Ay Işığında İstanbul

Yıllar önce Meksika’ya ailesi ile yerleşmiş olan Stella Arguete kendi sayfasında Sophie Goldberg imzalı ‘Lunas de Estambul’ isimli bir kitabı paylaştığında konusunu inceledim. Romanın benim hayatım olduğunu, hatta her birimizin hikâyesini içerdiğini anladım. Alıp okumam çok kısa sürdü. Gözyaşlarıyla, korkusuz bir Yahudi kadınının hayat hikâyesine şahitlik ettim.

Eddi ANTER Sanat
1 Temmuz 2020 Çarşamba

Yazar Sophie Goldberg ilk romanına otuz dört yıl önce ölen büyükannesi Ventura’dan hatıra kalan sandığı açmasıyla başlıyor. Genç Ventura haftalar sürecek olan Meksika yolculuğuna çıkma kararını kendisi vermemiştir. Anne ve babası onun için uygun gördükleri bir adamla evlenmek üzere onu Lafayette gemisiyle İstanbul’dan uğurlamaktadır.

Bahsi geçen koca adayı Carrillo Ailesinden olup pek çok Yahudi gibi İspanya’dan sürüldükten sonra Osmanlı topraklarına gelmişti. Cumhuriyetin kurulması ile yenidünyayı keşfetmek arzusu Lazaro’yu cezbederken çocukluk arkadaşı ona Meksika diye bir ülkeden bahsetmişti. O zamanlar bu ülkenin yerini bilenlerin sayısı çok azdı.

Yıllar önce yeni bir hayata açılan cesur Lazaro’nun Meksika’ya giriş yapması için gereken yüz dolar cebinde yokken, yolculuk esnasında tanıştığı Selanikli bir Yahudi limana yanaştıklarında ona bu parayı verecek ve onun geleceğe başlamasına vesile olacaktı. Kader ağını örmeye başlamıştı…

Lazaro bir süre Meksika’da yaşadıktan sonra kendisine uygun, aynı kültüre sahip biri ile evlenmek ihtiyacı hisseder. İlk işi ikizine haber vermek olur. Hemen uygun eş arayışına giren ikizi sayesinde Ventura bulunur ve ailesi ikna edilir. Görücü usulü evlenmek yeni bir şey değildi. Hele bahsi geçen sene 1924 ise… Birer fotoğraf karşılıklı olarak postayla yollandıktan sonra hayaller de kurulmaya başlar. 

Ventura, annesinden öğrendiği Sefarad ve Türk mutfağına aşinadır. Kitapta bilindik tüm Yahudi yemeklerin tarifleri de mevcut. Dulce de Vishna, boyos, borekas, tapadas, sharope, agristada, masa filo gibi… Yeni evinde ilk olarak balık pişirmesi gerektiğini, bunun kötü göze karşı koruyacağını ve bereket vaat ettiğini Ventura zaten önceden biliyordu.

Meksika için vize gereklidir fakat o dönemde Meksika Konsolosluğu Türkiye’de yoktur. Fransa’ya gidip alınacaktır. Ventura okuma yazma bilmez ancak Ladino ve Türkçe konuşmakta, Latin harflerini tanımaktadır. 

1924 yılında Hahambaşı vekili H. Bejarano’dan imzalı ‘evlenmesi için bir sakınca yoktur’ resmi evrakı almasıyla yolculuğu başlayacaktır. Kısa sürede hazırlanan çeyizinin üzerine badem şekerleri atılacak “Mezas de fiestas ke tengas siempre” sözcükleriyle uğurlanacaktır. Ventura, babası Moshon’la vedalaşırken henüz 19 yaşındaydı ve bu sarılmadan sonra bir daha ne zaman karşılaşacaklarını öğrenmek için romanı okumanız gerekiyor.

Yaşı 21’den ufak olduğu için daha önce hiç görmediği bir erkekle evlenmek üzere gideceği Meksika’ya vardığında gemiden inmesine izin verilemeyecektir. Lazaro imdadına yetişip gemide nikâh kıydırdıktan sonra eşinin elini ilk defa tutacaktı… Ventura Eskenazi ve Lazaro Carrillo birlikte yepyeni bir hayata doğru yol alırken yeni gelin kendi evinde geçirdiği son gecede anne ve kız kardeşlerini, kafasının üzerinden geçen palamida ile levrek dolu tepsiyi anımsıyordu. Bunu yaparak gelinin bir sürü çocuğu olacağına inanılırdı. “Novia ke te veya” sözleri artık ona söylenmeyecekti. Gelin olasın temennisiydi…

İlk günden itibaren annesinden öğrenmiş olduğu yemekleri herkese sunan Ventura, abudaraho, anasonlu kurabiye, yaprak sarmasını beceriyle yapacaktı. Bildiği Ladino, İspanyolcaya benzemekle birlikte aynı değildi. Eşiyle aralarında güzel bir ilişki başlamış aşk kıvılcımlarına dönüşmeye yol alıyordu. Güzelliği de fark ediliyordu.

“Ande topatesh una hermozura como esta?” diye soranlara nazardan korkan Lazaro, “Me la trusho la bodre de la mar” diye cevaplayacaktı.  “Nerede buldun bu güzeli?” diye sorduklarında “Sahilde rast geldim” diye yanıt veriyordu.

Kısa bir süre sonra Ventura’nın iki oğlu olur. Kocasının ailesinin de Meksika’ya geleceğini öğrendiğinde şartlar da değişmeye başlar… 

Zor günlerinde Türkiye’de duymaya alışık olduğu camilerden gelen ezan sesini özleyen Ventura, daha yirmi sekiz yaşındayken yolculuğuna yalnız devam etmek zorunda kalacaktı… Hayatına bir başkası girecek miydi?

İstanbul’dan mektupların gelişi, aile ile ilgili haberler, doğum, nişan ve ölümlerle uzun yıllar doğduğu topraklardan uzak kalan Ventura’nın hayatı… Güçlü, azimli ve cesur bir kadının hayat ile mücadelesi.

Meksika’da bulunan 21 bin Yahudi’nin 14 bini Mexico City şehrinde yaşamaktaydı. Bulemas, gayna kon bamyas, tapada de espinaca pişirmeye devam eden Ventura, bu şehirde yeni bir eş ve aşk arayışına düşecekti…

II. Dünya Savaşı haberleriyle çalkalanan ülkede Ventura, iniş ve çıkışlarla ayakta durmayı başaracak, hem ailesine hem de etrafındakilere yaşantısı ve hayata bakış açısıyla örnek olacaktı. Onun için zorluklarla başa çıkmak için kaçış yolu yemek yapmaktı.

Bir kez Türk kahvesi falına bakıp söyledikleri doğru çıkınca kapısına dizilenler olacaktı. Torunu da içmek istediğinde “Pishas preto/Siyah çiş yaparsın” diyecek ve içirmeyecekti.

“Mazal yıldızlarda yazar ve herkesin hayatına rehberlik eder ancak başarı bizim kendi seçtiğimiz yolla biçimlenir” diye ekliyor yazar Sophie Goldberg. Yağmur yağarken dışarı çıktığını ve suların iyileştirme gücü olduğuna inandığını da dile getiriyor yazar.

Hayatı ilk elden tanıyan Ventura, yer yer bilge sözler de ediyor. “No es el ombre ke deve ir a los onores ke deven ir al ombre.” İnsan onuru bulmak için değil onu hak etmek için çabalamalıdır.

Yanında sadece bir sandık ile yola çıkan Ventura içine İstanbul’un toprağını, Boğaz’ın kokusunu, Kasımpaşa’daki evinin çatısına düşen kar tanelerini, Mısır Çarşısındaki baharat rüzgârlarını koymuştu ve her birini yeni yaşadığı ülkede arayacaktı…“Yolculukların bagajı olan bu sandık artık hayatının tanıklıklarını saklayacaktı…”

Çoğu zaman Allah’a inancını da sorgulayan Ventura, öfke dolu anlar da yaşadı. Dilediği hiçbir şeye yanıt alamıyor, işler hiç istediği gibi yürümüyordu. Yine de ruhani rehber Abraham Palti ona destek oluyordu… “Dinguno no puede fuyir de su destino”, kimsenin kaderinden kaçamayacağını biliyordu.

Agristada de pescado, habas secas ve pipitada pişirmeye devam ederken artık doğduğu topraklara uçakla gidiş mümkündü. Ziyaretçi olarak döneceği ülkesine kırk yıldır ayak basmamıştı. Her şey aynıydı, zaman dışında. Kardeşleri, yeğenleri ve eski arkadaşlarıyla hasret gideren Ventura, zamanın acımasızlığını da gözler önüne seriyor.

Müzik ve yemek pişirmek en canlı mirastı ona kalan… “Türk toprağı bize ait olduğu kadar, biz de ona aitiz” diye ekliyor yazar Goldberg büyükannesi adına.

Seyahat etmek, ülke değiştirmek, toprağından uzak kalmak Yahudi kimliğiyle örtüşür, yine de doğduğun yer doyduğun yerden önemlidir. Anılarla, yaşanmışlıklarla, öğretileriyle ve sevgi dolu cesaretiyle Ventura Eskenazi ‘Ay Işığında İstanbul’ kitabında ve gönüllerimizde yaşayacak.

Destek Yayınlarından çıkan kitabın Ladino düzenlemelerinde emeği geçen Karen Gerşon’a da teşekkürler…

 

'Ay Işığında İstanbul', Gözlem Kitap'tan (www.gozlemkitap.com) temin edilebilir.

 

 

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün