Kalimerhaba

Vladi BENBANASTE Köşe Yazısı
28 Eylül 2012 Cuma

Yok böyle bir şey, yani bu defa işim zor. Gerçi üzerinden çok zaman geçti ama, hani bilirsiniz; anlatmasam olmaz. Bu hafta uzun yıllar boyunca birbirine hasret kaldığını farkına varmadan birbirinden uzak düşmüş  ‘eski’ ama ‘eskimeyen’ dostların kavuşmasını yaşayacağız hep birlikte.  Burgaz adadaki re-yünyon günlerinden bahsediyorum. Yaklaşık iki seneyi aşkın bir zamandır hazırlıkları süren; kimi zaman eğlenceli, kimi zaman tartışmalı, kimi zaman bir araya gelmeye bahane ve fakat her daim bol yemekli toplantılar, sonuçta ilk meyvesini verdi. Yıllar, yıllar önce çeşitli nedenler ile Burgaz’dan ve hatta Türkiye’den giden, gitmek zorunda kalan dostlarımızın bir kısmını görme, sarılma ve sohbetleşme imkânını bulduk. Bildiğiniz üzere yaşım kadar Burgazlıyım. Bu re-yünyon sayesinde “Burgaz Burgaz olalı böyle bir birlik, coşku, dostluk ve tantana görmemiştir” desem sanırım benden eskiler de kabul edeceklerdir.

Önce birkaç kişinin fikri oluşturması bu fikre gelen inanılmaz destek, bir de feys-buk. İçine bir tutam sevgi, biraz özlem, biraz da coşku katılınca; işte sana o muhteşem re-yünyon gurubu.  Gurubun müdavimleri her gün ama her gün kalimera, merhaba diyen mesajları çiçek böcek fotoları ile günümüzü aydın kıldı. Coşkuyu iki sene boyunca taze tuttu. Bazıları dostlarını; eskimeyen dostları aradı, buldu. Bazıları bu gurubun ne olduğunu anlamadı, kalp kırdı, can sıktı. Fakat kurulan bağ öylesine güçlüydü ki,  kazanan açık ara ‘kardeşlik, dostluk’ oldu.

 Uzun çalışmalar sonucunda organize edilen re –yünyon haftası gelip çattığında dostlarımız bir bir gelmeye başladılar. Kalplerinin sesini dinleyerek bir zamanlar ayrılmak üzere hüzünle geriye baktıkları ada iskelesinde “evinize hoş geldiniz” Türkçe ve Rumca yazılı bir pankartla karşıladılar. “EVİNİZE…” özellikle seçilmiş, dikenlerimi tüy tüy eden bizleri alıp geçmişe çocukluğumuza gençliğimize götüren bir kelime… O hafta gerçekten de kendilerini evinde hissetmeleri için bazı evler pansiyona dönüştü.

Ben; insanın doğduğu, çocukluğunu geçirdiği, büyüdüğü, tozlu sokaklarında kukalı saklambaç oynadığı, komşusunun ağacından meyve arakladığı, yağmurunda ıslandığı yerin, ‘evi’ olduğuna inanlardanım. Sonradan nereye giderse gitsin, o sokak, o at kokusu, o meyvenin tadı, tepedeki futbol maçları, çan sesinin, ezan sesine karışması. Ve daha binlercesi,  bunlar unutulamıyor. (bizim ibadette dışarıya yönelik böylesine güçlü sesler olmadığı için konuya katamadım ) büyük umutlar veya mecburiyetler altında terk ettiği bu aşı boyalı, kuyudan su çekilen iptidai ahşap evlerin yerini saraylar tutmuyor. Yıllar geçiyor, gittiğin yere kayıp nesil olarak yeniden kök salmaya çalışıyorsun, başarıyorsun da. Ama gönlünün, kalbinin bir köşesinde hep bir özlem… Hep bir keşke… Hep bir inşallah…

‘Evinize hoş geldiniz’ yazısının altında eski dostların buluşması ilerleyen hafta boyunca sürdü.  Nikolar, Zeynepler, Albertler, Rüyalar, Hülyalar, Saralar,  Frosulalar, Kostalar hep birlikte geçen yılların etkisi ile derinleşmiş olan yüz hatları ile geçmişlerine gittiler. Kimileri birbirini zor tanıdı, büyüyen göbekler, dökülen veya iyiden iyiye beyazlayan saçların etkisiyle, kimileri gözlerdeki değişmeyen ifade ile hemen sarmaş dolaş oldu oracıkta. Sonra eskiler konuşulmaya başlandı, Haralambo’nun babası ne aksiydi, hani bir fırıncı vardı çarşıda, upuzuuuun galeta yapardı, ama hep az yapardı, yetmezdi, erkenden gitmek gerekirdi alabilmek için;  sabahları vapurda çayla ne güzel yenirdi... “Balık?”. “Kalmadı vre Yorgo hepsi bitti...”. “Yaya?”. “Sizlere ömür be Kosta mu; üzülme; iyi yaşadı  sağlıklıydı son anlarına kadar hep  sizleri sorardı... Biliyor musun? Hani bir ev vardı ya Kiriya Eleni ile Andonların arasında;  tahta... İşte o ev çöktü artık. Kimseler sahip çıkmayınca öyle yığıldı kaldı yılların yorgunluğu ile...”   Bu sohbetler uzadıııı gitti günler boyunca, kimileri terk ettikleri evlerini görmek istedi, gittiler, kapıyı çaldılar, izin istediler içeriye girmek, girdiler, gözyaşları ile duvarda halen asılı duran yayalarının fotoğrafını gördüler. Odalarında kendi asmış oldukları kornişlerde saklı, unutmaya yüz tuttukları kendilerinden kalan hikâyeleri dinlediler, yeni baştan... Yukarıya açılan tahta pervazın kenarına babalarından gizli oydukları baş harflerini aradılar, kapı pervazında ‘yaya’larının her yaz çakı ile atmış olduğu boylarının göstergesi olan çentikleri buldular, annelerinin, onların doğumunda dikmiş oldukları çamın heybeti karşısında şaşırdılar. Burukluk - duygusallık ne kadar duygu varsa harmanlandı, taştı, süzüldü, aktı gitti gözlerinden... Kimileri yenilenen evlerini hiç beğenmedi, aslında beğenmedikleri yıkılan evleri ile birlikte geçmişlerinin yok olmasıydı...

Re-yünyon buluşmaları önce Burgazada Deniz Kulübünde geniş bir katılım ile başladı, sonra ASSK’da coşku ile devam etti. Ve final akşamı geldi çattı. Burgaz’ımı bilen bilir; tıpkı her ada gibi sahilde bir cadde ve bunun bitişiğinde sıralanmış lokantalar.  Burgaz’ımız işte tam böyle; amaaaa farkı olan kısmı sahili hınca hınç dolduran ben diyeyim 400, siz deyin 500 gönül dostu. Bu sahneyi ‘Dedemin İnsanları’ filminde bile görmedim.  Bu insanların bir araya gelmelerindeki amaçtı onları farklı kılan; Burgaz sevgisi ve Burgazlılar sevgisi. Samimiyet yıllaaaar yıllar öncesinde kaldığı yerden devam ediyor... Hani bunu saymayız bize de buyurun demişiz, ertesi günü bir daha bir araya gelmişiz gibi...  Hani neden bu örneği verirler bilinmez ama aynen öyle; ‘iğne atsan yere düşmez’ şeklinde tüm lokantalar aynı menüde birleşmiş, yemek bahane, muhabbet şahane. İstanbul’a bütün bir yaz yağmayan yağmur o gece bir sel olup   yağdıysa da asla keyfimizi kaçırmayı başaramadı, havada yağmurdan çok daha güçlü olan ‘coşkuyla’ yağmurun altında kâh şemsiye ile kâh yarı çıplak, birbirine sarılan dostların sirtakileri, rembetikoları, halayları ve göbekleri tam gaz devam etti...   Yurt dışından gelenlerin çocukları belki de Burgaz’ı ilk defa gören yeni nesil ile dostlarımız ile hiçbir geçmişi paylaşmamış olan yeni nesil  Burgazlılar da,  dikenleri tüy tüy edecek şekilde bir aradaydılar. Derler ya anlatılmaz; yaşanır... İşte öyle bir şey...

Bunu kaçırdım diye üzülmeyin, bir yol kazası olmaz ise 2014 ağustosunda daha da coşkulu, daha da kalabalık, daha da unutulmaz buluşmalar için şimdiden ajandanıza not alın... Gelecek dostlarımıza “Kalimerhaba” demeye bekleriz...

O zamana kadar hep dostluk kazansın, hep sevgiyle kalın...