Bir görüşte aşk

Sunay AKIN Köşe Yazısı
17 Aralık 2014 Çarşamba

İstanbullular, 3 Nisan 1882 tarihinde, ‘Stamboul’ gazetesinde çıkan bir haberle büyük bir hayal kırıklığı yaşarlar! Haberde, kentte gösteriler yapan, ünlü İngiliz kuklacı Thomas Holden’in ‘Kül Kedisi’ kuklasının çalındığı yazılıdır. Holden’in 20 Mart günü İstanbullular’a sunduğu Kül Kedisi gösterisi öylesine beğenilmiştir ki, oyunu görebilmek için günler öncesinden yerler ayırtılmış, insanlar bir sonraki gösteriyi izleme konusunda güç ikna edilmiştir. Oyunun başrol oyuncusu olan Kül Kedisi kuklasının, gösterinin yapıldığı salonda Holden’in odasına giren bir hırsız tarafından çalınmış olması, bu yüzden, büyük bir felaket haberi gibi kısa sürede kulaktan kulağa yayılır İstanbul’da…

Holden’in ipli kuklasını çalan hırsız, birkaç gün sonra yakayı ele verir vermesine de, hiç kimse bunu neden yaptığını anlayamaz. Çünkü hırsız, İstanbul’un tanınmış Ermeni fotoğrafçılarından biridir. Çevresinde son derece saygın ve dürüst olarak tanınan bir adamın hırsızlık yapması, hem de bir ipli kukla çalması herkes tarafından yadırganır. Holden, kuklasına kavuşmanın mutluluğunu yaşarken, zavallı fotoğrafçı, gösteriyi izlerken Kül Kedisi’nin kuklasına aşık olduğunu ve onu bu yüzden çaldığını gözyaşları içinde açıklayacaktır!

Oyuncak bir kukla resmi için elimize “Harper’s Weekly” dergisinin 3 Ocak 1863 tarihli sayısını alıyoruz. Derginin kapağındaki resim Thomas Nast imzasını taşımaktadır. Resimde, Amerika iç savaşı sırasında, Kuzeyli askerlere tepesindeki ipi çekince kolları ve ayakları aynı anda oynayan bir kukla gösteren aksakallı bir adam görülür. Oyuncak kuklanın kim olduğu öykümüzün devamı için çok önemli ama, kuklayı askerleri eğlendirmek için elinde tutan adamı tanımak da önemlidir!

Soğuk bir kış gününü gösteren resimde, askerleri mutlu etmek için cepheye oyuncak götüren adam Noel Baba’dan başkası değildir. Siz, Noel Baba’nın çocuklara oyuncak götürdüğünü biliyorsanız, bilin ki insanlar bunu sözünü ettiğimiz resim sayesinde öğrenmişlerdir. Çünkü, bu resim, Thomas Nast’ın ilk Noel Baba çizimidir.

Nast, Clement Clark Moore’un Noel Baba’yı anlatan şiirinden etkilenerek ünlü karakteri çizmiş ve ilk resminde onu iç savaş yıllarında taraftarı olduğu Kuzeyli askerlere moral verirken göstermiştir. Yani, günümüzde hepinizin yakından tanıdığı Noel Baba karakterinin doğduğu yer, bir savaş cephesi olmuştur. Resimde çocuklar da yok değildir. Noel Baba’nın karşısındaki askerler elinde tuttuğu kuklayla ilgilenirken, biri yerde oturmuş, öteki dizleri üstüne duran iki çocukta bir oyuncakla oynamaktadır. Çocukların savaşta ne işi var mı, dediniz? Onların görevi trampet çalmaktır…

Noel Baba’nın elinde tuttuğu oyuncak kukla sıradan biri değildir. Kukladaki adam, Güney eyaletlerinin kurduğu Amerika Konfedere Devletleri’nin Başkanı Jefferson Davis’dir. Böylelikle, Noel Baba’nın Kuzeyli askerlere oyuncak dağıtırken görüldüğü ilk resminde, siyasi bir propaganda amaçlı kullanıldığını da, günışığına çıkarmış olalım!

İstanbul’da çalınan bir kukladan yola çıkıp, Noel Baba’nın  ilk  çiziminde elinde tuttuğu Jefferson Davis kuklasının ipini çekmişken, Güneyli liderin kuzeni Kate Davis’in evine uğramamak olmaz…

Davis, yedi çocuğunun arasında başını kaldıramazken, odasında sabahlara kadar yazı yazan kocası ünlü gazeteci Joseph Pulitzer’dir. Macar göçmeni bir Yahudi olan Pulitzer’in nasıl bir gazeteci olduğunu öğrenmek için şu sözlerine kulak veriyoruz: ”Ahlaki değerlerden yoksun, çıkar peşinde, demagog bir basın, zaman içinde kendi gibi bir halk yaratır.”

Kendisi, New York’da ilk gazetecilik okulunu kurmuş olsa da, Pulitzer hakkında uzun uzun ders verecek değiliz. Biz, bir satranç oyuncusunun şekilleri ve hareketleri birbirinden farklı taşlarla hamle yapması gibi, Pulitzer’in açtığı kampanyayla, limanda büyük kutular içinde bekletilen Özgürlük Anıtı’nın dikilmesinde baş rolü oynadığını anımsatarak, bu dev kadın heykelini yapan Bartholdi’nin ülkesi Fransa’ya doğru bir hamle yapalım…

1793 yılının 17 Temmuz günü, Paris’in ünlü Concorde Meydanı’nda binlerce insan toplanmış, giyotinin bulunduğu idam sehpasına doğru ilerleyen kağnının içindeki elleri bağlı kadına hakaretler yağdırmaktadır. Kırmızı elbiseli, saçları kısa ve kestane renginde olan mahkümun adı Charlotte Corday’dir ve Jean Paul Marat’ı öldürmekten suçludur.

Fransız Devrimi’nin en kanlı günlerindeyiz… Mecliste, kral yanlısı olan Jirondenler ile “eşitlik, kardeşlik, özgürlük” taraftarı Jakobenler arasındaki gerilim, Jakobenlerin önde gelen isimlerinden Marat’nın yargılanmasıyla daha da artmıştır. Jirondenler tarafından suçlanan Marat, mahkemede beraat etmesinin ardından “Yüz bin kişinin kellesini istiyorum” diye bağıracaktır. Ne var ki, ilk akan kan kendi kanı olacak ve Marat, evinde banyo yaparken, 24 yaşındaki Corday tarafından bıçaklanarak öldürülecektir. İdama mahkum edilen genç kadın savunmasında şunu söyler: ”Yüz bin kişi yerine bir kişiyi öldürdüm.”

Kalabalık arasında bulunan Adam Lux adlı adam, herkesten oldukça farklı bir gözle bakmaktadır Corday’e… Bunlar bir aşığın gözleridir!

Adam Lux, sevgilisinin ölümünü görmeyi mi geldi dersiniz? Hayır!.. O gün, Adam Lux, hayatında ilk kez görmektedir Charlotte Corday’i… Ve görür görmez de aşık olacaktır…

Buna, “ilk görüşte aşk” diyemeyiz. Çünkü, kadını yolun sonunda giyotin beklediğine göre bu durumun adı olsa olsa “ilk ve son görüşte aşk”tır!

İstanbul’da, Kül Kedisi kuklasına aşık olan fotoğrafçıdan daha çaresizdir, Adam Lux… Bakışlarını, yanında yürüdüğü kağnının içindeki kadından alamamakta, bıçağının çeliğinde yaz güneşinin parladığı giyotine doğru ilerleyen Corday’in her anını beynine resmetmektedir.

Adam Lux, infaz sonrasında devrime karşı çıkan ve Corday’i öven yazılar kaleme alır, düşüncelerini yüksek sesle her yerde dile getirir. Bunları yaparken tek amacı tutuklanmak ve hayatının son dakikalarında görüp aşık olduğu kadın gibi idama mahkum edilmektir. Devrim mahkemesi onun bu isteğini geri çevirmez ve Adam Lux, aynı yastığa baş koyamadığı Corday ile bir giyotine baş koyarak, darağacında cansız sallanan bir mahkumdan farksız olan ipli Kül Kedisi kuklasına gönlünü kaptıran fotoğrafçıdan aşk konusunda bir adım öne geçer.

Gazete haberinde adı verilmeyen İstanbullu fotoğrafçı ve Adam Lux’un yaşadıkları “bir görüşte aşk” mıdır? Adam Lux hakkında çaresiz aşkının anlatıldığı romantik yazılar vardır. Oysa, Alman kökenli Lux, Devrim Meydanı’nda kırmızı elbiseli kadını görmeden kısa bir süre önce, arkadaşlarına intihar etme isteğini açıkça dile getiren mektuplar gönderir. Corday’i gördüğünde Adam Lux, beyninde bir intihar planıyla dolaşmaktadır. 

O gün, Concorde Meydanı’nda, mahkemenin idama mahkum ettiği bir kadın ile, kendi ölüm kararını imzalayan bir erkek karşılaşacak ve Adam Lux için Corday, aşk içerikli yeni bir intihar senaryosuna dönüşecektir.