olarak ‘Mannen og muren’ ismiyle Norveççe yayımlandı. Benimle irtibata geçen Norveçli Yayınevi (Sirkel Forlag) aslında ilk kitabım Cydonia’yı çıkarmak istemişti, ama kendilerini yeni romanımı çıkarmaları hususunda ikna ettim ve kitap Norveç Kültür Fonu ödülüne layık görüldü. Aynı zamanda tanıtım filmiyle de Oslo Kitap Festivali’nde ikincilik ödülü kazandı.

https://www.youtube.com/watch?v=gpVONxrN0_Q

Kitabın geçtiğimiz temmuz ayında Bilgi Yayınevi tarafından yayımlanmış olması da benim için ayrı bir mutluluk kaynağı oldu. Norveç ve Türkiye arasındaki kültürel alışverişin artmasına vesile olmak bana gurur veriyor.

 Eserinize Norveç’te nasıl tepkiler aldınız?

Başta, ‘Duvar ve Adam’ın Norveç’te yayınlanışı benim uluslararası okuyucuyu daha iyi anlamamı sağladı. Türk okuyucusu ile yabancı okuyucunun benzeyen ve ayrışan noktalarını kitabın tanıtımı süresince analiz etme şansı buldum. Diğer yandan, Norveçli Yahudilerden de sıcak mesajlar aldım. Hatta Oslo’da çalışan akademisyen bir arkadaşım kitabını uçakta unuttuğunu ve son 30 sayfasında neler olduğunu merak ettiği için kitabı bir kez daha satın almak zorunda kaldığını söyledi. Bu tür sevgi gösterileri insanın içini ısıtıyor ve insanları birbirine bağlamanın ayrıştırmaktan çok daha kolay olduğunu görüyorsunuz.

Türk okuru ‘Duvar ve Adam’ı neden okumalı sizin görüşünüzde?

Ben, Türk insanını dünyanın en yardımsever milletlerinden biri olarak görüyorum. Ama bu denli arkadaş canlısı bir ruha sahip olan bir toplumun, aynı derecede azınlık karşıtı olduğunu da görüyorum. Türkiye’de bu saçma olumsuzluktan en çok nasibini alan azınlık grupların başında ise Yahudiler geliyor. Duvar ve Adam, biraz da yazınsal anlamda bunu değiştirmek için yola çıktı. Bu kitabı okuyan zenofobik bir birey duvardaki Yahudi kıza (Anna Sophie) sempati duyacaktır. O kız Nazi askerlerinden kaçarken, içinden onun kurtulmasını dileyecektir. Onun esprilerine gülecek ve onun hüznünü paylaşacaktır. Kitabı bitirdiğinde Anna Sophie’yi Yahudi, Hristiyan veya Norveçli olarak görmeyecektir, sadece hiçbir günahı olmadığı halde birileri tarafından yok edilmeye çalışılan bir insan olarak görecektir.

Diğer yandan, kitap içerisindeki öykülerle doğru olanı yapmanın önemine işaret ediliyor. Tüm engellere, tüm duvarlara rağmen doğru ve adaletli olan nedir sorusunu sorduruyor.

 

 

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün