Demokratik bir anayasa için

En geniş mutabakat platformunu oluşturmak üzere her kesimden katılımı sağlayan anayasalar uzun vadede demokratik meşruiyet koşullarını sağlayabilirler. Farklı bir dini inanca sahip Türk vatandaşları olarak bu yurttaşlık görevimizi yerine getirmekten, görüş ve önerilerimizi iletmekten gurur duymalıyız.

Yakup BAROKAS Köşe Yazısı
7 Aralık 2011 Çarşamba

Ord. Prof. Sıddık Sami Onar’dan Anayasa dersinde sözlü sınava girdiğim günü unutamam. Daha birinci sınıf öğrencisiydim ve hocam da 1961 Anayasası’nı hazırlayan kurula başkanlık etmişti. Onar’ın 1492’de İspanya’dan kaçıp Osmanlı İmparatorluğu’ nda, Selanik şehrine sığınan bir aileden geldiğini Vikipedi’den öğrendim.Belki doğru belki yanlış. Henüz o yıllarda o anayasanın, 1982 darbe anayasası gibi tu kaka olduğunu bilmiyordum.

1982 Anayasası ise 1961 Anayasası’nı rafa kaldırarak kurucu meclis tarafından hazırlanmasına ve referandumda yüzde 91 ‘evet’ oyu almasına karşın sivil toplum kuruluşlarının katkı ve görüşlerini içermeyen darbeci bir rejimin ürünüdür. Her ne kadar 2001 ve 2004’te gerçekleştirilen kapsamlı değişikliklerle demokrasi yönünde önemli adımlar atılmışsa da sivil bir anayasaya olan gereksinim hep gündemde yerini korumuştur.

Cumhurbaşkanının yetkileri, seçim barajının yüzde onun altına indirilmesi, temel insan haklarına açılımın sağlanması gibi konular sivil platformlarda uzun süredir tartışılmakta.

TBMM Başkanı Cemil Çiçek’in düzenlediği ‘Yeni Anayasa’ hazırlık çalışmalarına diğer medya ve basın temsilcilerinin yanı sıra gazetemizin Genel Yayın Yönetmeni İvo Molinas da katıldı ve görüşlerini dile getirdi.

Bu kapsamda siyasi parti temsilcilerinin, sivil toplum kuruluşlarının yanı sıra dini azınlık cemaatlerinin de görüşleri soruldu. Türk Musevi Cemaati de mensuplarından gelen önerileri dikkate alarak hukukçuların hazırlayacağı bir metni TBMM Başkanlığı’na sunmaya hazırlanmaktadır.

Hukuk kuralları sadece toplumsal yaşamı düzenlemekle kalmaz, bireyler için de bir takım güvenceler getirir. Bu yönü ile de anayasalar bir yandan devletin yapısını oluştururken, diğer yandan bireyleri diğer bireylere ve devlete karşı koruyan hukuki bir kalkan işlevi görür.

Anayasalarda demokratik haklardan ve tüm vatandaşların dil, din, ırk, cinsiyet ayırımı gözetilmeksizin eşitliğinden söz edilmesi tabi ki önemlidir, ancak yeterli değildir. Bu ilkelerin sadece kâğıt üstünde kalmayıp uygulamada da güvence altına alan kurumların oluşturulması ve içeriklerinin bu doğrultuda donatılması gerekir. Farklı inançlara sahip vatandaşların orduda subay, adli mekanizmada hâkim ve savcı gibi görevlere getirilmelerinin önemi kanımca Türk Musevi Cemaati tarafından sunulacak görüşler arasında özellikle vurgulanmalıdır.

 Türk Ceza Kanunu’nun 216. maddesi; halkın sosyal sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge bakımından farklı özelliklere sahip bir kesimini, diğer kesimi aleyhine kin ve düşmanlığa alenen tahrik eden kimseleri cezalandırmaktadır. Ancak söz konusu hüküm, suçun oluşması için,  kamu güvenliği açısından açık ve yakın bir tehlikenin ortaya çıkmasını’ öngördüğünden çoğu zaman yazılı ve görsel basında nefret tohumları eken pek çok söylem kovuşturmaya tabi tutulmamaktadır. Çok basit bir örnek vermek gerekirse; “pis Yahudi!” veya “bu ülkeden defol Yahudi!” türünden hakaretlerin kamu güvenliği açısından tehlike yaratıp yaratmadığı tamamen kişisel ve tartışmaya açık bir kriterdir.

OSCE’nin (Organization for Security and Co-Operation in Europe) 607 sayılı kararı antisemitizm ile mücadeleyi amaçlamakta olup, üye ülkelerin nefret suçlarına ilişkin özel kanunlar çıkartmalarını, hâkim, savcı ve kolluk kuvvetlerini bu yönde eğitmelerini öngörmektedir.

Avrupa Komisyonu’nun 12 Ekim 2011 tarihli ‘Türkiye İlerleme Raporu’nda da gayrimüslim Türk vatandaşların sorunlarına gerekli ilgilinin gösterilmesi yönünde tüm makamlara talimat veren Mayıs 2010 tarihli Başbakanlık Genelgesi’nin henüz uygulamada somut bir sonuç vermediğine ve dini ayırımcılığın, nefret suçlarının cezasız kaldığına dikkat çekilmektedir. Ayrıca TV dizileri ve filimler dâhil, medyada her türlü antisemitizmin cezalandırılması istenmektedir. 

Pek çok Avrupa ülkesinde olduğu gibi ‘nefret suçları’nın uluslararası anlaşmalar doğrultusunda anayasal bir zemine oturtulması yönünde bir önerinin cemaatimiz tarafından sunulmasında yarar görmekteyim.

TBMM Başkanı Cemil Çiçek; “Biz anayasayı yazmak değil, anayasayı yapmak istiyoruz. Bunun için de herkesin önerisini bekliyoruz” demektedir (Fatih Çekirge, Hürriyet, 30.11.2011).

Hürriyet Gazetesi, halkı yeni anayasa arayışına katmak için kısa bir süre sonra bir kampanya başlatıyor. Ancak, en geniş mutabakat platformunu oluşturmak üzere geniş katılımı sağlayan anayasalar uzun vadede demokratik meşruiyet koşullarını sağlayabilirler. 

Farklı bir dini inanca sahip Türk vatandaşları olarak bu yurttaşlık görevimizi yerine getirmekten gurur duymalıyız.