Eşit vatandaşlık vurgusu

Muhteşem Yüzyıl dizisini izlerken bana oldukça çarpıcı gelen veziriazam mertebesine yükselmesine karşın Pargalı İbrahim Paşa’nın hep bir devşirme, öteki olma duygusunu yenememesidir. Derler ki, bir kölenin arzusu özgür olmak değil köle sahibi olmakmış. Azınlıkların talepleri pozitif haklar mı yoksa tam eşit vatandaşlık mı olmalı?

Yakup BAROKAS Köşe Yazısı
25 Mayıs 2012 Cuma

Türk Musevi Cemaati Başkanı olduğu 2009 yılında Sabah Gazetesi’nde yayımlanan söyleşide; “Bizim en büyük sorunumuz, kimlik sorunudur; hâlâ Türk kabul edilmeme sorunumuz var. (…) Ne pozitif ne negatif, hiçbir ayrımcılık istemiyoruz! Biz, eşit haklara sahibiz, her türlü haktan eşit olarak faydalanmak, eşit olarak görevlerimizi yapmak istiyoruz,” demekteydi. (3 Haziran 2009).

Ovadya’nın; “Hoşgörü değil, eşit vatandaşlık” şeklinde özetlenebilecek bu söylemi o dönemde oldukça cesur bir davranış olarak karşılandı ve ezber bozan açıklaması giderek cemaat kademelerinde benimsenir oldu.

TBMM Başkanı ’e azınlıklar tarafından sunulan yeni Anayasa’ya ilişkin önerilerin arasında; devletin farklı inanç gruplarını, kamu tüzel kişiliği olacak şekilde tanıması da yer almaktadır.

Konunun son derece karmaşık olduğunun bilincindeyim. Acaba farklı inanç grupları için tüzel kişilik talebi ‘eşit vatandaşlık’ istemi ile ne denli örtüşmekte veya çelişmektedir?

Azınlık olgusuna sosyolojik açıdan bakılığında ‘bir toplulukta sayısal bakımdan az ve çoğunluktan farklı özelliklere sahip grup’ şeklinde tanımlandığını görmekteyiz. Bu farklılık etnik, dini veya dilsel açıdan olabilmektedir. Yahudilerin farklılıkları dinseldir.

Hukuki açıdan ise devletlerin üzerinde uzlaştığı ortak bir tanıma rastlanmamaktadır. Birleşmiş Milletler çerçevesinde yaşanan gelişmeler göz önünde tutulduğunda 1976’da yürürlüğe giren Kişisel ve Siyasal Haklar Sözleşmesinde; etnik, dilsel ya da dinsel azınlıkların kendi kültürlerini yaşama, kendi dinlerini ifade etme ve kendi dillerini kullanma haklarından yoksun bırakılamayacakları belirtilmektedir.

1990 sonrasında azınlıklarla ilgili savaşların patlak vermesi üzerine de AGİT kapsamında düzenlenen çerçeve anlaşmalarında azınlıklara ait kişilere benzer bireysel haklar öngörülmüştür. Bunlar ayırımcılığı yasaklayan ve bir ülkedeki bütün vatandaşlar arasında eşitliği öngören ‘bireysel’ haklardır. Diğer bir deyişle tanınan bu haklar ‘azınlık hakları’ değil, azınlık mensuplarına tanınmış haklardır. Türkiye’de azınlık denince akla ya geçmişte olduğu gibi salt ‘gayrimüslimler’, ya daha duyarlı olmak için kullanılan ‘farklı din ve inanç grupları’ ve her halükarda Rumlar, Ermeniler ve Yahudiler akla gelmektedir.

Azınlıklara pozitif nitelikte kolektif hakların tanınması sadece eşit vatandaşlık yönünde talebi olan ve azınlık psikolojisinden kurtulmaya çalışan bireyi tersine olumsuz yönde etkileyecektir. Çünkü kolektif hak bireyi azınlığın içine gömer, toplumun bütününden soyutlaştırır.

Öyle ise tüzel
kişiliği bulunmayan cemaatlerden söz edilebilir mi? Edirne 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin kararını onaylayan Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 21.06.1999 tarihli kararında şöyle denmektedir: “Musevi Cemaati, Türkiye genelinde bilinen topluluklardan olup, Türkiye Hahambaşılığı tarafından temsil edilmektedir. Tüm Musevi Cemaatleri Türkiye Hahambaşılığına tabidir.

Kararın yer aldığı ‘Son Yasal Düzenlemelere Göre Cemaat Vakıfları’ adlı eserlerinde  ve  Yargıtay’ın bu kararına göre; Hahambaşılığı bir kişiye has bir mevki olarak görmek yerine, bir makam olarak kabul etmekte ve Musevi Cemaatinin temsil yetkisinin Hahambaşılığa verilmesi gerektiğini savunmaktadırlar. Aynı görüşün diğer dini azınlıklar için de geçerli olacağı açıktır.

Strasbourg ve Yeditepe Üniversiteleri öğretim üyesi ’ün Taraf Gazetesi’nde yayımlanan ‘Azınlık haklarını kaldırın!’ başlıklı makalesinde şu görüş ileri sürülmektedir: “Günümüzde, kanımca azınlık kavramının hem hukuktan, hem de toplumsal algılamadan çıkarılma zamanı gelmiştir. Zira azınlık olmak azınlıklara zarar vermektedir. Başka hukuki ve toplumsal bağlamlarda azınlıkların eşit vatandaş olmalarını sağlayan azınlık kavramı, son derece kirlenmiş olduğu Türkiye’de bu görevini yerine getirememektedir” (05.03.2012).

 Bir dokun bin ah işit misali belki de en iyi çözüm çözümsüzlük mü diye düşünmeye başlıyorum (?..)

Eşit vatandaşlık tartışmasız en doğal talebimiz olmalıdır. Ancak bunun yanı sıra geçmişin üzücü uygulamalarının izlerinin silinmesi, yanlış tanımlamalardan kaçınılması ve doğru algıların oluşturulması yönünde en üst düzeyde bir çaba gösterilmelidir.