Tante Lina’nın cevizli borekasları

Tilda LEVİ Köşe Yazısı
20 Şubat 2013 Çarşamba

Geçen hafta, bir ‘son görev’i yerine getirmek için Aşkenaz Mezarlığı’na gittim. Artık bizim nesil için de cenaze törenleri bir sosyal karşılama yeri olmaya başladı. Hava oldukça soğuktu; erkenden Midraş’a girip oturdum. Yıllar önce,   Onursal Başkan Bensiyon Pinto ile bir sohbetimiz aklıma geldi. ‘Gün gelecek çevremizde ‘iyi aileler’den eser kalmayacak. Gelenle yetineceksin’ demişti. Ne kadar öngörülü olabilirdi Pinto. İşte o aile bireylerinden bazılarını gördüm. Duruşları hala dimdik.

Aile gömüye gittiğinde birkaçımız ‘ziyara’ yapmak istedik. Arkadan sesler geldi, ‘olmaz gidilmez, günahtır.’ Doğrusu dinen bir uygulaması var mıdır, bilmiyorum. Kimse bugüne kadar bana mantıklı bir açıklama getirmedi. Ben de çok sevdiğim iki dostumu görmeye gittim. Ayrılırken de mezarlarına birer taş koydum. Eminim onlar da ziyaretimden çok memnun kaldılar.

Bir zamanlar cenaze törenleri sinagoglarda gerçekleşir ordan da merhum / merhumenin evine gider, erkeklerin dönmesini beklerdik. Gömüye katılmak istediğimde, ‘Annen baban hayatta, ne işin var orda?’ denirdi. Bu yanıt işime mi gelmişti, yoksa halk içi bir gelenek miydi, hala öğrenmiş değilim. Tek bildiğim, gömüye ilk kez babamı kaybettiğimde gittiğim ve hayatımın şokunu geçirdiğimdi. Onun için bu işin doğrusu, yanlışı olduğunu zannetmiyorum.

***

Bayram öncesi daha neşeli konulara geçelim ve yaklaşmakta olan Purim’i hatırlayalım. Çocukluğumun en güzel bayramı. Maskeli balolar... Annemin yaptığı içi kayısı reçelli ‘Amantaşen’ler... Pişerken mutfaktan yayılan koku eve ayrı bir sıcaklık katardı sanki. Özellikle babam için hazırlanırdı bu bisküviler. Ailenin bir kanadı Aşkenaz olmasına karşın, mutfak alışkanlıklarımız pek o yönde değildi. Diğer favori tatlım, anneannemin ikizi olan Tante Lina’nın yaptığı her biri aynı boy olan cevizli borekaslardı. Huzur içinde yatsın. Doğrusunu söylemek gerekirse, çocukluğumda Sefarad – Aşkenaz farkını hiç duyumsamadım.  Sadece zaman zaman ziyaretimize gelen Tante Hilda’nın, Oncle Moritz’in çok neşeli, sıradışı olduklarını gözlemlerdim. Mavlaçlar çoğu pastanenin vitrininde sergilenirdi. Şimdi köşe bucak arıyoruz. Yaşları büyüse de oğullarım, hala ‘purimlik’lerini beklerler.

Kısaca, özünde neşe olan, hazırlanması kolay, aileleri bir kez daha biraraya getiren bir bayram. Kimilerimizin bildiği ancak çoğu kez unutulan bir gelenek daha var. Purim’de sevindiğimiz oranda, ihtiyaçlı bireylerin neşelenmesi gerektiğini hatırlamalıyız. Barınyurt’a açacağınız bir telefonla simgelesel bir paylaşımla bunu gerçekleştirebilirsiniz. Bu vesile ile bütün Ester’lerin Purim’ini kutlarım.

***

Sinemaya olan tutkumun tersine tiyatroyla pek aram yoktur. Hal böyleyken izleyeceğim tiyatrolarda çok seçici davranırım. Pazar günü Galatasaray’da Kumbaracı 50’de izlediğim oyun son zamanlarda gördüklerimin en iyisiydi. Sumru Yavrucuk, tek kişilik gösterinin hem oyuncusu hem de yönetmeni. Oyunun adı: ‘Kimsenin Ölmediği bir Günün Ertesiydi’. Tiyatro broşüründe şöyle bir cümle geçiyor, “... Bu oyun insanlığımızın trans bir kadınla imtihanıdır...” Salon kapasitesi 63 kişi; biletler ise numarasız. Vakitlice bilet almakta yarar var, zira kapalı gişe oynuyor. Oyun 16+ izleyiciler için; bilginize.