Siyonizme karşıt Yahudi görüşleri

Günümüzde İsrail’de Siyonizmin aldığı şekil, sadece Filistinli Araplar ve dünya kamuoyu tarafından değil, birçok Yahudi entelektüel tarafından da eleştiriliyor. Bu eleştirilerin bazılarına göz atalım.

Yusuf BESALEL Perspektif
1 Mart 2017 Çarşamba

Gazeteci Theodor Herzl, milliyetçiliği benimseyerek siyasi Siyonizm’i kurmuş ve bu fikri daha sonra İsrail Devleti olacak olan topraklar üzerinde Osmanlı İmparatorluğuna taşımıştı. Herzl’in esin kaynağı Orta ve Doğu Avrupa’daki etnik milliyetçilikti. Osmanlılar da Avrupa milliyetçiliği ile karşılaştılar; imparatorluk parçalandı ve seküler milliyetçilik içeren Türkiye Cumhuriyeti doğdu. Fakat Siyonist deneyim daha farklıydı. Çünkü ortak yönü dinsel bir cemaate (ümmete) mensup olmak olan, birbirinden farklı diller konuşan ve dünyanın dört bir köşesinde yaşayan geniş bir grup insanı seküler bir ulusa çevirmek durumundaydı. Dolayısıyla da Museviliğin manevi değerlerine dayanan ve Yahudi kimliklerine sıkıca tutunanların sert karşıtlığı ile karşılaşması tabiiydi. Öte yandan Siyonistlerin karşısında bir zorluk daha vardı: Müslüman ülkelerde nispeten rahat yaşamış Yahudileri Doğu Avrupa ülkelerinde büyük baskı ve kıyımlarla karşılaşıp Siyonizm’i benimseyen Yahudiler ile işbirliği yapmaya itmek. Bu durumda insanlar, yavaş yavaş zihinlerinde Musevilik ile Siyonizm’i bir tutmaya başladılar.

Bugünlerde de basının bazı kesimleri sürekli olarak Siyonizm’i Yahudiliğin yerine koymakta ve örneğin bir asır evvel Çarlık gizli polisi tarafından düzenlenmiş "Siyon Liderlerinin Protokolleri" gibi uydurma antisemit klişeleri başarıyla kullanmaktalar.

Esasen Siyonizm ortaya çıktığında çoğu Musevi’nin karşı çıktığı bilinmez. Koyu dindar kesimden gelen bu tepkinin neredeyse Filistinlerin tepkisi kadar ciddi olduğu da pek dile getirilmez. Bu muhalefet İsrail’in çeşitli kesimlerinde de hâlen mevcuttur. Önemli bir Siyonist kuruluş olan Jewish Agency For Israel’in eski başkanlarından Avraham Burg’a göre, “Günümüzde İsrail, yozlaşma çatısına, baskı ve adaletsizlik temellerine dayanmakta. Bu nedenle de Siyonist girişimin sonu yakındır.” Burg’a göre son yıllarda İsrail / Filistin’de yaşanan adaletsizlik ve şiddet birçok Yahudi’de ıstırap ve öfke yarattı. İsrail’in askeri ve teknolojik başarılarına karşın, özellikle askere alınmak istemeyen, ‘haredi’ olarak adlandırılan dindar kesimin de etkisiyle, anti-Siyonist tepkiler sürmekte.1

ALGI DEĞİŞİKLİĞİ

Haaretz eski muhabiri ve yazar Ari Şavit, gençlik yıllarında İsrail’de her şeyin yolunda olduğunu duyumsadığını belirtiyor. Genel intiba, uygulanan işgalin koruyucu nitelikte bir askeri harekât olduğu yönündeydi. Modern İsrail, Filistin bölgelerinde ilerleme ve refah getirmişti. Geri kalmış komşuların artık geçmişte olmayan elektrikleri, akan suları ve sağlık hizmetleri vardı. Bu komşular İsrail’e minnettar olmalıydılar. Barış olduğunda işgal altındaki bölgeler geri verilecekti. Yazar, ancak askere gittiğinde bazı şeylerin doğru gitmediğini gözlemlediğini belirtiyor. On yıl evvel çocukken gittiği şehirlerde kontrol noktası görevlileri, ev göz altıları, gösterilerin şiddetle dağıtılması, genç erkeklerin yataklarından alınması gibi rahatsız edici olaylarla karşılaştığını belirten yazar, neden ellerinden hakları ve özgürlükleri alınmış olan sivillere eziyet ederek vatanını savunduğunu sorgulamaya başladığını dile getiriyor. Barışsever Ari Şavit, işgal karşıtı fakat yine de işgalden sorumlu bir kişinin açmazını yaşıyordu. İsrail, tehdit altında bulunan müstesna bir ülkeydi aslında ve farklı sentezlerin bir araya gelmesi, İsrail-Filistin çatışmasını çözmek için yeterli değildi. Ortadoğu’da verilecek basit hesaplar yoktur ve İsrail-Filistin çatışmasında hızlı çözümler mevcut olmayıp, İsrail’i oldukça karmaşık ve hatta trajik duruma sokmaktaydı. İsrail’in olağanüstü başarı öykülerine karşın, endişe, içten içe kaynıyordu. Bu artık sol-sağ siyaseti veya laikliğe karşı dincilik değildi. Pek çok İsrailli ortaya çıkan İsrail’den rahatsızlık duyuyordu:

1- İsrail-Filistin çatışması bitecek gibi görünmüyordu.

2- İsrail’in bölgesel stratejik üstünlüğünün sarsıldığı endişesi yaşanıyordu.

3- Yahudi devletinin meşruluğu zihinleri meşgul ediyordu.

4- Bölünmüşlük, kutuplaşma ve liberal-demokratik temellerin sarsılması endişesi mevcuttu.

5- İsrail’deki (koalisyon) hükümetleri işgal ve sosyal paylaşım konularını çözmekte yetersiz kalmıştı. Başlangıçtan itibaren bir asrı hayli geçkin bir süre sonra İsrail, Siyonizm’in temel çelişkileri ile tekrar mı yüzleşmekte? Ve Yahudi devleti nasıl bir tehlike altında?2

Özgün Siyonizm’in merkezi filizleri demokratik bir devletin kuruluşuna yönelik değildi ancak günümüzde Siyonizm’in bir ‘Yahudi Devleti’ kurmak istediği kesin olarak kabul görmekte. Fakat baştan beri bir Yahudi’nin kim olduğu ve hangi siyasal oluşumunun –federasyon, iki devlet, tek devlet– saptanacağı belirsizdi. Ayrıca Siyonizm sonuçta İngiliz Mandasının denetiminde yürütülüyordu. Ancak devlet kurulduktan sonra Siyonist kurumlar yeni nesil İsrailliler üzerinde sert tepkiler yaratmaya başladı. Bunlar âdeta ‘yeni öncüler’di ve nitekim Filistin topraklarının üzerinde Yahudi yerleşim birimlerinin oluşmasına neden oldu. 1993’teki Oslo Barış Sürecinden sonra, Menahem Begin’in Likud Partisinden daha fazla Judea ve Samaria’nın ilhakı için uğraş vermesi yeni bir Mesianik Siyonizme dayandırılıyor idi ve ülkenin bir demokrasi olma şansını zedeliyordu. Siyonist ilkeler sürdürülüyordu. Bir anket, İsraillilerin yüzde 96’sının demokrasiyi savunmakla beraber, yüzde 85’inin ‘Yahudi’ bir devlet istediğini fakat Yahudi şeriatının demokratik özgürlük ile çatıştığında, ancak halkın yüzde 54’ünün demokrasiyi, yüzde 20’sinin şeriatı savunduğu, geri kalanın da vakalara göre hareket edeceğini ortaya çıkartmıştı. Bir süre sonra gelişen İntifada barış olgusuna son verdi. Kuşkusuz barış olmadan da demokrasi anlamsızdı. Ariel Şaron’un 2001 yılında seçilmesinden sonra roman yazarı David Grossman, zorla dayatılan bir liderliğin 50 yıl sonrasının ne olacağını sorguladı; İsrail 1967’de işgal etmiş olduğu topraklarda demokrasiyi kesin bir şekilde uygulamış olsaydı ve oralarda yerleşimcileri konuşlandırmayıp yabancı sermayeyi, üniversiteleri ihdas edip ilhak etmeseydi daha iyi olmaz mıydı? İsraillilerin bu yerleşim birimlerinin nasıl emniyete alınması gerektiği sorusundan önce ilk aşamada bu birimlerin neden orada olduğunu sormaları gerekirdi. ‘Emniyet tedbirleri’ bu soruya cevap teşkil edemezdi.

Yahudi Savunma Birliğini ve sonra İsrail Yüksek Mahkemesinin ırkçı olarak, kapattığı Kach Partisini kuran Meir Kahane bile, katledilmeden evvel çağdaş Siyonizm’in demokrasi ile bağdaşmadığını ve Filistinli Arapların evlerinden kovulmasının yanlış olduğunu belirtmişti.

SİYONİST OLMAYAN SIĞINMACILAR

Siyonist ideoloji, bir zamanlar kendi görkemine sahipti. Fakat bu ideolojinin devrimci amaçları acaba bir demokratik medeniyetin uyanmış ruhunu oluşturmuş mudur? Arap ve Yahudi olmayan kişilerle başarılı bir özümlenme, herhangi bir devlet dayatması olmadan sağlanabilmiş midir?

İsrail Devleti 1948’de kurulduktan sonra, bu devlet başta Holokost’tan kurtulanlar olmak üzere yüz binlerce Yahudi’ye sığınak oldu; keza Arap ülkelerinden kovulan yarım milyondan fazla Yahudi İsrail’e göçtü. Avrupa ve ABD’de oturan Yahudiler bu gelişmelerden gurur duydu ve Siyonist kuruluşları desteklediler.

Ama ilginçtir, bu sığınmacıların çoğu Siyonist değildi; hele Arap ülkelerinden kovulanların bununla ilgisi hiç yoktu. Siyonizm’in ana kuralları ile devletin temel yasaları bağdaşmıyordu ve İsrail demokrasisi tamamen organize olmamıştı. ‘Siyonizm’in Trajedisi’ kitabında yazar Bernard Avishai bu özetlemeleri yaptıktan sonra aslında özgün Siyonizm’in bir talihsizlik olduğunu ifade etmek istemediğini ancak son revizyonların, demokrasi ile çeliştiğini ve İsraillilere daha çok mutsuzluk getirdiğini belirtir. 2002 yılı itibarı ile yazar, Batı Şeria ve Gazze’nin İsrail’in bir kısmı olarak tutulması durumunda savaşların süregeleceğini varsayıyor. Yazar, ‘İşçi Siyonizmi’ olarak nitelendirdiği özgün Siyonist kurumlarının başarılı ve insancıl çalıştığını, Filistin’deki Arap çoğunluğu bu şekilde karşıladığını ilave ediyor. Ancak 1967 Savaşında işgal edilen yörelerle birlikte İsraillilerin manevî görüşlerinde sapmalar oluşmaya başladığını belirten Bernard Avishai, 2002 yılındaki kanaatleri itibarıyla bu dönemde normal karşılanan yeni Siyonizm türünün, emekliye ayrılması gerektiğini vurguluyor.3

Filistin topraklarında bir Yahudi devletinin kurulması ile ilgili olarak belirtilen çeşitli görüşler arasında Jean Pierre Alem, ‘Juifs et Arabes…’ adlı eserinde gerçeğin iki yüzlü olduğunu belirtiyor. ‘Yahudi Gerçeği’nde, Yahudilerin MS 135’teki Bar Kohba İsyanına dek mücadele ettiklerini ve Filistin’de daima belirli bir nüfus barındırdıklarını, bununla beraber kendilerinden evvel orada medeniyetler bulunduğunu belirtiyor. Balfour Deklarasyonu ile Yahudilerin onaylamasına rağmen, ‘Arap Gerçeği’nde ise Arapların Hz. Ömer zamanından beri bu toprakları yönetmeyi başladıklarının da unutulmaması gerektiğini zikrediyor. Fakat bunların da Filistin Arapları olmadığını ekliyor. Ancak her ne kadar Yahudiler, topraksız idilerse de; Filistin halksız bir ülke olmamıştı. İsrail, 121 BM ülkesinin 95’inin oylarıyla tanınmıştır. Ancak Balfour zamanında ülkede Araplar büyük çoğunluktaydı. Ne var ki 1948’e kadar devam eden mücadeleler Yahudilerin de 636’daki gibi ‘fetih yolu ile ele geçirme’ hakkını gündeme getirmekteydi. 1994’te Likud Partisi Başkanı ve halen İsrail Başbakanı olan Binyamin Netanyahu, Batı Şeria dâhil 40 mil genişliğinde olan İsrail’in, nasıl yalnız kendisinden 500 kez büyük olan Arap âleminin değil, Batı dünyasının da düşmanlığını çeken bir hedef olduğunu soruyor… Kuruluşunda uluslararası onay almış ve Arap ülkelerindeki diktatörlüklere rağmen bunların arasında yer alan bir demokrasi neden bir eleştiri odağı oldu? Netanyahu, Arap devletlerinin kendi saldırgan tutumlarını gizlemek için ‘Filistin Meselesi’ni inşa ettiklerini savunur. Netanyahu, barışın tesisinin; Ortadoğu politikalarının, Arap ve İslam toplumlarının ve politik gerçeklerde yoğrulmuş Yahudi bakış açısının, pasif ve mukadderatçı olmayan bir tarzda gözden geçirilmesi gerektiğini ileri sürüyor.4

Buna karşılık, ‘İsrail’in Doğuşu…’ adlı eserinde Alan R. Taylor şöyle diyor: “Herzl’in ‘Yeni Toplum’ adını verdiği ütopik bir devleti vardı. Halkı barış, insanlık ve bilimle yoğrulmuştu ve sloganları, ‘İnsanoğlu sen benim kardeşimsin’ şeklindeydi. Orada Araplar, Yahudiler ve her millet ile sosyal tabakadan insanlar birlikte refah ve sevgi içinde yaşıyordu. Orada ‘eski kavgalar’ yeni uyumlara dönüşecekti. Herzl’in görüşü Siyonist rüyanın dokusu haline geldi. Fakat onun gerçekleştirilmesi çabalarında Siyonistler, amaçlarla vasıtalar arasındaki ilişkinin izini kaybettiler. Balfour Deklarasyonu ile Siyonistler, bir ‘Filistin Mücadelesine’ kapıldılar. Mukaddes Belde’de Yahudiler arasında hümanist bir Rönesans gerçekleştirmeye çalışan ilk hedef, Filistin Arapları ile bir gayrimenkul savaşına dönüştü ve günümüze kadar geldi… Siyonizm’in ideali ve ifası arasındaki fark, İsrail’i duyarsız kıldı. Diaspora ve Araplarla İsrail arasındaki sınırlayıcı ilişkide; barış, kültür, sıkı çalışma ve özveri ile dünya vicdanının önünde mazur gösterilemeyecek hiçbir şey yapmama kararlılığında sağlanacak gelişme, barışa katkı sağlayacaktır.”5

Kaynakça:

1‘Yahudilerin Siyonizm Karşıtlığı’, Yaakov M. Rabkin, İletişim, 2014.

2‘Vaat Edilmiş Topraklarım’, Ari Şavit, Tekin, 2015.

3‘Tragedy of Zionism’, Bernard Avishai, Helioss Press, New York, 2002.

4‘Yahudilik Ansiklopedisi’, Cilt I, Yusuf Besalel, S. 264, Gözlem, 2001.

5a.g.e, S. 265.