Felsefe sohbeti

Riva ŞALHON Köşe Yazısı
1 Ağustos 2012 Çarşamba

Biraz felsefe yapalım mı? Geçen hafta okuduğum Spinoza Problemi adlı kitap, bu amatör sohbete temel oluşturdu. Konunun bir yere bağlanmasını beklemeyin, sadece kendi düşüncenizle uyuşup uyuşmadığını test edin.

Düşünüyorum da, karşımda biri konuşuyor. Tuhaf şekilde ona hayran oluyorum, tam olarak söylediklerinden değil, ama kaynayıveriyorum.  Veya tam zıttı: Karşımdaki başkalarına normal gelebilecek bir tavır sergiliyor, ben ise içimden nefret saçıyorum. Neden ben karşımdakinin, gerek tanıdığım olsun gerek tanımadığım, bazı davranışlarını daha kendime yakın bazılarını daha itici buluyorum?

Önyargısız yaklaşım zor mu? Spinoza’ya göre imkânsız. Ona göre, nefret ettiğim biriyle bağdaştırdığım her şeyden de nefret etmeye meyilliyim. Ancak buna neden olan aslında gerçek bir duygu değil, sadece çağrışımın yarattığı bir hor görme… Tam tersi de hayranlık. Çaba sarfetmeden beliren duygular bunlar.  Ve diğer bütün duygulara zemin hazırlıyorlar. İlk bakışta oluşan duygu, beynin o ana hor görerek mi, yoksa hayranlıkla mı yaklaşacağını belirliyor, veya en basitinden nötr yani ilgisiz kalma hakkını kullanıyor.

Veya başka bir örnek. İki benzer olaya farklı tepki verebiliyorum. Örneğin koluma dokunuyorum, saat yerinde yok. Deli gibi sağa sola koşturup, ‘ah bu da mı başıma gelecekti’ şeklinde panik atak geçirirken, cüzdanımı yerinde görmesem sakin sakin öncelikle oturduğum koltuğun kenarından başlayıp bulana kadar sükûnetimi koruyabiliyorum. İnsan aklı neyin korkutucu, neyin değersiz veya paha biçilmez olduğunu belirliyor. Bu yüzden de tek değiştirilebilecek olan insanın aklıdır.

Suya sabuna dokunmayan felsefi bakış açılarından biri bu Spinoza’nın. Spinoza, insanın tüm eylemlerinin daha önceki neden¬ler tarafından belirlendiğini söylüyor. Şu halde, insanda özgür bir irade yok. İnsanların kendilerinin özgür ol¬duklarını sanmaları yalnızca yaptıkları işle¬rin farkında olmalarından. (kendim yapıyorum, dolayısıyla özgürüm) Ancak bu işleri belirleyen nedenleri bilemiyorlar. Yaptıkları işlerin doğal bir zorunluluk olduğunu fark etmiyorlar. Ona göre gerçek özgürlük kendi doğa¬mızın zorunluluğunu bilmek, buna ayak uy¬durmak. Yani, özgür olmak, zorunlulukların bilincinde olmak¬tan ibaret…

İnsanlar bilmediklerinin tutsağı oluyorlar; akıllarında bir nedene oturtamadıkları şeyleri çözmek için doğa üstü açıklamalardan güç alıyorlar. Spinoza’ya göre birçok doğaüstü hikâyeyi kabullenişimizin nedeni, tam olarak açıklanamayan olguları aklımızda bir yere oturtma ihtiyacı. Bilgiye ulaşınca tutsaklık bitiyor.

Freud da bilinçaltı sayesinde bazı eserlerden daha çok hoşlandığımızı bazılarından ise nefret ettiğimizi düşünüyor. Eser aynı eser ancak izleyicinin algılaması farklı. Bu durumda sanatçı, kişinin kendi yansıması olarak ortaya çıkıyor. Bazısında hoşnutluk yaratırken bazısında ilgisizlik, bazısında ise nefret uyandırabiliyor. Tavsiye üzerine kitap ve film seçmek hayal kırıklığı olabilir bu durumda… 

Sonuçta bu yazının temelindeki felsefe aklın ve mantığın bütün davranışlarımıza yansıyan gizli bir mekanizma geliştirdiği… Korkuların ve batıl inançların bile daha fazla bilgiye ulaşınca azalacağı çıkarımı var. Katılıyor muyum? Kısmen evet. Ama yine de tepkilerimde ve beğenilerimde özgür olduğumu düşünmek isterdim…