Afrika’da İsrail’in kayıp kavimlerinin izinde…

Etiyopyalı Falaşaların 1984-1990 yılları arasında İsrail’e taşınmasının ardından, Yahudi olduğunu iddia eden kabile ve grupların sayısında artış oldu. Hayatlarının büyük bölümünde Yahudi geleneklerinden uzak kalmış bu gruplar söz konusu olduğunda bir ‘Afrika Yahudiliği’nden söz etmek mümkün müdür?

Marsel RUSSO Perspektif
23 Aralık 2009 Çarşamba

XX. yüzyılın başlarından bu yana, Etiyopyalı Beta Israel (Falaşalar) haricinde Afrikalı bazı gruplar da Yahudi kökenleri olduklarını iddia ediyorlar. Mali/ Tombuktu’da, Uganda’da, Gana’da, Nijerya’da, Raunda-Burundi’de, Güney Afrika’da ve Zimbabwe’de bazı klanlar ve kabileler, eski çağlardan beri Afrika’ya yerleşmiş Yahudi toplumlarından geldiklerini söylüyorlar. Yaşamları genellikle Yahudi dininin gereklerinden uzak kalmış… Ancak bunları bir bütün olarak algılarsak, bir tür Afrika Yahudiliği’nden söz etmek mümkün olur…

Bu grupların kimlikleri ile ilgili çalışmaları Etiyopyalı Falaşaların ortaya çıkmaları ile ivme kazandı. Falaşaların 1984 – 1990 yılları arasında organize bir şekilde Kutsal Topraklara taşınmaları, birçok başka Afrikalı gruba model teşkil etti. Onlar pekâlâ, kayıp kavimlerden Dan’ın torunları olabilirlerdi… Veya Kral Süleyman zamanında bu topraklara gelmiş, hatta çeşitli nedenlerle Arap Yarımadası’ndan göç bile etmiş olabilirlerdi.

İsrail’in kayıp kavimlerinin yazgıları üzerine inşa edilmiş dini literatürü, mesihi rüyalarla bezeyerek kendi toplumlarının kaynağı hakkında abartılı bir tarihçe oluşturan bu gruplar kimliklerini allak bullak edercesine, Avrupa Yahudiliği ile bağlar oluşturmağa çalışmışlar.

Kendilerini Yahudi ilan etmek için adeta zorlanan tarihi, dini ve etnik bu süreç dahilinde bu grupların böylesi bir yaklaşımı hangi esasa dayandırdıkları çok belli değil. Hem Yahudi tarihi hem de normatif Yahudi dini yargıları içinde marjinalliğe mahkûm oldukları bir yana, Yahudi halkının ırk sınırlarına da çok uzak gibi görünüyorlar. Ancak Falaşaların Yahudi kökenlerinin ortaya çıkması ve bunun kabul görmesi, teorik ve yeni bir çerçevenin ortaya çıkmasını sağlamıştır: Bu Afrikalı Yahudi’nin portresidir. Afrikalı Yahudiler, varlıkları ile Yahudi kimliği, değerleri, Talmud ve bu uzak diyarlarda hiç bilinmeyen İbranice ile ilgili birçok soruyu da gündeme getiriyorlar. Bu yazıda amaç Yahudi kimliği ve dini uygulamalarındaki farkları irdelemek değil. Arzum, varsa Afrikalı Yahudi kimliğinin ortaya çıkması ve bu kimliğin menşeinde değişik mekanizmalar ve kesişimlerle kristalleşmesi…

Biblik anlatım Etiyopya’da, Kuş Ülkesinde, yani Afrika’da Yahudilerin varlığını söyler ve Yahudi, siyah ve Afrika üçlemesi hakkında ilk esasları verir. Mezmurlar 68:38’de “Kuş’lular ellerini Tanrı’ya doğru kaldırıverecek” der. Bu anlatım ilahi bir anons olarak kabul edilir ve Tanah’taki Etiyopyalılar ile benzerlik kurulur. Buna devamla, Yeşaya’da (11:11-12) kayıp kavimlerin Etiyopya’daki varlıkları ile ilgili ipuçları verilmesi, buradaki Yahudi geçmişi hakkında iddiaların daha yüksek sesle dillendirilmesini sağlar ki bu Diaspora’dan Siyon’a dönüşün habercisidir. Kral Süleyman’ın hikayeleri etrafında oluşturulmuş gelenekler Afrika’nın geçmişini anlatır (Krallar I / 9:26) Bu efsaneler, Altın Ülkesi Ofir’in Afrika’nın ucunda olduğu fikrini güçlendirir ve Sami ırkının temsilcileri ile Afrika’nın güneydoğusu arasında ilk bağları oluşturur böylece…

Benjamin de Tudela’nın XII. Yüzyıldaki seyahatlerinin günlükleri, Papaz Jean’ın aynı yüzyıldaki krallığını konu alan Hıristiyan anlatımları, Yahudilerin ve Hıristiyanların, İsrail’in kayıp kabilelerinin Afrika’nın ücra köşelerine dağıldıkları beklentilerini besler. Dan’lı Eldad, eski İbranice ile kaleme aldığı bir yazısında, Kral Süleyman’ın ölümünden sonra, kendi kavmi Dan ile birlikte, Naftali, Aşer ve Gad kavimlerinin de Afrika’ya göçtüğünü, göçebe bir hayat sürmelerine rağmen burada bağımsız bir imparatorluk kurduklarını iddia eder. Eldad’ın bu yazısı ilk kez 1483 yılında ve daha sonra 1519 yılında İstanbul’da yayınlanır. Her ikisinin de Ortaçağ’daki Yahudi ve Avrupalı algısında etkili olduğunu söylemek yanlış olmaz.

Afrika’da, Ortaçağ sonrasında oluşan Avrupa kaynaklı bir hipotez, mit ve efsaneler etrafında kristalleşecek ve XX. yüzyıla dek, kolonileşmenin değişik temsilcilerinin gerçekleri tıraşlamalarına zemin hazırlayacaktır. Esas olarak, bu hipotez, Afrika’da değerli olan her şeyin buraya, Kafkas ırklarından olduğu iddia edilen Ham’itler tarafından getirildiğini söyler. İngiliz antropolog Charles Selingman 1930’da yayınlanan ünlü ‘Races of Africa’ isimli kitabında ‘Ham’it Hipotezini’ şöyle tanımlar: “Görece olarak geç kalmış Sami etkisi bir yana, Afrika’daki uygarlıklar, Ham’itik uygarlıklarıdır. Buraya dalgalar halinde gelen Ham’itler, zamanın siyahî çiftçilerinden daha donanımlı ve canlı Avrupalı çobanlardı…”

Babil Talmud’u, Nuh’un oğlu Ham’ın soyunun lanetlenmiş olduğunu ve siyah olmakla cezalandırıldığını söyler. Ham balıkçı olarak bilinir ve kendinden sonrakiler dejenere olmuşlardır. Böylece, eski tarihin hayat verdiği bir gelenek Ham’ın oğulları ile her tür fiziksel ve etik olumsuzlukla özdeşleştirilmiş zenciler arasında ilişki kurar. Öte yandan, bazı tahrifatlar sonucu, Ham’ın soyu ile Samiler arasında bir akrabalık oluştuğu da söylenir. Bunun dönemin misyoner ve kolonyalist yapısına uygun olduğunu söylemek abartılı olmaz.

Avrupalıların Afrika’da karşılaştıkları bazı davranışların eski İbrani ritüelleri ile büyük benzerlikler gösterdiği genel bir kanı olarak taraftar toplar: Sünnet, Ay takvimi ve özel günlerin buna bağlı kutlanışı, kurban geleneği vs… XV. yüzyıldan itibaren kuzey ve güney Amerika’da, Avustralya’da tıpkı Afrika’da olduğu gibi, bu dünya görüşü, kayıp on kavmin kaderi hakkında tarihi bir hipotezi oluşturur.

XIX. yüzyılda, Afrika halklarının inançlarının ve yaşantılarının, misyonerler tarafından - yine bayağı tahrifatla -  Yahudilikten türevlendiği kabul edilir. Misyonerler ile sömürü düzeni peşinde koşanlar, ortaya attıkları ve Afrikalılar ile Yahudileri ilişkilerinden ve bunu İsrail’in kayıp kavimlerine dayandıran hipotezde mutabık kalmış gibidirler. Bu çerçeve içindedir ki, bu konu ile uğraşan ilk etnolog ve misyoner, Zulular, Khosalar, Hotentolar, Tutsiler, Masailer gibi değişik Afrikalı grupların Yahudi veya Yahudi kökenli oldukları sonucuna varmışlardır.

Buna bağlı olarak, Afrikalı bazı grupların, XIX. yüzyılda Hıristiyan misyonerler tarafından sıkça dillendirilen bu hipoteze sarıldığını ve ‘Kayıp Kavimler’ konusunu kullandıklarını görürüz. Sömürge düzeni içinde bu grupların sinelerine derin motifler işlenir: Bir yanda köklere olan özlem, öte yanda Ham’itik mite bağlı olarak “Siyah derili beyaz adam” imajı… Örneğin, XX. yüzyılın başlarında, Güney Afrika’da Zulular ile Yahudiler arasında olduğu söylenen bu ilişki, Zulular tarafından ciddi şekilde içselleştirilmişti. Örneğin 1901 yılında, dilbilimci James Callaway ile eğitim görmüş bir Zulu arasındaki konuşmada, Zulu Lazarus Mxaba’nın, halkının dini kökenlerini anlatma sürecinde, İbrani ve Yunan tarihini referans aldığını görürüz.

Nijeryalı Ibo-Bene-Israel’in, Ganalı Beit Israel üyelerinin, Raunda-Burundi’deki Havilalı İbrani-Tutsilerin, Tumbuktu’daki Zakhor üyelerinin, Güney Afrika ve Zimbabweli Lembaların yazılarında iki temanın baskın olduğu görülür: Yahudi dünyasından tamamen dışlanmış kayıp kavimlerin statüsü ve otantik olduğu iddia edilen kendi uygulamaları…  Senegal’deki Cape Verde Adası’nda oluşan toplum, Kamerun’daki İbraniler, Kongo’daki Balubalar, Kenya’daki Hebrew Congregation ve Madagaskar’daki Davit’in Soyu aynı tanıma ortak oluyor. 2002 yılında, 400 üyesi Amerikalı ve İsrailli hahamlar tarafında resmen Yahudiliğe döndürülen Ugandalı Abayudayaların 80 senedir Tevrat’ın emirlerini uyguladıkları söylenir.

Bu katkının niteliği Afrika’daki tüm grupları kapsayamayacağı için, burada bazılarına kısaca değinmeye çalışacağım: Nijeryalı Ibo-Benei-Israel, Ganalı The House of Israel – Beit Israel,  Güney Afrika ve Zimbabweli Lembalar…

Nijeryalı Ibo -Benei-Israelliler

Abuja’dan Port Harcourt’a değişik önemde 25 sinagog saymak mümkün. Burada yaklaşık 30.000 Ibo Yahudiliğin bir çeşidini yaşatıyorlar. XIX. yüzyılda İngiliz misyonerler tarafından Hıristiyanlaştırılan Ibolar, uzak bir geçmişte atalarının Yahudi olduklarını söylüyorlar. Tanrı’ya “Chukwu Abiama” diyorlar. Bu ‘Avraham’ın Tanrısı’ demek oluyor. Günümüzde Ibolar gelenek ve göreneklerini, cenaze ritüellerini, sünneti, hayvanların kesimini eski İbranilerle karşılaştırıyorlar. Sözlü anlatımlarına göre, ataları eski ticari güzergâhları kullanarak İsrail’den gelmişler. Klanın yöneticileri de Levililerdendir ve Ibo ismi, İbrani’nin dilsel deformasyonundan türemiştir.

Ganalı The House of Israel Üyeleri

1976 yılında, Aaron Ahotre Toakriyafa adlı biri, Hıristiyan misyonerlerin bölgeye gelmelerinden önce, güneybatı Gana’daki Sefwi Wiasso halkının eski bir Yahudilikten gelen gelenekleri olduğunu ve kayıp kavimlerden geldiklerini iddia eder. Gerçekte, “The House of Israel” adını alan bu cemaatin eski Gana İmparatorluğu’nun geleneklerine çok bağlıdır. Gana’nın kuruluş efsanesi, kurucunun Kral Süleyman soyundan gelen Dinga isimli bir demirci olduğunu anlatır. Bu efsanenin değişik versiyonları vardır. Bunların kesiştiği nokta ise Dinga’nın çok uzaklardan geldiği ve muhtemelen beyaz kökenli olduğudur.

Güney Afrika ve Zimbabweli Lembalar

1980’den beri, Zimbabwe’nin güneyi, doğusu ve batısı ile Güney Afrika’nın kuzeydoğusuna dağılmış 70 ila 80.000 Lemba, sözlü geleneklerini Yahudi kökenlerini doğrulamakta kullanıyorlar. XX. yüzyılda bölgede misyoner olarak görev yapanların ve antropologların incelemeleri, bu grubun inanç sisteminin zengin dini geleneklere bağlı olduğunu ortaya koyar. Bunlar, örneğin, yemek, saflık ve evlilik ile ilgili Yahudiliğin kesin karakteristik kurallarını içerir… Lembaların iddiaları, atalarının MS VI. yüzyılda, Babil sürgününden sonra yerleştikleri Yemen diyarından buralara göç ettikleri şeklindedir. İslam’ın doğuşundan önce Arap yarımadasına yerleşmiş Yahudilerin ya da Yahudileşmiş Arapların, daha iyi kazanç peşinde Afrika kıtasının doğu sahillerine göç ettikleri bilinir. Göç, Hz. Muhammed’in İslam’ı yaymaya başlamasından sonra, bu kez dini ve siyasi nedenlerden dolayı devam etmiştir.

Edith Bruder

School of Oriental & African Studies

Religions & Histoire / Eylül-Ekim 2009 Sayısı