Gösteri zamanı!

Yılın son Grand Slam turnuvası US OPEN’ın başlamasına sayılı günler kaldı.

Mete YAYLALI Spor
16 Ağustos 2017 Çarşamba

Bilindiği gibi sezonun en büyük dört turnuvası Grand Slam Serisi adı altında her yıl Avustralya’dan başlar, batıya doğru hareketle Fransa ve İngiltere duraklarıyla ABD Flushing Meadows kortlarında yılı kapatır. Bu yolculukta sırasıyla sert zemin, toprak ve çimde oynanan serinin son durağı yine sert zemindir. Tabii Avustralya ve Amerika kortlarının adı ‘sert zemin’ olsa da karakteristik özellikleri farklıdır. Avustralya zemini ‘PlexiCushion’, Amerika zemini ‘DecoTurf’ olarak kullanılır. Aslında ikisini de aynı ABD firması üretiyor tabii! US Open kortları ITF zemin sınıflandırmasında orta-hızlı 4 olarak yer alır (en hızlı 5), yüzey sürtünmesi az olduğu için top fazla zıplamaz ve kayar. Oyuncuların reaksiyon sürelerinin maç boyunca kısa olması bu zemin için çok önemlidir. Kort zemini önemlidir de rengi nasıldır?

US Open, 2005 yılında bir çalışma yaparak kort içinin mavi, dışının ise yeşil olmasına karar verdi. Bunun nedeni mavi tonunun Isaac Newton renk çarkında kullanılan topun sarı tonunun tam tersi olmasıydı! Bu da oyuncular ve özellikle ekran başında izleyenler için doğru bir kontrast yakalanması için önemliydi. US Open 1979 yılından beri aynı marka toplarla oynanıyor ve her turnuvada 70 binin üstünde top korta çıkıyor. US Open zemininde kullanılan mavi rengin turnuvaya tescilli olduğunu da burada yazalım ki basitçe bir tenis turnuvası dendiğinde hava şartlarına ve istenen kort hızına göre zeminde kullanılan kimyasal maddelerden, zeminin rengine kadar nasıl bir bilimsel çalışma yapıldığı anlaşılabilsin.

Her ne kadar üretici İngiliz firmasının bir markası olsa da artık herkesin bildiği Hawk-Eye (Şahin Gözü) sistemi de ilk defa 2006’da US Open turnuvasında kullanılmış ve Grand Slam tarihinde yerini almıştı.

Şahin gözü

Neden Amerikalı organizatörler bu sistemi kullanmak istemişler sorusunun da bir hikâyesi var, anlatalım…

2004 US Open çeyrek final karşılaşması. İki ABD’li tenisçi, 23 yaşındaki Serena Williams ile 28 yaşındaki Jennifer Capriati. Williams o güne kadar bu turnuvayı ilki 18 yaşında olmak üzere 1999 ve 2002 yıllarında iki defa kazanmış (tarih 2008, 2012, 2013 ve 2014 yıllarındaki zaferlerini de yazacaktır) Amerika’nın yükselen yıldızı. Jennifer Capriati de dünya 1 numarası olmuş, Avustralya ve Fransa Açık kazanmış fakat Amerikalı seyirciler kendisini bir türlü yarı finalden sonra izleyememiş. Maçın kule hakemi 32 yaşında Portekizli Mariana Alves. Alves o sırada ITF Gümüş Kokart sahibi, ilerleyen zamanda Altın Kokartlı birkaç kadın hakemden biri olacak.

Her ne kadar maç içinde de bazı hatalı fakat kule hakemi tarafından düzeltilmeyen pozisyonlar olsa da son setin açılış oyununda Alves sahneye çıkar. Durum berabere, Serena’nın çok bariz içerde olan backhand vuruşuna çizgi hakemi içerde derken Alves kararı düzeltecek ve dışarıda verecektir. Serena itiraz etse de sonraki puanı da kaybedecektir. Peş peşe gelen hakem hatalarıyla oyundan düşen Serena artık çizgilerden uzak oynamaya çalışacak ve Serena aleyhine-Capriati lehine Alves hataları maçı tarihin unutulmazları arasına sokacaktır. Seyircinin itirazları, yorumcuların değerlendirmeleri ve Serena’nın sonucu kabullendiği bir maçın sonunda Capriati bir kez daha yarı finale çıkar ama orada kalır. Bütün yılı sakatlıklarla geçiren Capriati bir turnuva daha oynar ve profesyonel tenis kariyerine noktayı koyar. Maçtan sonra apar topar toplanan USTA maçı adeta doğrayan Portekizli hakemi evine gönderir! Serena’dan da resmi ağızdan özür dileyeceklerdir. Mariana Alves ilk Avustralya Açık’ta yine görev alacak, daha sonra Altın Kokart sahibi de olacaktır. Elbette her hakem hata yapabilir ve ama bu maçta Mariana Alves rekor kırmıştır. Alves’in daha sonra yıllar içinde olaylı maçlara imza attığı da düşünülürse aksiyon dozu yüksek maç yönetmeyi sevdiğini söyleyebiliriz!

Mariana Alves-Serena Williams maçından sonra USTA, tenis endüstrisinin büyüklüğünü ve Serena gibi yıldız oyuncuların ne kadar önemli olduğunu, hakem hatalarıyla yarışmanın dışında kalmanın bu endüstriye zarar vereceğini görerek o günlerde zaten gündemde olan Hawk-Eye sistemini kullanmaya karar verir. Uluslararası Tenis Federasyonu ITF bu olaylı maçtan sonra 2005 yılında sistemi denemeye başlar.

Unutulmaz isimler

US Open sezonun dört Grand Slam serisi içinde aslında en özel olanıdır. Turnuva 1881 yılında Erkekler Ulusal Şampiyona olarak başladığı günden beri ‘aralıksız’ her yıl düzenlendi. 1887 yılında kadınlar da katıldı.

Dört turnuva içinde ‘bütün zeminlerde oynanmış’ tek turnuvadır. 1881-1974 yıllarında çim, 1975-1977 arasında toprak ve nihayet 1978’den beri de sert zeminde oynanıyor.

İlginç bir bilgi de her üç zeminde de turnuvayı kazanan ismin erkeklerde Jimmy Connors olduğudur. Amerikalı efsane sporcu bu turnuvayı 1974 (çim), 1976 (toprak) ve sonrasında sert zeminde 1978, 1982 ve 1983 yıllarında olmak üzere beş kez kazandı.

En fazla para ödülünün dağıtıldığı turnuvadır. 2017 ödül toplamı 50.400.000 dolar olarak tenis tarihinde bir rekordur.

US Open turnuvasının sahibi ABD Tenis Federasyonu USTA’dır ve turnuva geliri Amerikalı tenisçilerin eğitim ve gelişmesine harcanıyor.

Sadece bilet satışlarının 200 milyon dolar, yayın haklarının 70 milyon dolar olduğu ve turnuvanın New York ekonomisine 1 milyar dolar katkı sağladığı düşünülürse reklam gelirleri ve ürün satışlarıyla birlikte Amerikan tenisine ne büyüklükte bir maddi güç kattığı anlaşılır.

Uluslararası tenis turnuvalarını hep 1968 öncesi ve sonrası olarak değerlendiriyoruz. 1968 öncesinde sadece amatör sporcular yarışırken, sporun ekonomisini ve kazançlarını gören bir grup vizyoner işi büyütmüş, profesyonel sporcuları da sisteme katmıştı. Böylece profesyonel spor bir meslek haline gelmiş, altyapı için bir havuç görevi üstlenmiş, sponsorlar girmiş, televizyon yayınları sistemi büyütmüştü.

1968 öncesi amatör ve sonrasındaki Açık Dönem bir arada düşünülürse her iki dönemde de Amerika kortlarında zafere ulaşan tek bir erkek sporcu olduğu görülüyor: Avustralyalı John Newcombe. 1967 ve 1973 US Open şampiyonluk kürsüsüne çıkıp da ‘neydi o eski parasız günler’ diyebilen tek sporcu olmalıdır!

Aynı kriteri kadın sporculara uygulayınca iki ünlü isim göze çarpıyor, Avustralyalı Margaret Court ve Amerikalı Billy Jean King! 1965 finalinde Court şampiyon, King finalist olurken 1967-1971-1972 ve 1974 yıllarının şampiyonu Billy Jean King; 1969, 1970 ve 1973 yıllarının zafer kürsüsünde yine Margaret Court vardır. Bu iki kadının karşılaşmaları ve tenis tarihindeki yerleri bir yana özel hayatlarındaki tercihlerinin de taban tabana zıt olması, özellikle bugün bir Protestan akımı olan Pentikostal vaizi Margaret Court’un Avustralya’da eşcinsel evliliğe onay verilmesi karşısında aldığı keskin tavır ile tepkiler onları hâlâ gündemde tutuyor.

Peki, bütün zamanların en çok kazananı kimmiş bu turnuvayı dersek bugün belki akla Roger Federer gelir ama hem evet, hem hayır. Çünkü 1968 öncesi amatör dönemde yedişer kez Amerikalı William Larned, Richard Sears ve Bill Tilden görülürken 1968 sonrasında günümüze kadar beş kez Jimmy Connors, Pete Sampras ve Roger Federer oluyor. Kadınlarda amatör dönemde sekiz kez Molla Mallory ile yedi kez Helen Wills Moody yer alırken, 1968 sonrasındaki kürsüde altışar kez Chris Evert ve Serena Williams kupayı kaldırmış. Yine Margaret Court’a bir parantez açmak gerekir çünkü beş şampiyonluğunun ikisini amatör, üçünü profesyonel dönemde almıştı.

Bu beş sayısına profesyonel dönemde ulaşabilen tek kadın sporcu ise Alman Steffi Graf olacaktı. Martina Navratilova ile Kim Clijsters dışında Açık Dönemde bir şampiyonluk serisini tutturan kadın tenisçi olmaması da dikkat çekici bir istatistik.

Bu kadar istatistik bilgiye okuyucuyu boğduktan sonra bakalım 28 Ağustos-10 Eylül 2017 tarihlerinde korta çıkacak yıldızlara.

Bu yılın yıldızları

Geçen yılın şampiyonu İsviçreli Stan Wawrinka ve 2011 ile 2015 şampiyonu Sırp Novak Djokovic sakatlıkları nedeniyle çekildiler. Kadınlarda ise geçen yılın şampiyonu Alman Angelique Kerber yanında geçen yılın finalisti ve yeni dünya 1 numara Çek Karolina Pliskova izlenecek. Serena Williams ise hamile olduğu için bu sene affını istedi!

Türk sporcuları var mı diye merak edenler olabilir. Türkiye’yi US Open elemelerinde kadın sporcularımız temsil edecek: Çağla Büyükakçay (153), İpek Soylu (165) ve Başak Eraydın (171). Bu sporcularımız da ana tabloya çıkma mücadelesi verecekler.

Peki, bizim tarihimizde US Open nerede?

Öncelikle İpek Şenoğlu var tarihimizde. Türk tenisi ilk defa bir US Open turnuvası çiftler serisinde temsil edildi 2004 yılında. Hani Serena Williams-Capriati olaylı maçı vardı ya, işte o turnuvada. İpek Şenoğlu o sene 3. tura yükselme başarısı gösterdi. Sonra Çağla Büyükakçay önceki altı eleme denemesinden sonra 2016 yılında doğrudan ana tabloya katıldı ve hatta bir tur da geçti. Ve tabii teklerde en büyük başarımız erkeklerde Marsel İlhan. 2009 yılında elemeden girdiği turnuvada ana tabloya çıktı ve 2. turda John Isner’e mağlup oldu. 2011 yılında yine elemeden ana tabloya çıktı ve bu defa 2. turda Fernando Verdasco’ya takıldı. 2015 turnuvasına doğrudan ana tabloya girdi ve 2. turda kaldı. Aslında bakılırsa US Open tarihinde en başarılı Türk sporcusudur Marsel. 22 yaşında bir Grand Slam turnuvasında elemeden ana tabloya çıkan başka bir Türk sporcu henüz olmadı ve bugünkü yapıya bakınca olacak gibi de görünmüyor.

Ülkemizde milyonlarca dolar harcanıp kimsenin seyretmediği ATP ve WTA turnuvaları düzenleyip, çevredeki okullardan ve kulüplerden çocukları taşıyarak US Open’de oynayacak sporcu yetişeceğini zanneden vizyon sahibi (!) spor insanları yerine, bu bütçeleri sporcuların emrine veren hayalperest (!) yöneticiler gelmedikçe biz daha çok istatistik verip “Nasıl oluyor da oluyor ve bizde nasıl oluyor da olmuyor?” deriz.

Neyse bugün için yapacağımız bir şey olmadığından oturup paşa paşa akıl dolu bir organizasyon izleyelim. 

Çünkü US Open da diğer bütün büyük organizasyonlar gibi görsel bir şölendir, modadır, magazindir. Yıldızları vardır Pliskova, Halep, Wozniacki, Williams, Murray, Nadal, Federer gibi... Sürprizlerle doludur Ostapenko, Konjuh, Keys, Kyrgios, Zverev gibi...

Tenisin güzelliğidir bu sürprizler ve bilinmezler, hayat gibi!