After Grappa

Vladi BENBANASTE Köşe Yazısı
3 Ağustos 2011 Çarşamba

Geçen sene bu konuyu yazdığımda, sözlükteki kelime karşılığı “yeme içme uyuma şeklindeki tatil manasına gelen” diye tanımlamıştım 25 senedir yaptığımız Mavi Yolculuğu. Evet, dostlar, değişen bir şey yok geçen sene Mavi’de aldığım kiloların üzerine bu sene yenilerini katarak döndüm. Yani gelenek bozulmadı anlayacağınız.  Tıpkı, bir önceki senenin pantolonlarına sığmıyor olmam geleneğinin süregeldiği gibi.   Bu seneki Mavi Yolculuğumuzda mücbir işi olanlar hariç herkes ‘prezante’ idi. Yine her zamanki gibi ‘gross’ marketlerden birini gitmeden önce internet yolu ile diğerlerini de oraya vardıktan sonra ek birlik ile boşalttık. Yol üzerinde, bizleri görüp de kepenklerini kapatmaya vakit bulamayan balıkçı manav vs vs’yi de yağmalayıp gemimize geldik. ‘Kom il fo juif’ olarak kosher etleri İstanbul’dan getirdik, kasap yağmadan kurtuldu. 

Hava; sıcaaak, nasıl sıcak anlatamam. Teknede lacivert tentenin altına kıpırdamadan bir üfürük rüzgâr bekliyorsun, “nadika” o da yok… Neyse öğleden sonra gibi yola çıkabildik. Sabahın 3’ünde kalkıp ‘Sabiha Gökçen’ eirlaayns ile karga hacetine gitmeden, pesperişan bir şekilde geldiğimize değdi, hiç olmaz ise günü kazandık!!!

Aslında köklü değişiklikler olmuştu bu 25 sene içerisinde. İlk Mavi Yolculuğa çıktığımızda çocuklarımız yoktu, ikincisinde; bir sırt çantası büyüklüğündeki araba telefonunun çalışmasını sağlamak için geminin direğine tırmanıp yaptığımız telefon görüşmesinde oğlumun ilk kelimeleri olan “ay de-de”yi telefondan duyduğunda eşim ağlamıştı. Şimdi kendileri askere gitmek üzere (eşim değil, oğlum), yine aynı gezide ilk tıw-tıw (tırtıl manasında kullanılmış) diyen kızımız ise ekimde evleniyor… (Benimki değil arkadaşımınki) İlk yıllarda yemek kapasitemiz, alışveriş yaptığımız marketlere kıtlık getirecek kalitedeydi, şimdilerde listenin yarısına (gofret hariç) düştük halen yemek artıyor. En trajik değişiklikler de; yağsız süt, tuzsuz peynir, layt ayran, kahvaltı menüsünden kalkan şokella. Her şey bu kadar değil; yenilikler de var menülerimizde. Mesela haşlama kabak gibi müstesna bir sebze ile örnekleyeceğimiz haşlama sebze çeşitlemeleri, tuzsuz beyaz peynir yatağında layt yufkadan yapılma yağsız börekimsi tepsi yemeği, cânım kızartmaların yerini alan ızgara yemekler… Bir de eski tempomuzda yemek yiyemediğimizi de itiraf etmem gerek 9-11-13-15-17-19-21 saatlerinin her birinde artık yemek yiyemediğimizden bazen 11’i bazen de 17 öğünlerini atlamak durumunda kalabiliyoruz… Düşünebiliyor musunuz? Eeee yaşlanıyoruz arkadaşlar, bunu görmek lazım artık… Bir ilave de sabah öğlen akşam yemeklerden önce veya sonra alınan her derde deva boy boy rengârenk ‘ilaçlar’; tansiyona, kalp ritmine, kolesterole… Küçük kırmızı olan, kan sulandırmak için; diğeri büyük sarı olan omega 3, kafa çalışsın diye… Öbürküsü küçük beyaz, a-ritmi tutmasın diye. Son olarak arkadaşımızın her kahvaltıdan önce kan alarak şekerine bakması sağlıkta Nirvana’ya ulaştığımız nokta oldu… Artık ekibe bir doktor katma zamanı geldi galiba, yasasın “midil eyc”

Bu sene yıllardır konuştuğumuz bir ‘yeni’lik daha yaptık. Datçalıların ‘karşı’ dedikleri Symi’ye gittik. Malum komşu Yunanistan’ın mali durumu parlak değil, gidip bir katkıda bulunalım dedik. Limandaki teknelerin % 90’ı Türk bandıralıydı, boşuna yardımsever millete çıkmamış adımız… Güzel ve hatta çok güzel, gidilesi bir yer. Tipik bir Rum köyü. Beyaz-mavi tonları yerine, sarı kahve renkler hâkim evlerde. Temiz, düzenli ve sıcak. Sıcakkanlı bir şekilde karşılandık. Önceden yerimizi ayırttığımız ‘Manos’a gitmeden önce, deniz kabukları, sünger, magnet, incik boncuk ne varsa bulabileceğin Ortaköy konseptindeki ana cadde pazarında ve de arka sokaklarda detaylıca bir güzel dolandık. Gereksiz ‘foşoniklerden’ aldık. Çok değişik geldi tabii ki bize, çok da güzeldi.  Gün batımına kadar bir kafede yorgunluğumuzu attık. Hava çok çok sıcaktan çok sıcak ‘mud’una geçince Manos’a yöneldik. 

Manos buraların meşhur lokantası. Türkiye’den gelenler bir kere burada yemezler ise olmaz, görev yerine gelmiş sayılmaz. Tipik bir aile lokantası, ana kraliçe lokantanın hemen üzerinde bulunan evinin balkonunda iskemlesine oturmuş aşağıda çalışan ve her şeyin başı olan olgunu dikkatlice seyrediyor. (Baba, hayatın bir cilvesi olarak sizlere ömür olmuş olmalı) Ana-oğul,  biz lokantaya yaklaştığımız sıralarda balkondan aşağı bağrış çağrış bir şeyler söyleştiler sonuçta; ana oğlunun kafasına kırmızı bir ‘önlük’ fırlattı yukarıdan. Oğul iki elini çaresizce yana açarak bulutlara bakarken “la mama” diye hayıflandı, çaresiz önlüğü giydi ve devam etti: “Yu ken ceync evriting, bat yu ken nat ceync ‘la mama’”. Derhal işine koyuldu. Uzun saçları ıslak briyantinle kafaya yapıştırılmak suretiyle arkaya doğru taranmış beyaz gömlek, siyah pantolon ve kırmızı önlüğü ile hakikatten bütün gece hiç durmadan ve hatta koşarak vızır vızır çalıştı. Eeee boşuna gelinmiyor belirli bir seviyeye…

Manos’ta yemek muhteşem, eğlence şahane. Pek çok Yunan lokantasında rakı bulamazsınız, burada Tekirdağ rakının çeşitleri gani gani, Türkçe şarkılar, bizlerin kalbini fethe yetiyor. Tarkan, Mustafa Sandal, ne de olsa komşudayız yahu… Rumca şarkılar, sirtakiler, deymeyin keyfime… Yemeklerde önce geleneksel olarak CMYLMZ’in tarif ettiği gibi “evriting litil litil in tu te midıl” muhabbeti ile masayı baştanbaşa donattık, hele bir Symi “adı lazım değil”den var (gidince sorarsınız söölerim); sanırsın ay çekirdeği kıtır kıtır çıtır çıtır… Sonra doymuş olmamıza rağmen sonuna kadar yediğimiz tuzda fırınlanmış levreğin tadı halen damağımda… İlerleyen saatlerde kırmızı önlüklü şefin teşviki ve katılımı ile deste deste tabak kırmalar, sahilde sokakta sirtakiler, yorgunluk bedene çökene kadar tepin, coş, eğlen… Biz müzmin yorgunlar grubu olarak bir iki atraksiyona katılıp yavaş yavaş “yasas Manos, kalinhtasas” diyerek çekiliyorduk ki, briyantinli kırmızı önlük beliriverdi yanımızda, girdi kolumuza. Neymiş? Grappa ikramı varmış, zaten kendisi bütün gece servis yaparken arada sırada bi tek atıyordu bu Grappalardan.  Bir ‘şat’ Grappa içene bir kartvizit veriyor, birden fazla kartvizit almak istiyorsanız, eee doğal olarak birden fazla şat içmeniz gerekiyor. Kartvizit alışıla gelmişin dışında: üzerinde şu yazıyor; “aftır a greyt Manos fiş, yu niid e greyt Manos grappa, aftır a Manos grappa yu niid e Manos kondom”. Saatler ilerlemiş. Lokantanın üzerindeki eve bakıyorum ‘la mama’ odasına çekilmiş balkondaki koltuğu boş… Kırmızı önlük, ortamı boş bulmuş muziplikler peşinde…

Tatlı eğlenceyi güzel müziği, gönlümüzü ve muhteşem yemeğimizi geride bırakıp yavaş yavaş limandaki gemimize çekiliyoruz... Kartvizitleri mi merak ettiniz, eeeee bi zahmet oralara gidip almanız gerekecek, ‘la mama’ ya benden selam söylemeyi de unutmayın… 

Seneye yeni maviliklerde buluşmak üzere; bir dostumun söylediği gibi, bundan böyle 40 Mavi Yolculuk daha yapmak istiyorum hepsi bu…

Sevgiyle kalın.