İşte bu adamı yetiştireceksin

Dr. Elif ULUĞ Köşe Yazısı
4 Mayıs 2016 Çarşamba

“Yeni Türkiye” imajı yaratılırken, 2023, 2071 gibi tarihlere referans verilip belli bir gelecek tahayyülü oluşturulmaya çalışılıyordu ama öyle ya gelecekten ne geleceği bilinmez, bir yandan da geçmişi kötülemek lazım gelirdi. Neler yapılmadı bunun için? “Resmi tarihle yüzleşiyoruz” denilerek yeni resmi tarihler üretildi, bunun siyasi arenadaki izdüşümü Cumhuriyet’i simgeleyen resmi bayramların gözden düşürülmesi şeklinde gerçekleşti.

29 Ekim’ler, 23 Nisan’lar bir vesile bulunup gölgelendi, ancak beklenmeyen bir şey oldu. “Sivilleşiyoruz” denilerek resmi bayram olduğu için değeri düşürülmeye çalışılan bayramlar, giderek sivilleşti; Anıtkabir tam da bu yıllarda ziyaretçi rekoru kırdı. Bu enerji yalnızca bayramlarda değil hemen hemen her alanda bastırılıyordu, Atatürk’le ilgili yapılan yayınlar gittikçe azalıyor, kitapçılarda arka sıralarda kalıyor, Atatürk’e verilen referanslar sıfıra yaklaşıyordu. Yakın zamanda elime geçen bir kitap, bunun da tersine akacağını gösteriyor gibi.

Atatürk’ün “Rusça mütercimi, kütüphane memuru ve yakın koruması” Nazım Canca’nın el yazısıyla yazdığı notları, Damla Asena Daloğlu tarafından yayına hazırlanmış: OpusKitap’tan çıkan anılar, ‘Hayatım ve Hatıralarımda Atatürk’ başlığını taşıyor. Atatürk’e yakın olan kimselerin özel notlarından oluşturulan kitaplar pek az, zannederim ki bu kitap, Cemal Granda’nın geçtiğimiz yıllarda farklı isimlerle de yeni baskı yapan ‘Atatürk’ün Uşağı İdim’ başlıklı kitabından sonra ikinci.

Bir kişinin aynı anda hem Rusça mütercimi, hem kütüphane memuru hem de yakın koruma olması size de ilginç gelmiyor mu? Sahiden de Canca’nın hayatı, çocukluktan bu yana aldığı tüm notlarla hepimiz için imrenilecek kadar deli dolu bir hayat. Kitap yalnızca Atatürk’e dair özel notlar için değil, yakın tarihimizde pek de ilgilenilmeyen, bu yüzden de görece karanlıkta kalmış yerler hakkında fikir sahibi olmak için de önemli.

Canca’nın notları “Senesini hatırlamıyorum” diye Rize’nin Ruslar tarafından işgale uğradığı zamanı anlatarak başlıyor. Rus askerlerinin Türk köylülerine “o zamana kadar ne yedikleri ne de gördükleri” çikolata paketleri vermesi, Rus ordusundaki birkaç Ermeni askerin köylülere saldırması gibi notlar, bölge halkının bugünkü reflekslerini anlayabilmek için de birer işaret niteliği taşıyor. Küçük Nazım’ın fırlama olacağı çocukluğundan belli, ‘ev basınca’ Batum’daki amcasının yanına gitmek isterken bir maceranın içine düşüyor. Öyle ki sokaklardaki Bolşevik-Menşevik çatışmasına dahi şahit oluyor.

Sovyetler’de okula başlayan Nazım, sirklerde çalışarak yüklü miktarlarda para kazanıyor; sonrasında memlekete kısa bir geri dönüş ve yine ver elini Paris, Londra. Paris’te ‘hanımları eğlendiren’ genç Nazım’ın, askerlik yaşı gelince de ‘zıpçıktılığını’ konuşturuyor ve bir şekilde Atatürk’ün yanına Rusça mütercimi olarak girmeyi başarıyor. Kitabın buraya kadar olan ilk yarısı, 1900’lerin ilk yarısında bir gencin tatlı maceraları gibi keyifle de okunabilir, ancak taşradan çıkan bir gencin Avrupa ve Sovyetler izlenimleri, babasının esareti ve Rize’yle çevresinin yaşadığı Rus işgaline ve direnişe dair notlar da bizler için çok önemli.

Canca’nın Atatürk’ün hizmetine geçirdiği kısa sürede yazdığı notların en önemli yanı, Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı’ndan çok daha önce tanıdığı ve sofrasında yer alan şu meşhur ‘mutat zevat’tan olmayan birinin kaleminden çıkmış olması. Sahiden de Canca, belli bir yaşa geldikten ve maceraperest bir gençlikten sonra Atatürk’ün karşısına çıkıyor, onu insan olarak da tanıyor ve birlikte bir ilişki inşa ediyorlar. Aynı zamanda yakın koruma olmanın da getirisiyle, devlet yöneticilerinden başka hane halkıyla ilişkilere de şahit oluyor.

Burada iki anekdot özellikle önemli. Bazı yayınlarda Atatürk’ün çevresindekilere küfrettiği ve kaba davrandığı gibi karalama amaçlı yazılar çıkıyor. Canca’nın hikâyesinde Atatürk, Nazım’ın verdiği cevaba “Bilmeyerek konuşma hayvan!” diyor, ancak haksız çıktıktan sonra da hemen özür diliyor. Bir serviste garsona “Eşşekoğlueşşek” diyor, ama garson “Babamı neden karıştırdınız?” gibi bir tepki verince, yine özür diliyor ve ekliyor: “Bana da iyi bir ders oldu.” Canca’nın notlarında, son yıllarda çizilmeye çalışılan herkesi yukarıdan gören, emreden, kötü Atatürk portresinin yerle bir olduğunu görüyoruz. Sabahlara kadar kütüphanede çalışırken uyuyakalan Nazım’dan kahve isteyen Atatürk, bacakları uyuştuğu için düşen Nazım’ı yerine oturtup bir kahve de ona yapıveriyor!

Atatürk’ün kaba değilse bile kırıcı olduğunu varsayabileceğimiz anlar yok mu, var. İşte o anlar da zannediyorum bizim bugün en çok ihtiyacımız anlar. Atatürk, Türkçe ve yazı dersi vermesi için Ziraat Vekili’ni işaret ediyor Nazım’a ve ekliyor: “Bana, bir iki tane bina yapmakla büyük işler yaptığını zannederek övünüyor. Başka bir ilerlemesi görülmüyor. İşte bu adamı yetiştireceksin.” Geçmiş zaman olur ki hayali cihan değer.