Öfke toplumu

Sokakta, çarşıda, pazarda, AVM’lerde, kısaca her yerde insanların kaşları çatık. Mutsuz bir toplum yaratılmış… Her an öfke patlamasına aday, neden ne çıkaracağı, neyi nasıl anlayacağı belli olmayan, saldırgan, kızgın bir insanlar topluluğu olmuşuz.

Marsel RUSSO Köşe Yazısı
3 Haziran 2015 Çarşamba

Son zamanlarda dikkat ediyorum. Sokakta, çarşıda, pazarda, AVM’lerde, kısaca her yerde insanların kaşları çatık. Mutsuz bir toplum yaratılmış… Her an öfke patlamasına aday, neden ne çıkaracağı, neyi nasıl anlayacağı belli olmayan, saldırgan, kızgın bir insanlar topluluğu olmuşuz. 

Elbette bunun birçok nedeni olabilir. Hemen bazıları konuyu ekonomiye getirecek. Ekonomik göstergelerde görülen dalgalanmaların halkın belini büktüğünü söyleyecek. Hayır! Konunun bu olması imkânsız çünkü Türkiye geçmişte çok daha sıkıntılı günler geçirdi. Döviz kurlarının dehşet şekilde arttığı, faiz oranlarının binli rakamlarla ifade edildiği zamanlar çok eski değil. Ülke her on senede bir problemli dönemlere tanıklık etti. Ancak toplumun dinamikleri tüm bu sorunların üstesinden geldi. Devletin kendisine sunduğu altyapıya güvendi. Kendisine güvendi, çünkü bunu destekleyici sistemler henüz ayaktaydı. Başına gelen tür tür musibete rağmen, geleceğine umutla baktı. “Burası Türkiye, biz bu krizden de çıkarız” ve benzeri söylemler hep bu umudun yaşantıya yansıması olarak ortaya çıktı.

O zamandan bu zamana ne değişti? Ne oldu da halk neşesini kaybetti? Geleceğe olan güvenini yitirdi.  Karşısındakini düşman olarak beller oldu. Kendisini öfke seline terk etti, nefret denizinin azgın dalgaları arasında sürüklenir oldu. Buna karşı koyacak gücü kendinde bulamadı. Komşusundan yardım umamadı, çünkü artık onu komşu olarak dahi görmek istemiyordu. Ne oldu da kinlendi bu kadar? Bu nefreti hak etmek için kim kime ne yaptı? 

Bunu geçim derdi ile enflasyon ile yüksek borçlanma ile izah etmek mümkün müdür? Bunu demokratik toplumlarda rejimin gereği yaşanan doğal siyasi gerilimlerle izah etmek mümkün müdür? Seçilmişlerin seçenler adına hareket ettikleri toplumlarda her zaman görülecek fikir ayrılıkları, derin sosyal çatlaklar olabilir mi bu durumun nedeni?

Elbette bu ve bu gibi unsurlar toplumları harekete geçiren, bireyin kendisini yönetenleri sorgulaması ile son bulacak bir dizi sosyal efekti tetikleyen etkenlerdir. Ancak referanslarını kaybetmemiş, yalpa yapmayan sistemlerde bu olumsuzlukların üzerinden gelmek kolaydır. Hatta bu gibi meydan okumalar siyasete bir disiplin verir. Yürütme de, yasama da bundan gerekli çıkarımları yapar.

Eskiyi yeniyle karşılaştırma noktasına gelindiğinde yaşananların kıvrımlarında, insan nelerin ters gittiğini daha iyi kavrıyor sanki. Sakın bu yazıyı siyaseti eleştirmek adına kaleme aldığım gibi bir düşünceye varmayın. 

Benim derdim sokaktaki adamla. Geleceğini yitirmiş, yüksek ve acımasız dalgaların arasında, nafile bir mücadele içinde – kendi geleceğinden vazgeçmiş –  çocuklarının geleceğinin kurtulması için didinen insanlarla. Cahilliğe mahkûm edilmiş, yakın çevrelerinden başka dünyaların varlığını ancak televizyonlardan izleyebilen, dolayısı ile kendisine dayatılandan başka ufukları düşlemesi olanaksız kılınmış, efsunlanmış bireylerle.

Sanattan, bilimden, edebiyattan, mizahın ve insanı değerli kılan daha nice güzellikten mahrum bırakılmış, kendisine hizmet etmesi gereken hukukun, sağlık, finans gibi sistemlerin yanına bile nasıl yaklaşılacağından haberi olmayan geniş halk kitleleri ile… 

Benim derdim kadın haklarının ayaklar altına alınması ile. Uygarlığın teminatı olan özgür kadından vazgeçen toplumların geleceğinin umutla yeşermesi mümkün müdür? Kimileri insanlık tarihinde çığırlar açarken hala kadın haklarını gündeme getirme ihtiyacı hissetmek ne kadar acı, değil mi? 

Benim derdim iş etiğinden ödün verilmesi ile. Ticaretin cangıllaştırılması ile. Acımasız serbest piyasa şartlarını aratır koşulların istihdam yaratanların, girişimcilerin önüne sürülmesi ile. 

 

Nereden geldiğini bilmeden yaşayan, başına gelen iyiliklerin ve kötülüklerin nedenlerini muhakeme edemeyen, tarih bilinci sloganlar arasına sıkıştırılmış bireylerin geleceklerine güvenle bakmaları, yarınlarını uzlaşı içinde oluşturmalarını beklemek saflık olmaz mı? Benim derdim o insanlarla… Refah toplumu içinde yaşamaya layık olduklarının dahi farkında olmayanlarla… Öfke toplumunun bireyleriyle…