Williams’ın klasiklerinden geleceğin tiyatrosuna

Geçen Mevsimin En İyi Oyunları - 6

Erdoğan MİTRANİ Sanat
20 Eylül 2018 Perşembe

Tenesse Williams bu yıl iki önemli oyunuyla sahnelerimize misafir oldu. Özel yaşamı ve deneyimleri neredeyse tüm eserlerinin ilham kaynağı olan Williams, döneminin tabularından olan cinsel kimliğini açıkça ilân etmemiş olsa da, gizlemeye gerek duymamış, kimi oyunlarında da eşcinsellik olgusunu ele alırken, dönemine sağlam toplumsal eleştiri getirmiş, kahramanlarının yaşadığı psikolojik gerilimi, derinlemesine incelenmiş, son derece ‘gerçek’ kişiler üzerinden aktarmıştır.

Zerrin Tekindor ile ilk eşi Çetin Tekindor’un oğlu, 1989 doğumlu Hira Tekindor, 20. yüzyılın modern klasiklerini çağcıl yorumlarla yeniden ele aldığı tiyatro yolculuğunun üçüncü durağında, bizim kuşağın ‘İhtiras Tramvayı’ olarak anımsadığı ‘Arzu Tramvayı’na yepyeni bir bakış, genç bir soluk getirerek başarıyla sahneye koydu. Oyunun eleştirel boyutunu zekice vurgularken, büyük yetkinlikle yönettiği ekibinden, güncel, çağcıl ve özellikle Blanche üzerinden ayrıksı ve etkileyici bir yorum çıkardı.

Ödenekli tiyatroları kıskançlıktan çatlatacak bu görkemli prodüksiyondan çok daha alçak gönüllü, ama onun kadar başarılı bir diğer çalışma da, Mam’art’ın kurucusu Feri Baycu Güler, Serkan Salihoğlu ve Tuğrul Tülek’in birlikte çevirdikleri, Serkan Salihoğlu’nun yönettiği, ‘Kızgın Damdaki Kedi’ oldu. Hem eleştirmenler hem yazarın kendisi tarafından, Williams’ın en iyi oyunu olarak görülen, gerçek ile yalan, yanılsama ile hakikat arasındaki çatışmaya dayanan oyun, dramaturgi açısından son derece isabetli bir kararla, gereksiz yan karakterlerden ve tekrarlardan arındırılarak, bir gecede geçen dört perdelik süresi, ara verilmeden oynanan 80 dakikaya sığdırılmıştı. Dramayı saf özüne indirgeyen bu yalınlık çok başarılı bir takım oyunculuğuyla destekleniyordu. Williams’ın oyunlarını geçen sezon kaçıranlara, iki oyunun da bu sezon devam edeceğini belirtelim.

Genel beğeniye hitap eden sıradan filmlerle isim yapmış orta karar İtalyan sinema yönetmeni Paolo Genovese’nin 2016’da senaryosuna da katkıda bulunarak yönettiği, ‘Perfetti Sconosciuti’, 13 ödül kazanınca film dünya çapında ün kazanmış, uyarlama hakları pek çok ülkeye satılmıştı. Tek mekânda geçen bu yedi karakterli öykünün tiyatroya da yakışacağını fark eden Kerem Pilavcıoğlu, ‘Mutluyduk Belki Bugüne Kadar’  adıyla sahneye uyarlamıştı.

Ahmet Sami Özbudak tarafından bir loft’ta sahneye konduğunda, sevgili dostum İzzet Şahap’ın ifadesiyle “İstanbul’un tozunu attıran” oyun bu tiyatro mevsiminde Toy İstanbul’da sahnelenecek. İzlememiş olanlar kaçırmasın. Bize gelince, hem yeni mekâna nasıl oturtulduğunu merak ettiğimizden, hem de benzersiz doğallıkları ve inandırıcılıklarıyla o yedi kişiyi gerçekten var eden takımın müthiş oyunculuğu için bir kez daha izleyeceğiz. Özellikle oyunun son 20 dakikasında, yerinden kalkmadan, tek bir söz etmeden, sadece yüz ifadesi ve bakışlarıyla dramatik kişisel değişimini adım adım izleyiciye aktaran Deniz Karaoğlu’ya dikkat!

Bakırköy Belediye Tiyatrosunun en iyileri

Çokmerkezlileşen İstanbul’un kültür sanat hayatı ağırlıklı olarak Beyoğlu ve Kadıköy’le kısıtlıyken Bakırköy Belediye Tiyatroları, özellikle Alican Yücesoy’un Türkiye’nin en genç genel sanat yönetmeni olarak göreve başlamasından sonra bölge tiyatrosunu aşan güçlü bir çekim merkezi oluşturmuştu. Neredeyse bütün oyunlarını ilgi ve heyecanla izlediğim BBT’nin yeni oyunu ‘Terör’, izleyiciyi anında olayın içine alan interaktif bir çalışma.

“164 yolcusuyla bir uçağı ele geçiren teröristler 70 bin kişilik bir stadyuma düşürmekle tehdit etmektedirler. İzlemek ve mümkünse önlemek amacıyla olay yerine gönderilen savaş uçağının pilotu 164 kişinin hayatı ile 70 bin kişinin hayatı arasında seçim yapmak zorunda kalınca bir hayatın başka bir hayatla ölçülemeyeceğine hükmeden Anayasa Mahkemesi Kararına karşı çıkıp uçağı stadyuma girmeden güvenli bir yerde düşürür. Bütün yolcular öldüğünden, Lars Koch 164 kez cinayet suçuyla yargının karşısındadır.”

Sahne bir mahkeme salonu; sanık, hakim, savcı, avukat ve tanıklar var. Kararı verecek olan halk jürisi ise seyirciler. Oyun sonunda oy kullanarak pilotun suçlu olup olmadığına karar verecek olan izleyici, sadece tanıkların ifadelerine, savcının iddianamesine ya da avukatın savunmasına göre değil, kendi yaşam deneyimlerine, yaşadığı toplumun sorunlarına, kişisel kaygı ve korkularına göre de düşünüp karar vermek durumundadır.

Yazar ve dramaturg Ceren Ercan, ‘Türkiye üçlemesi: Gidenler, Kalanlar, Saklananlar’ olan dizisinde, ülkeden gitmek mi kalmak mı sorununu üç oyun üzerinden derinlemesine irdeliyor. İstanbul Festivalinde prömiyer yapan üçlemenin ilk oyunu ‘Seni Seviyorum Türkiye’ beş karakterin bir gece boyunca yaşadıkları bir sürreel oluşum, Türkiye’de her an yaşamakta olduklarımızı yansıtan, müthiş kapsamlı ve gerçekçi saptamalarla “ülkede kalmak/ ülkeden ayrılmak” ikilemini işleyen ilginç ötesi bir metin. BBT’de soluk soluğa izlenen, dansları, şarkıları, seyirciyle kurdukları interaktif iletişimleri ve tek aksesuarları giysilerle olağanüstü bir takım oluşturan oyunculuklarıyla dört dörtlük bir tiyatro gösterisi.

Üçlemenin Ceren Ercan ve Mark Levitas tarafından kurulmuş olan Platform Tiyatro ile Alman fringe ensemble ortak yapımı olan ikinci halkası ‘Berlin Zamanı’, eğitimli, kendini Türkiye’nin “Avrupalı” yüzü olarak tanımlayan genç bir kuşağın, Avrupa’da yaşama hayallerine odaklanarak, üç gencin İstanbul ve Berlin sokaklarında geçen hikâyesini anlatıyor. Türkiye’nin mevcut siyasi ikliminde var olamamanın sancısını çeken, kendilerini güvende hissetmediklerinden özgürce yaşamak amacıyla Berlin’e göç dalgasının, New-Wave’in parçası olan bu gençler, hayaller ve gerçekler arasında “Geleceği başka bir ülke ile kurmak mümkün mü?” sorusunun cevabını arıyorlar. Sanırım her iki oyun da yeni sezonda devam edecek.

 

İstanbul Devlet Tiyatrolarında Elektra

Işıl Kasapoğlu’nun İstanbul Devlet Tiyatrolarında sahneye koyduğu ‘Elektra’ son yıllarda bu kurumdaki en etkileyici işlerden biriydi. Hakan Dündar’ın yalın, soyut, sadece iki hareketli platformla hem minimalist hem görkemli saray önü dekoru, Cem Yılmazer’in ışık tasarımı ve Nalan Alaylı’nın olağanüstü kostümleriyle bu görkemli süperprodüksiyon, Kasapoğlu’nun parlak buluşlarıyla bir “21. yüzyılda antik tragedya metnini hem klasik kalarak hem modern olarak sahneleme” dersine dönüştürüyordu.

Kasapoğlu’nun asıl modernitesi, yönetmenin Devlet Tiyatrosu geleneğini aşan müthiş doğal ve gerçekçi bir ekip oyunculuğuyla ulaştığı inandırıcılığındaydı. Hem koro, hem oyuncu ekibi çok başarılı bir iş çıkarıyordu. Kimi zaman oyunu bir başına götüren Özlem Öçalmaz’ın usta işi Elektra yorumu ise müthişti.

Geleceğin tiyatrosu

Sezon sonunun en heyecan verici olayı, 2015’te ‘dünyadaki köşelerimiz’ teması ile bir sahne sanatları festivali olarak yola çıkan, Fatih Gençkal, Claire Zerhouni ve Burcu Yılmaz tarafından kurulan A Corner in the World’un üçüncü Sahne Sanatları Festivali oldu.  Çağcıl tiyatronun gideceği yolu belirleyen ilginç ötesi işlerden oluşan, seçkisinin tamamı geleceğin tiyatrosunu temsil eden festivalde bu gelecek, bizlere çok yakın coğrafyalarda, Türkiye, İran, Suriye, Lübnan, Cezayir, Fas ve Kosova’da araştırılıyor, çağdaş dans, tiyatro, müzik, görsel sanatlar ve bunların arasında salınan alanlardaki etkinlikler üzerinden inceleniyordu.

Hepsi de birbirinden ilginç olan gösteriler arasında iki unutulmazım oldu: Tiyatro ile çağdaş dans alanlarını içi içe geçiren, toplumsal, siyasi ve dini şiddetin bedenimizdeki yankılarını araştıran Lübnanlı Nancy Naous’un tasarladığı, koreografisini yaptığı ve yönettiği ‘Benim İçin Sen Eğit’, bir “erkekliğe geçiş ayini” olarak başlayan, giderek eğitmen-öğrenci ayırımının azar azar yok olmaya başlayarak eril-dişil kavramlarının karıştığı iki kişilik bir sözsüz dans tiyatrosuydu.

Yakın deneyimlerden yola çıkarak aile, cinsiyet, algı ve dönüşüm temaları üzerine kurulu, görsel sanatlar ve tiyatro arasında performanslar sergileyen 1991 Kosova doğumlu Astrit İsmaili’nin ‘Unikat’ı dingin ve akıcı tempoyla gelişen benzersiz estetiği ve İsmaili’nin sesi, oyunculuğu ve bedenini kullanma şekliyle festivalin en etkileyici gösterisiydi. Seyirciyi samimiyetle mahremiyetine kabul eden, her türlü teşhircilikten uzak son derece edepli çıplaklığı ile canlanmakta olan bir heykele dönüşen sanatçı, sanki bedenini kendisiyle ve izleyiciyle diyalog kurmak için kullanıyordu.

Önümüzdeki hafta yeni tiyatro mevsiminin ilk oyunlarına ait izlenimlerimde buluşmak üzere…  

 

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün