‘Beş Baca’ kitabının ölümsüz yazarı: OLGA LENGYEL

Olga Lengyel (1908-2001), Auschwitz- Birkenau Kampında, daha sonra ‘Beş Baca’ kitabında deneyimlerini yazan Macar Yahudi’si bir mahkûmdu. Lengyel, eşi Dr. Miklos Lengyel’in başhekim olduğu bir hastanede, Romanya Cluj- Napoca’da çalışan, eğitimli bir cerrahi asistandı. 1944’te eşi, ailesi ve iki çocuğuyla birlikte Auschwitz-Birkenau Kampına gönderildi. Hayatta kalan, ailesinin tek üyesi oldu. İlk kez 1946’da Fransa’da ‘Hatıra Eşyası’ (De L’au-Dela’) adıyla yayınlanan ‘Beş Baca: Auschwitz’in Öyküsü’ adlı kitabında kamp deneyimlerini yazdı.

Sara YANAROCAK Kavram
21 Ağustos 2019 Çarşamba

Anı kitabında, Lengyel, kamptaki en güzel kadınları acımasızca döven, SS doktoru tarafından ameliyat edilecek olanları ve gaz odalarına gönderilecek olanları seçen İrma Grese ile karşılaşmalarının ürpertici bir anlatımını betimler. Lengyel’in çocukları da gaz odasında can verirler. Lengyel “Kendi ebeveynimin ve iki küçük oğlumun yıkımından kısmen sorumlu olduğum suçundan kendimi alamam. Dünya bunun elimde olamayacağını söylüyor ama yüreğimde, sahip olduğum, hissettiğim korkunç duyguları kesinlikle anlayamazlar” diyordu.

Savaştan epey bir zaman sonra Lengyel, New York Devlet Üniversitesi tarafından kiralanan ‘Anıt Kütüphanesi’ni kurduğu ABD’ye göç etti. Kütüphane, Holokost, gelecek soykırımlar, diğer yaşanmış soykırımlar ve insan haklarının önemi hakkında aktif bir şekilde eğitim verme misyonunu sürdüren Olga’nın, tüm insanlığa bıraktığı bir mirastır. Olga Lengyel 15 Nisan 2001 tarihinde, 92 yaşında yaşama veda etti. 2006 yılında Memorial Kütüphanesi, Ulusal Yazma Projesinin, Kırsal Alanlar Ağı ile ortaklaşa, özellikle kırsal okullarda ve küçük kasabalarda, öğretmenler için, ulusal bir program olan Holokost Eğitim Ağı’na başladı.

Yaşamı

Olga,19 Ekim 1909’da Transilvanya’da doğdu. Orası daha sonra Macaristan’a dâhil edilecekti. 1944 yılında, eşi ve oğullarıyla tutuklanarak Auschwitz’e gönderildi. Onun hayatta kalma nedeni, kamptaki revirde görev alması idi. Eşi Miklos ilk günden, genç erkeklerle birlikte, köle işçi sınıfına ayrıldı ve ‘Ölüm Yürüyüş’ünde hayatını kaybetti. Anne ve babası ile iki küçük oğlu doğrudan gaz odalarında katledildiler. Savaştan sonra Olga Gustav Aguire ile evlendi ve Havana’ya taşındı. 1962’de New-York’a döndü ve Anıt Kütüphanesi’ni kurdu. Manhattan’da bulunan kütüphanenin misyonu, Holokost eğitimini desteklemek…  Olga ve eşi Dr. Miklos, hastanede çalışırlarken, 1943 yılında, işgal altındaki bölgelerde Almanların, sivil Yahudilere yönelik vahşetlerini duymuşlardı ancak duyduklarına inanmayı reddetmişlerdi.

1944’ün Mayıs ayında Dr. Lengyel karakola çağrıldı. Hıristiyan olmasına rağmen serbest bırakılmadı. Karakola giden Olga’ya Almanya’ya derhal sınır dışı edileceğini söyleyerek, kendisinin ve çocuklarının da ona katılması konusunda ısrar etti. Olga’nın anne ve babası da, Almanya’ya seyahat etmek üzere kızları ve damatlarıyla birlikte istasyona giderek onlara katıldılar. İstasyon aniden Nazi askerleri ile çevrildi, istasyonda bekleyen herkes ve Olga ile tüm ailesi zorla sığır vagonlarına acımasızca bindirildiler. Tren yedi günün sonunda Auschwitz’e vardığında içindeki yolcuların çoğu öldüğünden Olga treni ‘tabut’ olarak tarif etmişti.

Auschwitz-Birkenau

Tüm ailesini bir anda kaybeden Olga, kampa kabul edildi. Havadaki tatlı kokunun ne olduğunu sorduğunda, eski mahkûmlardan birisi, kokunun kamp fırınından geldiğini anlattı. Önce bunu tam olarak anlayamayan Olga, sonraki haftalarda, mahkûmların gaz odalarında ölmelerinden sonra fırında yakıldıklarını anlayınca, bacalardan gökyüzüne savrulan tatlı kokunun ne olduğunu dehşetle anladı.

Kamptaki yaşam şartlar berbattı. 1500 kişi 20 adet kâseden yemek yerken, aynı kaplar akşamları barakalarda tuvalet görevi için de kullanılmak zorundaydı. Öğlen vakti dağıtılan çorba, genellikle burunlar tutulmadan tüketilemezdi. Akşamları her mahkûma verilen altı buçuk gram ekmek, yüksek oranda talaş içeriyordu. Kampta çelişkili bir şekilde fiziksel gücü az olanlara ağır işler, tahsilli kişilere ise, gereksiz angarya işler verilirdi.

Çalıştığı bir bölümde Olga soğukla mücadele etmek için, bulduğu kalın bir giysiyi giydiğinden, disiplin ihlali nedeniyle gaz odasına seçildi. Gaz odasına götürülecek kamyona binerken, Olga kargaşa çıkardı, yerde bulduğu bir sopayı eline aldı. Auschwitz’de sopa taşımak otoriteyi simgelediği için onu kamyona sokmadılar. Böylece şans eseri hayatta kaldı.

Kampa gelmesinin üçüncü haftasında dost görünen Polonyalı bir mahkûm kadın, ona eğer isterse bir erkek mahkûmla tanıştırabileceğini söyledi. Olga teklifi geri çevirince başka bir kadını adama götürdü. Kadın kısa bir süre sonra frengi oldu ve derhal gaz odasına gönderildi. Bu canavarca şeyler kadın mahkûmlar arasında çokça görülebiliyordu. Çünkü böylece daha fazla yiyecek ve bir miktar para kazanıyorlardı. Bir, iki ay sonra, tıbbi deneyimlere sahip stajyerler için çağrı gelince, Olga revire başvurdu. Yaklaşık 35 bin kadına hizmet etmek üzere, beş kişilik kadroyla, insanüstü bir güçle çalışmaya başladı. Revirde bulaşıcı hastalıklar çoktu. Sonuçta iyileşemeyenler gaz odasına gönderiliyorlardı.

Olga ve revirdeki diğer kadınlar, yeni doğanların kampa tesliminden sorumluydu. Ancak bir çocuk daha doğmamışsa, hem anne hem de yeni doğan gaz odalarına gönderilirdi. Olga ve arkadaşları bu etik ikilemle mücadele ediyorlardı. Sonunda anneleri ölü bebek doğurtarak kurtarmaya karar verdiler. Olga kitabında “ve böylece Almanlar, bizden bile katil yaratmayı başardılar” diye yazıyor.

Macaristan Yahudileri 1944 yılı yazında Birkenau’da toplu tasfiye edildi. Her gün on nakliye treni geliyordu. Almanlar Sonderkommando (Yahudilerden oluşan ve dindaşlarını gaz odalarından fırınlara atan görevliler. En sonunda onlar da gaz odasında can verirlerdi) görevi için Atina ve Korfu’dan 400 Yunanlı naklettiler. Şaşırtıcı bir şekilde, Yunanlılar, Macarları öldürmektense ölmeyi tercih ettiklerini açıkladı.

Olga da çeşitli ‘kommando’ görevlerinde çalıştı. Bunlardan biri ‘esskommando’ yemek servisi görevlisi ve diğeri ‘scheisskommando’ tuvaletleri temizleme görevlisi idi. Bu işler oldukça güçtü ama yine de taş, tuğla veya çimento taşımaktan daha iyiydi. Bu işleri yapanlar hem fiziksel, hem de zihinsel olarak hastalanıp gaz odalarına gönderilirlerdi.

SS doktorları

Kamp komutanının adı Joseph Kramer’di. Kramer, bir gün sadece gücünü etrafına göstermek amacıyla, revirde hasta yatan bir kadın mahkûmu, copla o kadar çok dövdü ki, kadın oracıkta can verdi. Bu olayın ardından kamp komutanı Kramer, ‘Auschwitz ve Belsen Canavarı’ unvanına sahip oldu. Olga için kampın en aşağılık adamı Dr. Mengele idi. Birkenau istasyonuna gelen herkesin akıbetini o belirlerdi. Tren durduğu zaman hastaneden veya revirden dışarı çıkar ve keyifli gösterisine başlardı. İnsanları bir el hareketiyle gaz odasına göndermeye bayılırdı. Ama özellikleri arasında sürpriz kararlar vermek de vardı. Opera aryalarının melodilerini ıslıkla çalarken mahkûmların arasında dolanırdı. Fazla düşünmeden keyfi olarak, kadınları sağa veya sola ayırırdı. Olga kitabında Mengele’den, “Ah o şarlatandan ne kadar nefret eder, iğrenirdik” diye yazmaktaydı.

Mengele mahkûmların üzerinde tıbbi deneyler uygulardı. İkizlere ve cücelere özellikle çok meraklıydı. Çekya’daki kamp tahliye edildiği zaman, Mengele oradakilere kendisine birkaç düzine ikiz ve cüce gönderilmesini emretmişti. Bir keresinde beş kişilik bir cüce aile kampa getirildiğinde, sevincinden kahkahalar atmıştı.

Kamptaki bütün doktorlar hastaların üzerinde deneyler yaparak, Alman ordusuna tıbbi faydalar sağlayacak keşiflerde bulunma çabasındaydılar. Mesela bir insan olağanüstü kötü şartlara ne kadar dayanabilirdi? İnsanların acıya karşı duyarlılık sınırları ne olabilirdi? Bir insan kaynar sularla haşlandıktan sonra, kalbi bu acıya ne kadar dayanabilirdi? Diğer çalışmalar ise kalıtım üzerine yoğunlaşıyordu. Mesela mahkûmların göz ve saç renklerini değiştirmeye çalışmak, suni döllenme ve kısırlaştırma gibi… Bu deneylerin hepsi Yahudi mahkûmların üzerinde gerçekleştiriliyordu.

Seçimler

Kadınlar bölümünde seçimler, SS kadın subayı Elisabeth Hesse ve İrma Grese tarafından yapılırdı. Grese, gözle görülebilir şekilde kadınların dehşete kapılıp, korkmalarından sadistçe bir haz alırdı. Yoklama yaparken onları korkutmak en büyük zevkiydi. Ölüme yollamak üzere seçmeler yaparken sadece hasta ve güçsüz olanları değil, aynı zamanda, her şeye rağmen hâlâ çok güzel olan genç kadınları da gaz odasına göndermek için seçerdi.

İrma Grese, Olga’dan açık bir şekilde nefret eder, ona hınçla yaklaşırdı. Grese sadece 22 yaşındaydı ve kamptaki SS subaylarının neredeyse hepsiyle ilişkisi vardı. Fakat bir keresinde, yakışıklı, çok kuvvetli kaslı kollara sahip bir mahkûmdan hamile kalmış, diğer bir mahkûm doktora, ona kürtaj yaparken, sırrını açmış ve savaştan sonra ünlü bir sinema aktristi olmanın hayalini kurduğunu söylemişti.

Auschwitz’de yeraltı hareketleri ve isyan

Bir revir personeli olarak Olga, diğer mahkûmlara nazaran, Auschwitz-Birkenau’nun farklı bölgelerine serbestçe girip çıkabilme fırsatını yakalardı. Bu yüzden orada gizlice kurulan yeraltı teşkilatı için görevlendiriliyordu. Burada çıkartılan kargaşalarda önemli rol oynardı. Bu özel olaylar için patlayıcı malzeme sağlardı. Bu faaliyetler sırasında, gaz odaları ve krematoryum hakkında büyük bilgilere ulaşmıştı. Orada çalıştırılan Fransız bir doktorun verdiği istatistiklere göre, 1944 yılının mayıs- temmuz arasında, tam üç ay içinde, gaz odalarında 1 milyon 314bin kişi gaz verilerek katledilmişler ve krematoryumda yakılmışlardı. 7 Ekim 1944 tarihinde Sonderkommandolar bir isyan çıkartmışlardı. Bir krematoryumu havaya uçurmuşlardı. Gerekli patlayıcıları yeraltı örgütünden sağlamışlardı. Sonderkommandolar bir krematoryumu genel isyan sırasında ele geçirmiş, elektrikli dikenli telleri keserek, orduya ait yüzlerce silahı parçalamışlardı. Telleri kestikten sonra kamptan kaçmışlardı. İsyan Naziler tarafından bastırıldıktan sonra, Alman ordusuna ait askerler otomatik silahlarla, Sonderkommando’lardan 430 kişiyi infaz etmişlerdi.

Tahliye ve Ölüm Yürüyüşü

17 Ocak 1945 tarihinde, gece yarısından hemen sonra hastane ve revirdeki hasta kayıtları ve dosyalar yakılarak imha edilmeye başladı. Olga ve diğer personel, Naziler tarafından kampın tahliye edileceğine dair bilgilendirildiler. Olga bazı dostlarının yardımıyla, ambarın kapısını kırarak, un çuvalını aldı ve yolculuk için ekmek somunları pişirmeye koyuldu. Yaklaşık 6 bin mahkûm kadın, beşer kişilik sıralar halinde hizaya sokuldular ve kamptan dışarıya, yaya olarak yürütülmeye başladılar. Olga kitabında, “Birkenau’dan canlı olarak dışarı çıkıyorduk!” diye yazıyor.

Sadece ilk gün Olga, yerde yatan 119 ceset saymıştı. Yol boyunca tam 20 dakika içinde, çok yaşlı ve bitkin Dr. Rozsa’nın yere düştüğüne ve infaz edildiğine tanık oldu. SS’ler düzensiz yürüyenleri ve sıradan çıkanları, geride kalanları acımasızca ateş edip öldürüyorlardı. Tanık olduğu bu olaylar, onun aklına, kaçmayı denemeyi getirdi.

Kaçış ve Özgürlük

Olga ve arkadaşları kaçacakları günü akşamında, bir ahırda konaklayıp dinlenmeye çalıştılar. Olga ve arkadaşları daha güneş doğmadan yerlerinden kalkıp yola koyuldular, amaçları sıranın en başına geçmekti. Ama sabırsız ve sinirli Naziler de erkenden kalkmışlar ve 25 kişilik bir sırayı oluşturmuşlardı bile. Olga ve kızlar koşarak sıranın en önüne geçtiler. “Dur” ihtarlarına rağmen, kurşunlar kulaklarında vızıldıyor, üstlerinden geçiyordu. Karanlıkta gözden kaybolmayı başardılar. Üç genç kadın gündüz olana kadar bir ahırda saklandılar. Ertesi günü de onlara iyi davranan Polonyalı bir ailenin evinde konakladılar.

Son Naziler de köyü tamamen terk ettikten sonra, Kızıl Ordu köye girdi ve oradaki birçok kadını rehin aldı. Olga da bu rehinelerin içindeydi. Olga elleri bağlı olarak yeni bir yürüyüşe katıldı. Üç gün boyunca durmadan bu bağları gevşetmeye çalıştı. Sonunda ellerini iplerden kurtardı. Serbestti ve artık şans yüzüne gülmüştü. Ertesi gün Rus paraşütçüleri gelerek herkesi özgürleştirdiler. Hem Olga, hem de herkes artık hürriyetine kavuşmuştu.

5 Baca Kitabı

Olga Fransa’da yaşarken, 1946 yılında ‘5 Baca’ adlı kitabını yazdı. Bu kitapta kampta kaldığı sürece, tanık olduğu her şeyi, bütün gerçekliği ve açıklığıyla anlatmıştı. Örneğin kadınlara yapılan rektal, vajinal, üriner yollar ve ağızdan yapılan bütün tıbbi deneyleri en mahrem noktalarına değin harfiyen anlatıyordu. Bu kitabı, İtalyan Holokost kurtulanı Primo Levi’nin yazdığı “Bunlarda mı İnsan?” ve Polonyalı Holokost kurtulanı Elie Wiesel’in kaleme aldığı “Gece” adlı kitaplarla eşdeğerdeydi. 

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün