HUKAT - Çadırda ölen bir kişi

Rav İzak ALALUF Köşe Yazısı
12 Haziran 2013 Çarşamba

Tora böyledir: Bir kişi çadırda öldüğü zaman çadıra gelen herkes ve çadır içindeki her şey yedi gün boyunca ‘tame’ olacaktır.  (Bamidbar 19/14)

Yukarıda verilen cümlenin başında yer alan “Tora böyledir” ifadesi bir talimat anlamını taşır. Ancak büyük bilgeler Tora’yı açıklarken bilindiği gibi dört aşamada bunu yaparlar. Bunlardan ikincisi ‘Remez’ dediğimiz sırlar veya ipuçlarıdır. İşte Talmud döneminin tanınmış bilgelerinden biri olan Reş Lakiş’e göre Tora sözcüğü başka bir anlam ifade etmektedir. Rabi şöyle öğretir: “Tora sözlerinin ancak onlar için hayatını veren bir kişide tam olarak anlam kazanacağını nereden anlayabiliriz? Çünkü pasuk “Tora böyledir… bir kişi çadırda ölünce” demektedir.” Tora’da ‘oel’ yani ‘çadır’ sözcüğü genellikle Tora öğrenimi anlamında kullanılır. Bereşit kitabında Yaakov için “yoşev oalim – çadırlarda oturan” ifadesi kullanılır. Bu da Yaakov’un Tora öğrendiğine delalettir.  Bu pasuktan yola çıkan Reş Lakiş ancak Tora öğrenimi için yaşamını veren bir kişinin yani çadırda ölen bir kişinin Tora’nın gerçek değerini anlayabileceğini öğretmektedir.

Ancak Hafets Hayim Reş Lakiş’in bu öğretisinin ciddi bir çelişki taşıdığını iddia eder. Çünkü Vayikra kitabının 18/5 bölümünde insanın mitsvaları yerine getirmeleri ve onlarla ‘yaşaması’ emredilmektedir. Şimdi bir yandan mitsvalarla yaşamak diğer taraftan Tora için yaşamımızı vermek. Bu çelişkiyi anlayabilmek için yine Hafets Hayim’in anlattığı bir öyküye bakacağız.

Son derece yüksek bir müşteri portföyü bulunan bir iş adamı sürekli olarak müşteriler tarafından meşgul edilmektedir. Sadece kendisi değil karısı da onunla çalışmakta ve iş bütün zamanlarını almaktadır. Adam yaşlanmaya başlayınca kendine hiç zaman ayırmadığını ve maneviyat açısından hiçbir şey yapmadığını görür. Haftanın ilk günü önce sabah sinagoga gider ve minyanla birlikte Tefila söyler. Arkasından da Tora dersine kalır. Daha huzurlu bir şekilde işine geldiğinde bir kısım müşterinin binayı kuşattığını ve kendisini beklediğini görür. Karısı sinirli bir edayla nerede kaldığını sorgular. Adam bir işi olduğunu bu yüzden geç kaldığını söyler ve soruyu geçiştirir. Ancak adam ertesi gün de geç kalınca karısı bu işin nedenini öğrenmeye karar verir. Kadın kocasını sinagogda bir kitabı okurken bulur. Kadın dayanamayıp orada ne yaptığını bağırarak sorgular ve bir an evvel işe gelmesini tek başına her işe yetişemediğini söyler. Adam sakin bir şekilde karısına şunları söyler: “Eğer şu anda ölüm meleği gelip de onunla gitme zamanımın geldiğini söyleyecek olursa ona dükkânımın dolup taştığını, benim onlarla ilgilenmem gerektiğini ve boş vaktim olmadığını söyleyip yarın gelmesini mi rica edeceksin. Elbette hayır. Onun için ben ölüymüşüm veya ulaşılamazmışım gibi idare etmeye çalış. Merak etmek iki saat sonra canlanırım.”

Aslında hepimiz kendimizi işimize ve maddi yaşama öyle bir kaptırmışızdır ki maneviyatın sıklıkla kapımızı çalan sesine kulaklarımızı tıkarız. Ancak zaman geçmeye başladığı zaman ve yaşımız ilerledikçe ‘kendimize’ vakit ayırmanın zamanının geldiğine karar veririz. Bu konuda Pirke Avot bizlere çok önemli bir öğüt vermektedir. “Zamanım olduğu zaman öğreneceğim deme hiç zamanın olmayabilir.”

Reş Lakiş’in vermek istediği mesaj buradadır. İçten bir şekilde Tora öğrenmek isteyen bir kişinin bu öğrenime belli bir süreyi devamlı olarak ayırması gerekir. Bu şekilde kendisine işinden bağımsız sadece Tora öğrenebileceği bir zaman dilimi yaratmış olacaktır. Bu da ‘hayat veren’ Tora’yı hem öğrenmesini hem de uygulamasını sağlayacaktır.