Ve sürpriz…

Tilda LEVİ Köşe Yazısı
26 Şubat 2020 Çarşamba

Pazar günü köşe yazımı yazmaya uzunca bir zaman ayırdım. Konusu, bir kurumun yapacağı yenilikler olduğu için daha bir özen gösterdim. Kurumlar hakkında yazmak gurur vericidir. Ucundan da olsa kendimi onların bir parçası gibi görür, işe yaradığımı hissederim.

Öte yandan, kurumlar, kaleme alınması en hassas konulardan biridir. Bir cümleyi yazmadan evvel en az iki kere düşüneceksiniz. Kırılgan ögelerden uzak duracaksınız. Olayı tarafsız yansıtıp, asla yorum katmayacaksınız. Zira hiçbir kurum, yapıcı da olsa tenkitlere açık değildir.

Yazının okuyanı etkileyecek nitelikte olması için çok uğraştım. Empati kurmak işin en zor yanıydı. Zira kurum çalışanları da ellerinden gelenin en iyisini yaparlar. En iyisi ise her zaman en doğrusu değildir. Farklı bir düşünce getirdiğinizde verilen yanıt, ‘Ama…’ ile başlayan bir savunma cümlesidir. Oysaki ortak payda hepimizin yararınadır.

↔↔↔

Yazıyı bitirdikten iki saat sonra tekrar göz attım. Birkaç düzeltme yaptım. Zorlansam da elbette benzer konular işleyeceğim. Bu benim kurumlara, gerek gönüllü gerekse profesyonel çalışanlara olan manevi borcum.

↔↔↔

Ertesi sabah, adet üzere önce kahvaltımı yapıp, cep telefonuma gelen mesajlara baktım. Ve sürpriz… Hakkında yazı yazdığım kurum, projelerini tamamlayamadıklarını, dolayısıyla söyleşinin yayınlanmamasını rica ediyor, özür diliyordu.

Hiç kızmadım, hiç sinirlenmedim. Zira bir sonraki yazımın, bir öncekinden daha iyi olacağına inanırım. Son dakika iptallerinde ise tek sorun, ‘Şimdi ne yazacağım?’dır.

↔↔↔

Her söylenenin doğru olduğuna inanan, sakin, yumuşak huylu bir yapıya sahipken, zaman içinde şüpheci, sesini yükseltebilen, saniyede felaket senaryoları yaratan bir insana nasıl dönüştüğüme ben de hayret ediyorum.

↔↔↔

Geçenlerde eşimle bir konsere gittik. Çok güzel bir dinletiydi. Tam ortasında hapşıracağımı hissettim. Sessiz kalabilmek için aceleyle mendil çıkartmak istedim. Ne mümkün? Çanta dolu mu dolu… Biraz boşaltıp sonra da çıkarttıklarımı geri koydum. Daha doğrusu koyduğumu zannettim. Konser bitti, eve döndük. Gecenin geç bir saatinde cep ajandamı almak için çantamı açtım. Birden cüzdanın yerinde olmadığını fark ettim. Kesin oturduğum koltuktaydı. Hafif bir panikten sonra hemen konser mekânına telefon ettim. Bir yandan da kredi kartlarını, hüviyet gibi belgeleri düşünüyordum. Güvenlik yanıt verdi. “Şu saatte, şu sırada bir cüzdan düşürdüm. Acaba bulundu mu?” diye sordum. “Salonu kontrol ettim, gözüme çarpmadı. Siz yarın saat onda arayın. Temizlikçiler bulursa bize teslim ederler” dedi. Anında senaryolarım gelişti. “Keşke adama koltuk numaramı söylemeseydim. Şimdi eliyle koymuş gibi bulacak…” Diğer yanda ne olur ne olmaz kredi kartlarımı iptal etmeye başladım. O da sanıldığı kadar çabuk olmuyordu. Adımı anlamaları biraz zor oldu; soyağacımı, annemin genç kızlık soyadının ilk iki harfini vs. sıraladıktan sonra işlemler tamamlandı. Ertesi sabah temizlikçiler konser salonuna girmeden kendimizi mekânda bulduk. Güvenlikle birlikte içeri girdik. Cüzdan, içindekilerle birlikte, bıraktığım yerdeydi.

Şimdi bu olay on sene evvel olsaydı, ne gecenin birinde güvenliği arar, ne de kredi kartlarımı iptal ederdim. İç huzuruyla sabahı bekleyip sonra da konser salonuna giderdim.

Ama ne yazık ki günümüzde durum aynı değil. Kötü niyetlilerin çoğalması, kişiyi şüpheci yapıyor. Güven duygusu giderek azalıyor. Sanırım senaryo yaratan bir insana böyle dönüşülüyor.

 

 

 

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün