Türk– Yahudi – Endülüs gözlerim

Ody Saban, Fransa’da Türk Mevsimi Etkinlikleri kapsamında 21 Ekim-22 Kasım tarihleri arasında “Çizgilerin Oyun ve Şehvetleri” adlı koleksiyonunu Galerie Grand’rue - Antoine Hyvernaud -’da sergiliyor

Tamara PUR
11 Kasım 2009 Çarşamba

İstanbul doğumlu ressam Ody Saban, çini mürekkebiyle gerçekleştirdiği sevdalı  insan figürleri ve büyülü vapurlarıyla dolambaçlı yollarda seyahat ederken kendini sorguluyor. Yolculuğu eleştiriyor. Desenlerinde iç içe geçirdiği ağlardan oluşturduğu sarmallarda, derinleştikçe bin bir farklı boyutla yüzleşiyorsunuz. Bu vapurlardan birine binip, tasasız bilinmeze doğru gitmek ister miydiniz?

 Talisman vapurları nasıl oluştu? Desenler neden siyah beyaz?

2004 yılında tuval üzerine akrilik ile renkli ada vapurları yapmıştım. Benden 2010 Ocak ayında da sergilenecek Türk mevsimi için tuvallerimi istediler. Siyah-beyaz çünkü daha doğrudan, daha ilkel. Aylar boyu atölyeme kapandım. En derinlerimde yerleşmiş olan incecik labirentlerle yüzleştim. Bu 2007’de başladı. Metrelerce uzunlukta dar kâğıt ruloların üstünde. 2008’de, küçük boyutta kâğıtlara kurşun kalemle, belirgin damarlı bir Hint kâğıdı üstünde yeni bir aşamaya geçtim. Acı veren ayrılıklardan portreler, âşıklar, dalgalar, gözyaşları ve gemiler ortaya çıktı. Takip eden kış, daha büyük yapraklar seçtim. Desenlerim daha ince ve daha sık oldular. Sanırım kederli olmasaydım bu kadar sabrım olmazdı.

 Hint veya Asya kültüründen bu kadar etkilenmenin nedenleri nedir?

Ben uzak medeniyetleri, Çin-Japon kültürünü, İnui halkını dahi keşfetmeyi severim. Çünkü burnumun, parmaklarımın ucunu dışarı çıkarmayı severim. Tabii gelmiş olduğum Akdeniz, Karadeniz ve Fars körfezlerinde bir sürü yaşanmış olan uygarlıkların kalbimin içinde her zaman yeri var. Doğu’da derin gizemi, insan ilişkileri, doğa, madde, perspektif, zaman, birey, çocukluk,

ölüm, yaşam hayal ve ütopyamı keşfediyorum.

 Batıda yaşayıp, doğu kültürüyle harmanlanmak nasıl bir duygu?

Batıda kendimi tam olarak evimde hissediyorum. Fars ve Anadolu halılarının üstünde, sokaklarda gördüğüm görkemli heykelleri, parkları, sayısız müzeleri, duyarlı bin bir gece masalları ile değiştirip bunları bu halılar üstünde keyifle uçurtuyorum. Sürrealist uygarlık ve yeni doğan Brut, Outsider, Raw ham medeniyeti ile sanatın tamtamına içindeyim. Paris, İstanbul ve New-York’ta çoğunlukla aynı geleneksel eski değerleri “modern” ve “post modern”i görüyorum.

Yüz kere okudum, çalıştım, öğrendim. Dışavurumcuları, empresiyonistleri, Rönesans’ı, Fars minyatürünü, camileri, sinagogları Rembrant’ı, Picasso’yu, Abidin Dino’yu Batı Sanatı’nın büyük ressamlarını çok sevdim. Başka aşk parfümlerinden nefes almak istiyorum. Çağdaş Sanat’ın canlandırılması için Boğaziçi, Akdeniz, Atlantik Okyanusu’nu yapmak gerekiyorsa yaparım. Daha küçük balık ve balinalar için de, tekrar yaşanabilir hale gelmesi için Türk-Yahudi-Endülüs gözlerim diğer sonsuzluklarda kaybolmak için görevlendiriyor beni.

 F. Monin’in katalogunda önsözde yazdığı gibi 21.ci asrın kaçınılmaz önemli sanatından bir örnek olan bu sergi bir uyarı mı? “Uyanın, silkelenin! Dünya her yönden felakete gidiyor?”

Evet, F. Monin’in dediği gibi dünya bir felakete gidiyor. İnsanlar sadece korkudan değil, isyan, açlık, dürüst olmayan düzenden de titriyorlar.

Benim tablolarım duygu bombardımanı gibi.  Paris’te oturduğum yerden 100m ötede binlerce insan belgesiz,  Fransa’da oturma izinleri yok. Bunlar el işçisi, okumuş ve 10 senedir bu vaziyetteler. Bilhassa Afrika’dan gelen birçok mülteci var. Meslekleri ve işleri var. Oradan geçtiğim zaman tablolarımdakinden çok daha büyük bir iç çekişle karşılaşıyorum. Onlara örtü, iskemle, yemek götürüyorum. 2000 kişi aynı alanda çok büyük bir mekânda yaşıyorlar. Aynı 19. yy.ın “İnternational”inin bugünkü şekli gibi. Sanatçı olarak bu kadar sorumluluk yüklendiğim için üzülüyorum. Resimlerimde en fazla ezilen çocuk ve kadından söz ediyorum. En önemli barış, çocuk ve kadınlar adına olmalı.

Kadınlar ve erkekler arasında sosyal, ekonomik, politik denge sağlanmalı.

 Mitolojiye göre Örgücü Kız Arakne gergef işleyip oya yapmakta ustaymış. Athena ile boy ölçüştüğü için Athena onu örümceğe çevirmiş. Ody son derece ince bir teli çözüp açarken, kendi özgürlüğüne mi kavuşuyor?

Arakne’nin lanetli düğümünü çözebilmek için uluslar arası kolektif bir eylem yapmak gerekir. Görünen ve görünmeyen sınırları yıkıp sanatla, sosyal ütopyaya varmak için.

www.galeriegrandrue.com

 Ody Saban Lokmanruhu dantelâcısı

Ody Saban yeni desenlerinde kanıtlıyor ki, dünyadaki var oluş sadece bir ipe bağlı ise, bu ip sonsuzdur ve hayal gücü bunu biçimden biçime sokarak olağanüstü desenlere dönüştürebilir. 

Saban, Yunan-Roma mitolojisinde aklın, sanatın ve savaşın tanrıçası Athena’ya karşı koyan örgücü kız Arakne gibi, son derece ince bir teli çeviklikle çözüp açar. Bu teli kâğıdın üzerine bırakan Saban, oraya bekâretin dövmesini yapar.

Var oluşun gizemi ile yüz yüze kalan kinayeler, figürler belirir resminde ve bunlar hep beraber bir ağ oluştururlar. Üstte ip cambazları, ruhlarımız dünyada olmanın endişesini ehlileştirmeye çalışırlar, ama muhakkak bu endişeyi zevke çevirirler. 

İnsanoğlu maymuncuğu, çok bitki, az hayvan, yeterince hayvan, daha çok insan, kalemin ucunda biriken mürekkep bunların arasında samimi muhabbetler kurar. Bu eserde her şey dik dik bakar ve birbirlerini tutarlar. İnşa edilen ağ, bağların, ince ayarların, sarmalların ve çiftleşmelerin güzelliğini çağırır. Tüm “ikisi-arasında” alfabesi katkı sağlar bu ağa. 

Her şey aynı zamanda seğirir de çünkü ip bükülgen ve gergindir. Her şey dalgalanır ve her şey titreşir. Hatta seçilen destek bile sabit değildir, uçarıdır. Saban 15 senedir guletlerin yelkenleri, kelebeklerin kanatları kadar ince kâğıtlar üzerine resmeder. Bunlar pamuk, kenevir ya da pirinç liflerinden yapılmış ve düzensiz katmanlar halinde ezilmiş incecik ve inceliklerinden dolayı yarısaydam, silik dokular üreten Hint ya da Asya kâğıtlarıdır.

Bu hafiflik her daim sanatçının hayalinde konuşlanır. Saban, daha 1980’de New York’ta, uçurtmalar yapmak için ipek kâğıtlar kullanıyordu. Yolculuk kinayeleri göçmen bir var oluş getirdi ona, Saban özgür mesajlarla uyumlu ve kırılganlığa meyilli, tüm bunlar onda mevcut ve hak iddia edebilir.

Kalem işte bu satıhlarda gezinir ve tökezler. Kâh şatafatıyla çatlatır, kâh inletir. Bu durumda sanatçının becerisi, olayları yönetme bilimi harekete geçer. Lekeler ve delikler kışkırtılmış, bahtı açık kalkış noktaları oluşturur ve aynı zamanda çizgi için bir doğuş noktası hizmeti görür ve çizgi bu noktadan hareketle havalanır ve planını gerçekleştirir. Lekesiz yaprağın baş dönmesine çaprazlama olan gergin saç filesi, çizgiler şekiller meydana getirir. Kesişmeler aşağıya doğru gider, bacak; ok, sap, bitki; nokta, göz, bakış.

Göz bir yaprağa benzer, ağız bir kıyıya, kadın bir dağa. Hülyalar ve başkalaşımlar çoğalır, bizi panteist, idilik (pastoral) bir dünyaya götürürler.

Sürekli suratlar belirir. Yazar Henri Michaux haklıdır: « hiçbir özel niyet olmadan resmedin, bir makine gibi karalayın, neredeyse her zaman kâğıtta yüzler ortaya çıkar. Ölçüsüz bir yüzsel hayat sürerken, ebedi bir yüz ateşindeyiz de». Ötesinde sarmallar ve şevk hüküm sürer, yayılmalar, gül desenleri ve ışıldamalar, bolluk ve filizlenme kinayeleri.

*Tüm bunlar 2 boyutta titreşir. Daha az batılı bir mantıkla, arabeskin oryantali mantığına göre bu bir göz yanılması değildir, bu aklı tuzağa düşürmektir. Kandırıcı derinlik eksikliği, motiflerin hafifliğini ve çevrenin hayallerini kışkırtır. Çizgilerin dinamizmi bir alandansa bir enerjiyi çağrıştırır. Dolaşım, dönme ekseni, yükseliş, eser bu güçleri bünyesinde bulundurur.

 Klasik Avrupa alışkanlıklarına uygun olarak, Saban düzenli olarak açık havada, motifler üstünde, resim çalışır. Bu arada tarih öncesinden, tarihten ve evrensel sanatın tarihinden çokça beslenir. Kaya üzerine çizilmiş ilkel işaretler, işlenmiş motifler ya da çinilerin üzerine boyanmış desenlerden süzülmüş bilgisi rüyalarını besler. Topkapı Sarayı’nın seramiklerinin restoratörü olan bir baba ve 1001 Gece Masalları’ndan çıkmış gelinlikler diken bir anne arasında büyüyen Ody, tesadüfen sanatçı olmamıştır.

Yaradılıştan hikâyeci Saban, 12 yaşında yazı yazıyordu. 4 yıl sonra resme başladı; içlerinde kelimelerin ve şekillerin birbirine karıştığı onlarca defterleri doldurarak. Önce haritalar resmetti, daha sonra evler. Tüm bunlar kelimelerle karışıyordu. Fellini’nin dediği gibi: « Kendimi bir şey yapmak zorunda kaldığım durumlarda bulmayı çok seviyorum ».

Ufak ufak, resim öne geçti. Şekillerin dili kelimelerin dilinden daha evrenseldi. Saban bunu deneyimledi. Önce Türkçe düşünerek, İsrail’de yaşadı. Daha sonra New York’ta Fransızca hayal kurarken buldu kendini. 

*Siyah ve beyaz resmeden Saban, bunu - « daha doğrudan, daha ilkel » diye tanımlar, daha samimi hikâyeler anlatır, tuvallerinde güneşli tonlar saçar, suluboyalarındaysa kurnaz nüanslar ortaya koyar. Yeni resimleri özellikle gizlidirler. Atölyeye gönüllü bir kapanma, aylar boyu süren radikal bir yalnızlıktan ve olağanüstü bir konsantrasyondan doğmuşlardır bu resimler. Sanatçı gece çalışma seansları boyunca, en derininde yerleşik daha önce hiç görülmeyen incelikte labirentler hayal etti, hiç olmadığı kadar büyüleyici yayılmacı mevcudiyetler, inanılmaz derin şekille oynamalar ve bozmalar.

Bu 2007’de başladı, metrelerce uzunlukta dar kâğıt rulolarının üstünde. 2008’de, küçük boyutta kâğıtlara kurşun kalemle, belirgin damarlı bir Hint kâğıdı üzerine. Yeni bir aşamaya geçilmişti. Acılı ayrılıklardan dürtülen portreler, âşıklar, gemiler, dalgalar ve gözyaşları ortaya çıktı. Takip eden kış, daha büyük kâğıt yapraklar seçti Saban, resmedilen desenler daha ince ve daha sıktılar. « Sanırım kederli olmasaydım, bu kadar sabrım olmazdı. Yüceltiyorum».

Bilinçsiz gizemlerin dantelâcısı, şamanizmin ve sürrealizmin mirasçısı… Saban, bugün dünden daha fazla, en kısa yolu yoğun duygulardan bunların hükmeden tanımlamalarına gitmekte buluyor.    

*

Françoise Monnin

Paris, Ağustos 2009

Fransızcadan çeviren: Selen Akçalı