BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI SIRASINDA VE ERTESİNDE Yahudi – Arap ilişkileri

Eretz Yisrael veya Filistin toprakları... Bunlar kendilerine yüklenen siyasi anlamın berisinde bir coğrafi bölgeyi işaret ederler. Geçtiğimiz yüzyıldan bu yana, bu topraklar üzerinde yaşayan veya yaşamak isteyen iki halkın çocukları birbirlerine nasıl bir husumet beslemişlerdi ki, bugün bile bunun üzerinden siyaset yapanlar yelkenlerine rüzgar toplayabiliyorlar…

Marsel RUSSO Perspektif
17 Aralık 2014 Çarşamba

 

Eretz Yisrael veya Filistin toprakları. Bunlar kendilerine yüklenen siyasi anlamın berisinde bir coğrafi bölgeyi işaret ederler. Savaştan sonra 1919 Paris Barış Görüşmeleri sonrasında ve bunu takiben, hemen bir yıl sonra San Remo’da onaylanan ve resmi olarak yürürlüğe giren karar uyarınca Büyük Britanya mandasına verilen bir toprak parçasıdır. Bir zamanlar doğuda Ürdün Nehri, batıda Akdeniz arasında sıkışmış, çöl ve bataklıktan ibaretti…

O günlerden bu yana, bu topraklar üzerinde yaşayan veya yaşamak isteyen iki halkın çocukları birbirlerine nasıl bir husumet beslemişlerdi ki, bugün bile bunun üzerinden siyaset yapanlar yelkenlerine rüzgar toplayabiliyorlar… İngilizler, Almanlar, Fransızlar, Amerikalılar, Ruslar, geçtiğimiz asrın başından bu yana Ortadoğu’daki oyuna taraf olanlar ve daha sonraları onlara eklenenler… Takip etmekte olduğunuz gibi!

Yüzyılı aşan bir zamandır ufak ufak, bilerek ya da bilmeyerek beslenen, arsız, bir o kadar zararlı bir ot misali büyütülen Ortadoğu’daki toprak sorununun Arap tarafı, Balfur Deklarasyonu çerçevesinde kendilerine komşu gelen yabancılara tepki gösterir. Zaman içinde bu tepki Arap milliyetçiliğinin var oluş nedeni olur, bundan kuvvet alır hale gelir, nihayetinde iş “Yahudileri denize dökene dek savaşmaya” varır.

ARAP MİLLİYETÇİLİĞİ

Arap milliyetçiliğinin ilk hali sayı olarak az olan entelektüeller arasında görülür. Osmanlı idaresi altında yaşayan ‘zavallı ulusları’ için bir şeyler yapmak isteyen bu insanlar, iyi eğitim almış ve bunu kitlelere ulaştırmak için gayret gösteren kişilerdir. Tom Segev’in ‘One Palestine Complete’ başlıklı kitabında sık sık referans olarak aldığı Halil El-Sakakini bunlardan biridir. Hıristiyan bir Arap olan El-Sakakini bir eğitim adamı olarak toplumunun içinde saygın bir yer kazanmış ve savaş sonrasında Arap milliyetçiliğinin yeşermesinde rol oynamıştır. Günlüğünde şöyle der:

“Tek bir halk olmak, tek bir sistem altında eğitilmek, tek bir kültürle yoğrulmak ve tek bir umuda bağlanmak: Dağınık yaşayan Arapları bir araya getirecek formül budur. Bu gerçekten milliyetçi olan kişiler için zor ancak olanaksız değildir. Yerleşebilecek ve yaşantılarımızı kurabilecek yerimiz var; kullandığımız bir dilimiz var; bir kültürümüz var… Ve bunlar bize özgürlük getirebilir…”

Ancak, aile ve gelenekler, ulusun önündedir:

Kudüs’te her ailenin, adeta kanına işlemiş bir geleneği vardır. Babadan oğula geçen bu temeller her şeyin önündedir: Ailenin çıkarı her çıkarın önündedir; ailenin etkisi her etkinin üstündedir. Aile, herhangi bir seçimde, ehil olanı değil, kendi büyüğünü ya da büyüğünün işaret ettiği kişiyi seçer. Aile içinde, en bilgili, en milliyetçi, en üstün niteliklere sahip olan kişi baba, amca ya da ağabeydir.”

Savaş esnasında, Arap toplumunu belli bir yönlendirme içine almanın ön şartları tam olarak oluşmamıştı. Aslında, İngiliz güdümünde oluşturulan Arap Lejyonu, bir nebze ulusalcılığı teminat altına almıştı. Filistin Topraklarının İngiliz idaresine geçmesi ile Araplar da bir beklenti içine girmişti. Bu beklenti bir Arap Krallığı beklentisiydi. Bu çerçevede, İngilizlerin yanında, kendileri gibi Müslüman olan Türklere karşı savaşmak istemeleri, bir tezat olarak görülmemelidir. Bunun altında, bir yandan Arap isyanının izlerini, öte yanda, özgür bir ulus olarak tarihteki yerlerini almak istemelerini buluruz. Sonuçta, tarihin bir cilvesi, Arap Lejyonu, Yahudi Lejyonu’nun yanında, Allenby ordusunda Filistin Topraklarının kurtuluşu için - kısıtlı şekilde de olsa - savaşmıştır.

Arap milliyetçileri, Yahudi ulusal hareketinin gelişimini de adım adım izliyorlardı. Theodor Herzl’in ‘Yahudi Devleti’ kitabı Arapçaya çevrilip gazetelerde yayınlanmış ve Arap toplumu içinde heyecan yaratmıştı. Ancak, Arap gençliği, kendilerini bir amaç etrafında toplayacak bir liderden yoksundu: Ahad Ha’am, Haim Nahman Bialik, Eliezer Ben Yehuda ve onlarca düşünür ve kültürel eylemciden de yoksundu; Baron Rothschild gibi bağışçıları da yoktu, fon yaratacak olanakları da…

1919 Mayısı’nda Müslüman ve Hıristiyan Arap milliyetçileri Yaffa’nın Zohar Sineması’nda geniş katılımlı bir toplantı düzenlerler. Toplantının sonunda yayınlanan bildiri şöyle der:

“Filistin topraklarına otonomi verilmeli. Bu topraklar Prens Faysal’ın yöneteceği Büyük Suriye’nin kopmaz bir parçasıdır. Burada, Yahudilerin ulusal bir yuva oluşturmaları mümkün değildir. Bu topraklarda Müslüman, Hıristiyan ve Yahudiler, Arap yönetiminde eşit haklara sahip olarak yaşayacaklardır. Bu anlamda, Araplar Yahudilere karşı değildir ancak Filistin’de bir devlet kurmak için çalışmalar yapan Siyonistlere karşıdır… Zaten birçok Yahudi Herzl ile başlayan sürece sempati ile bakmamaktadır.”

Arapların İngilizlerden istediklerini üç başlıkta toplamak mümkündür: Özgürlük, Yahudi göçüne kesinlikle izin verilmemesi ve Yahudilerin toprak alımının kanunlarla men edilmesi… Bu istekler, defalarca Filistin’deki İngiliz temsilcilerine iletilir ancak bu, yanlış adrestir.

PRENS FAYSAL

BULUŞMALARI

Biraz gerilere gidilecek olursa, Haim Weizmann ve diğer Yahudi yöneticilerin artan Arap milliyetçiliği karşısında başından beri bir uzlaşı arayışı içinde oldukları görülür. Balfur Deklarasyonu’nun kamuoyuna açıklanması ile beraber, her defasında amaçlarının Arapları yok saymak olmadığını ifade ederler. Ancak ikna edici değildirler…

“Bir ulusu yok etmek istiyorsanız, topraklarını elinden alın, dilini koparın… Siyonistlerin Arap ulusuna yapmak istedikleri bundan değişik bir şey değildir.”

Sakakini’nin bu tespiti tüm Arapların paylaştıkları genel bir kanıyı ifade etmektedir.

Oysa Haim Weizmann, bir süredir Arap kamuoyunda oluşan bu olumsuz kanıyı yıkmak ve Arap gençliğinin idolü haline gelen Prens Faysal ile yüz yüze görüşmek için bir adım atmıştı. Bu girişim hem Faysal’ın kendisinden hem de İngilizlerden destek görmüş ve buluşma 1918 yılının haziran ayında Akabe kentinde gerçekleşmişti.

Şakalaşmalarla başlayan konuşma sonunda taraflar gelecek hakkındaki görüşlerini açıklamışlardı. Weizmann, Yahudilerin amacının bu toprakları her iki ulus için de yaşanabilir kılmak olduğunu söylemiş Faysal’a, hem siyasi hem de maddi destek vaat etmişti. Belki de biraz kastını aşarak, Amerika’daki Yahudi lobisini, Başkan Wilson nezdinde, Faysal lehine harekete geçireceğini söylemişti. Bu, Faysal’ın için bir fırsattı.

Faysal da Yahudi liderlerle görüşmelere devam edilmesi gerektiğini belirtmiş ancak bu konuda kendini bağlayacak hiçbir taahhüde girmemişti. Aynı zamanda, Faysal satır aralarında Filistin ile çok da ilgilenmediğini de ifade etmişti… Ya da Weizmann bunu böyle duymak istemişti… Edindiği izlenim Arap Prensi’nin daha çok kendisine tanınacak krallıkla ilgili olduğu yönündeydi. Ancak bu durum hiçbir zaman açıkça teyit edilmedi.

Toplantıdan Weizmann’ın beklentisi yüksekti. Yahudilerin Arapları hedef almadığını, onlarla iyi ilişkiler kurmak istediğini anlatmak için bulunmaz bir fırsattı. Ancak Faysal’ın olaylara bakış açısı ile bunu anlatmak, bu konudaki samimiyeti dile getirmek kolay değildi. Neticede, toplantı bir ‘halkla ilişkiler’ ve ‘sıcak temenniler’ zincirinden başka bir sonuç vermedi. Hiçbir bağlayıcı karar alınamadı, konuşulanlar bir bildiri ile kamuoyuna açıklanmadı bile.

Paris Barış Görüşmeleri’nin öncesinde, 1919 başlarında, Faysal, aralarında Haim Weizmann’ın da bulunduğu Yahudi liderlerle, bu kez Londra’da, bir kez daha bir araya gelir. Toplantının sonunda taraflar aşağıdaki metin üzerinde anlaşmaya varırlar ve bunu imza altına alırlar.

“Hicaz Arap Krallığı adına hareket eden Majesteleri Emir Faysal ile Siyonist Organizasyonu temsil eden Dr. Haim Weizmann, Arap ve Yahudi halkları arasındaki tarihi bağları dikkate alarak, ulusal ihtiraslarını tatmin etmenin ve bölgede kurulacak Arap Devletini ve Filistin’i geliştirmenin en emin yolunun beraber çalışmak olduğunun bilincinde, aşağıdaki maddelerde görüş birliğine varmışlardır:

Madde 1: Arap Devleti (Bölgede kurulacak ve Emir Faysal’ın yöneteceği krallık ) ile Filistin (üzerinde Yahudilerin Balfur Deklarasyonu çerçevesinde ulusal yuva oluşturmalarına sıcak bakılan ülke…) tüm ilişkilerinde ve gelişimlerinde, birbirlerini iyi niyet çerçevesi dahilinde kontrol edecekler… Bunun için üzerinde mutabakata varılmış mümessiller, karşılıklı olarak atanacak ve komşu topraklarda görev yapacaklardır.

Madde 2: Paris Barış Görüşmeleri’nin hemen ardından, taraflarca oluşturulacak bir komisyon kesin sınırları tespiti için çalışmalar yapacaktır.

Madde 3: Filistin’de yasal ve idari kurumların oluşturulması sürecinde, İngilizlerin 2 Kasım 1917 tarihli deklarasyonları (Balfur Deklarasyonu) ile teminat altına alınan konular hakkında çalışmalar başlatılacaktır.

Madde 4: Yahudilerin Filistin’e göçü ve kabulü ile ilgili çalışmalar hemen başlatılacaktır. Böylece bölgedeki toprakların ivedi şekilde değerlendirilmesi yoluna gidilecektir. Bu arada, Arap çiftçilerin hakları korunacak ve ekonomik gelişimlerine yardımcı olunacaktır.

Madde 5: Dinlerin özgürce ifa edilmesini engelleyecek hiçbir kanun veya uygulama çıkartılmayacaktır. Sivil ve siyasi hakların kullanılmasında dini uygulama kıstas oluşturmayacaktır.

Madde 6: Müslümanlara ait kutsal yerler Müslümanlar tarafından kontrol edilecektir.

Madde 7: Siyonist organizasyon bölgeye, buranın ekonomik gelişiminde nelere yatırım yapılması gerektiğini araştıracak ve rapor edecek bir komisyon göndermeyi kabul eder.

Madde 8: Taraflar barış görüşmeleri çerçevesinde gündeme gelecek tüm konularda tam bir uyum içinde çalışmayı kabul ederler.

Madde 9: Taraflar, aralarında oluşabilecek her türlü anlaşmazlıkta İngilizlerin hakemliğini kabul ederler.

Anlaşma taraflarca 3 Ocak 1919 tarihinde, Londra’da imza altına alınmıştır.”