İçimdeki boşluk

Avram VENTURA Köşe Yazısı
15 Haziran 2012 Cuma

İçimde sürekli büyüyen bir boşluk... Her nasılsa belleğim, uzun zamandır tümüyle boşalmış gibi duruyor. Bir türlü toparlayamadığım dağınık düşünceler, anlamsız kimi görüntüler, kafamın içinde durmaksızın cirit atıyor. Dilimin ucuna gelen sözcükler, daha bir tümce oluşturamadan silinip gidiyorlar. Sanırım ekrana boş gözlerle bakmanın, hiçbir şey yazamamanın sıkıntısını yaşıyorum.

Bir yandan bu isteksizlik, keyifsizlik, boşlamışlık beni olumsuz yönde etkilerken; öte yandan, beynimin gizli bir yönetim noktasından “yaz!” diye baskı yapan buyruklardan bunalıyorum. Yazamamanın baskısı yanında, bir süredir büyüyen bu boşluğun yarattığı tedirginlik beni daha çok sıkıyor.

Bu dağınık düşünceler içindeyken, Rilke’nin genç bir şaire öğüt veren mektubunda söylediği şu sözleri anımsıyorum:

“İçindeki boşluğu yaz!”

Düşünüyorum: Nasıl?..

Onu da bilmiyorum!

Öncelikle içimdeki o boşluğu doğru tanımlamam gerekiyor belki de... Sağlıklı düşünmemi engelleyen, dilimdeki sözcükleri kilitleyen, beni bir duygu karmaşasına sürükleyen o boşluğu... Yoksa nasıl oturup yazabilir, ekranın açılmış boş bir sayfasına, aklımdakileri nasıl aktarabilirim?

Belki içime daha çok dönmem, kendimi çözümlemem gerekiyor; ancak konu bunları kâğıda döküp dökmemek de değil; tanımak, tanımlamak, bir sorun varsa adını koymak... Sonra da bu boşluğu dolduracak adımları atmak... Bunun yalnız yazmakla da ilgisi yok! Sorun iç dünyamla ilintili...

Peki, yazmasam?..

Benim dışımda kimin umurunda olur, bilmiyorum. Kimi zaman aklıma şu soru takılmıyor değil: Yıllardır yazıyorum da ne oluyor? Eline ömür boyu hiç kalem almamış milyonlarca insan, benden daha mı huzursuz, diye düşünüyorum. Bir süre sonra da bunları kafamdan silip atıyorum. Beni yazmaya iten nedenin, yazdıklarımı başkalarıyla paylaşma düşüncesinden çok, bunların kendimle hesaplaşma, boşalma, çözümleme için yararlı olduklarını söylemeliyim. Bir başkasının beğeni ya da yargısından çok, yazdıklarımı bir yabancı gibi okuduğumdaki yaklaşımım benim için hepsinden daha önemli oluyor. Bir başka deyişle, ekrana yansımış veya kâğıda dökülmüş duygu ve düşüncelerim, sıkça baktığım birer ayna görevini üstlenmekte, yoluma ışık tutmaktadır. Bu yüzden hiç kimse okumasa da, salt kendim için olsun yazmalıyım, diyorum.

Uzun bir süre tıkansam, sözcükleri dile getirmekte sancılı saatler geçirsem de, bu yazma alışkanlığının, yaşamıma bir anlam kattığını biliyorum. Bu yüzden zaman içinde, içimdeki boşluğun dolacağı ve bir şekilde dile geleceği umudu, daha dirençli olmamı sağlamaktadır.