Curcuna

Gittiğim ülke ne kadar güzel, geçirdiğimiz vakitler ne kadar unutulmaz da olsa seyahat dönüşü ‘dış hatlar geliş’ kapısının çıkışına adımımı atar atmaz, ilk yaptığım iş gözlerimi kısıp kapının önünde biriken kalabalığa bakmak olur. Benim için İstanbul’un başladığı yer havalimanıdır. Elinde bir demet gülle sevgilisini bekleyen gencin, Hacca giden nineyi bekleyen torunun, yurtdışından seneler sonra dönen öğrenci oğullarını heyecanla bekleyen anne-babanın ortak buluşma mekânıdır havalimanı. Yıllar geçip, aynı merdivenlerde farklı insanları uğurladıkça insan havalimanını bile özler olmuş, o mekân yaşadığınız şehrin ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir.

Mois GABAY Köşe Yazısı
8 Ağustos 2012 Çarşamba

Gittiğim ülke ne kadar güzel, geçirdiğimiz vakitler ne kadar unutulmaz da olsa seyahat dönüşü  ‘dış hatlar geliş’  kapısının çıkışına adımımı atar atmaz, ilk yaptığım iş gözlerimi kısıp kapının önünde biriken kalabalığa bakmak olur. Benim için İstanbul’un başladığı yer havalimanıdır. Elinde bir demet gülle sevgilisini bekleyen gencin, Hacca giden nineyi bekleyen torunun, yurtdışından seneler sonra dönen öğrenci oğullarını heyecanla bekleyen anne-babanın ortak buluşma mekânıdır havalimanı. Yıllar geçip, aynı merdivenlerde farklı insanları uğurladıkça insan havalimanını bile özler olmuş, o mekân yaşadığınız şehrin ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir.

Yaz aylarında güneşin şehri gittikçe sersemleştirdiği günlerden birinde bir anda düşen yağmur damlacıkları insana zamanın ne kadar çabuk geçtiğini hatırlatır. Su gibi akıp geçen zamanda kimi dostlar şehrin içinde ama şehirden uzakta olmayı seçerken, kimileri ise bambaşka ülkelerin soğuğunda üşüyüp, yağmurunda ıslanmayı tercih etmişlerdir. İstanbul’un her semtinin hayatımda ayrı bir anlamı olduğunu düşündükçe şehirden uzaklaşmak hep hayattan uzaklaşmakla eş anlamlı olmuştur benim için. Geçtiğimiz haftalarda uzun zamandır uğramadığım Kemerburgaz’a gittiğimde ister istemez sormadan edemedim kendi kendime: “İstanbul’un içinde yeni bir İstanbul mu?” Eskiden sorsalar Kemerburgaz dediklerinde aklıma ilk gelen Kemer Country ve Kemerköy İlköğretim Okuluydu. Daha sonraları yepyeni yerleşimler eklendi bu yeni evli çiftlerin güzide semtine… Şaar Aşamayim Sinagogunun yapımı da bir nebze daha arttırdı bu semte ilgiyi. Geçtiğimiz haftalarda gittiğimde bir de baktım ki şehrin göbeğindeki her şey bu yeni hayata taşınmış. Kahve dünyasının kemerin hemen önüne açtığı fabrika-kahvesinden, her türlü şehirden aşina olduğumuz lokantanın şubelerini açmasına, şehir klasikleri denebilecek bir sürü markanın kendine yeni düzende bir yer bulmasına şaşırsam da aslında İstanbul’un bu yepyeni gelişiminde çok da normal bir durumdu. Orada yaşayanlar için bu durum olumlu bir gelişme gibi görülse de hem aşılan mesafe, hem de yapılardaki yapaylık beni yine ikna edemedi. Her ne kadar yeni evli bir çiftin çocuklarını on üç yaşına kadar yeşillikler içindeki geniş sitelerde büyütmesi kulağa güzel gelse de asıl eksik olan şehrin o kokusu, duygusuydu. İnsanlar madem şehrin dışında yüksek duvarlarla çevrili konutlarda yaşayacaklar neden büyük şehirlerde yaşarlar? Buradan başka bir hayat mümkün müdür gerçekten bu şehre ait olan biri için? Büyükada’nın keşmekeşinden sıkılıp yazın Çeşme ve Bodrum’a yerleşenler, farklı bir ülkede yeni bir hayata adım atanlar hiç özlemezler mi doğdukları şehrin kokusunu? Çocuklarımızı İstanbul’un kokusundan, tarihinden uzakta yetiştirip sonra da gün gelip başka bir şehre ait olduklarında üzülmeye hakkımız var mı peki? Hayat boyu Tahtakale’nin havasını solumamış, Yeşildirek’te babasının dükkânına bir kere uğramamış, Kapalıçarşı’da bir kez bile turlamamış bir genç hangi İstanbul’da büyümüştür?  Onu yaşadığı şehre bağlayacak değerleri ona küçükken vermezseniz, o da zamanı geldiğinde kanatlarını takıp karnının doyacağı ve mutlu olacağı başka bir diyara gittiğinde arkasından özlem duymak dışında, gitme diyebilir misiniz?   

Benim İstanbul’um keşmekeşin başkenti, curcunanın tam kendisidir. Tahtakale sokaklarından başlayan, seyyar satıcıların, araba kornalarına karıştığı, ıvır zıvırın birbirinden ilginç yöntemlerle yerlisi turisti pazarlandığı, herkesin bir oraya bir buraya koşuşturup, her an birinin sizi durdurup adres sorabileceği bir acayip curcunadır. Bu curcunanın tadını bir kez alan her gün şikâyet etse de onun bir parçası oluverir. Şehirden uzak bir yaşam insana fark etmediği bir yalnızlık verir. Kimi zaman mor renge bürünen Boğaz Köprüsü, bir sahaf dükkânında başkasının okuyup bıraktığı bir kitap, İstiklal Caddesinde ara sokaklarda zaman tünelinde yapılan bir yolculuk veya akşamüstü yalnız bile olsan Teşvikiye’de içilen bir kahvenin tadındadır bu şehri vazgeçilmez kılan…

Gençlik derneklerinin son yıllarda eski çekiciliklerinin gençlerimiz üzerinde azalmasının bir nedeni de dernek binalarının bu curcunadan uzağa alınması olabilir mi? İstanbul’un kalbinin attığı yerlerden uzakta, yüksek duvarlar arkasına yapılacak yeni yapılar yerine gençlere şehrin ritmini hissedecekleri bölgelerde alternatifler sunulsa daha çok gelmezler mi sizce? Gençlere toplum içerisinde kendilerini daha çok ifade edilebilecek de ortamlar sağlanmayıp, onların arzu ettikleri bir İstanbul’da onları beraber tutmazsak bir gün gelip  buradan gittiklerinde azalan sayımız için yine üzülen biz oluruz. Onları buradaki hayata, curcunaya bağlayacak ortamı sağlamak; gerek toplumun özellikle de ailenin daha küçük yaşlardan bunu gençlere aşılaması ve fiziksel ortamı sağlaması ile mümkün olabilir. İstanbul’u sevmesini bilen için bu şehir ruhunuzun sıkıntılardan arındığı, hayatın yüzünüze güldüğü şehirdir. Sen bir şehre ait oldukça, o da sana ait olur. Bazen insan bunu küçük yaştan anlar, bazense de tüm dünyayı dolaşmak gerekir tekrardan başladığın noktaya dönmek için. Gelecek kuşaklara bu şehrin dışında bir gelecek sunmak,  bir süre sonra hatırlamayı zorlaştırır, zaman geçtikçe hafızalar silinir. Yaşadığımız şehirde kendi benzerlerimizle çorak bir iklimde İstanbul kültüründen uzak bir gelecek yetişir. Öyle bir gelecek sağlanmalıdır ki bizden sonra gelenlere; hem gidenin anıları yaşamalı hem de gelenlerin renkleri bu şehirde yaşayan herkese bu şehrin beraber inşa ettiğimizi hatırlatmalıdır. Gidenlerden geriye kalan izlere sahip çıkıp kültürel mirasımızı aktarabildiğimiz aydınlık bir gelecek dileğiyle…