Limonlar iyi sıkılıyor mu?

Toplumlarda kullanılan lisan gibi, mizah anlayışı da yaşanılan dönemin izlerini taşır. Yahudi mizahının bu yönden oldukça özgün bir özellik taşıdığı söylenebilir. Belki yıllar sonra gülümseme ile anımsanacak bazı anılar gelecek kuşaklara, ‘işte 21. yüzyılın başında da böyle yaşandı’ dedirtecek.

Yakup BAROKAS Köşe Yazısı
6 Temmuz 2011 Çarşamba

Sayın Başbakanımız geçtiğimiz hafta CHP’yi ontolojik sorunlar içinde olmakla suçladı. İlkin ‘onkoloji’ mi demek istedi diye tereddüt ettim sonra işin kolayına kaçıp Google’da aradım; Aristoteles’e göre ontolojinin varlıkların incelenmesi bilimi olduğunu öğrendim. 

Dil değişken sosyolojik bir yapıya sahip. Bazı ünlü kişilerin sarf ettikleri sözcükler bir anda benimsenip sık kullanılır hale gelebiliyor. Bir konuyu gereği gibi bilmemek anlamına gelen ‘Fransız kalmak’ deyimini de tüm dünyaya tanıtan yine Sayın Başbakanımız değil mi? O gün bugündür bu kavramı bilinçli-bilinçsiz ne denli çok ağzımdan düşürmediğimin ayırdına vardım.

Sözcükler ve kullanılışları nasıl da belli dönemleri anımsatıyor? Çocuk yaşta olduğum yıllardı. Annemin yoldan geçen seyyar manavdan ‘limonlar iyi sıkılıyor mu?’ cümlesinde ‘sıkılıyor’ kelimesini ‘ı’ yerine ‘i’ harflerini kullanarak söylediğinde utancımdan kıpkırmızı kesildiğimi hatırlıyorum. ‘Vatandaş Türkçe konuş!’ döneminin halen etkilerini sürdürdüğü yıllardı. Anneciğim keşke bugün hayatta olsaydı da istediği gibi doğru-yanlış bolca konuşabilseydik, hiç mi hiç utanmayacaktım…

Benim kuşağım Türkçeyi ‘iyi’ konuştu, ana dili olarak benimsedi. Yaşıtlarım arasında şivesi bozuk olanlara pek nadiren rastlıyorum, biraz da şaşırıyorum. Judeo-Espanyol sözcükler ya şirinlik olsun diye kimi zaman araya sıkıştırılıyor, ya da köşe yazarımız Vladi Benbanaste’nin ‘Vazyeduras kon okas’ başlıklı yazısında olduğu gibi mizah unsuru olarak kullanılıyor. 

Tabi ki yedi yıldır yayım hayatını sürdüren ve yok olmakta olan bir dili yaşatma mücadelesi veren ‘Osmanlı-Türk Sefarad Kültür Araştırma Merkezi’  tarafından yayımlanan Şalom’un eki “El Amaneser” ile gazetenin Judeo-Espanyol sayfasının yazarlarını saygın çabalarından dolayı kutluyorum.

Yeni gençleri ise hangi lisanda konuşurlarsa konuşsunlar açıkçası anlamak için daha fazla bir çaba gösteriyorum; hem çok süratli konuşuyorlar, hem de kelimeleri yutuyorlar. Ne de olsa dijital kuşağın çocukları onlar

Dil aynı zamanda belli kültürler arası bir etkileşimi de ortaya koyuyor. 1985 yılında Türkçe ve İbranice dillerindeki benzer kelimeler konusunda ufak bir araştırma yapmıştım. Aynı kökten gelen yüzden fazla sözcüğe rastladım. Birkaç örnek vermekle yetineceğim:  Kitap-ketuba (Kök:K-T-B), Elbise-lebuş (Kök:L-B-S), Kabul-lekabel (Kök:K-B-L), Kalemlik,kalmar (Kök:K-L-M), Nezle,menuzal (Kök:N-Z-L), Merhamet-rahamim (Kök:R-H-M). Dilbilimciler söz konusu benzerliklerin kaynağını biliyorlardır.

Toplumlarda kullanılan lisan gibi, mizah anlayışı da yaşanılan dönemin izlerini taşır. Yahudi mizahının bu yönden oldukça özgün bir özellik taşıdığı söylenebilir.

Tiyo Avramaçi, 1930’lu yıllarda çoktan Çanakkale’yi terk etmiş ve İstanbul’a yerleşmişti. Başından geçen her olayı biraz değiştirerek veya başkalarından duyduğu gülünç olayları kendi başından geçmiş gibi anlatarak espri yapması ve hazır cevap olması ile ünlüydü. O sıra yayımlanan ‘El Jugeton’ Gazetesi’nin sahibi Eliya Karmona haftada iki kez kapısını aşındırır ve ondan bir iki fıkra anlatmasını rica ederdi.

Tiyo Avramaçi’nin Moşe diye bir çırağı vardı. Moşe ücretinin azlığından hep yakınır ama bir türlü konuyu patronuna anlatamazdı. Yine böyle beş parasız kaldığı bir gün çırak, dükkânın arkasındaki arsaya çıktı ve ellerini havaya kaldırarak Tanrı’ya yakarmaya başladı; “Tanrım ne olur bana bir iyilik yap, şu çorbacımın eli biraz açılsın, ben de geçinebileyim”. O sıra gür bir ses arkasından “Moşeeee, Moşeee!..” diye bağırınca  çırak Tanrı’nın kendisine seslendiğini sandı ve bayılacak gibi oldu. Huşu içinde Tanrıya cevap verdi: “Si patron del mundo, esto aki.” (Evet Tanrım, buradayım). Oysa ona seslenen patronu Avramaçiydi; “Moşeee ijo de mamzer, haydi çabuk iş başına!..

Bu fıkra geçen yüzyılın ilk yarısında Yahudi yaşamından bir kesit sunarken geçenlerde bir Yahudi düğünü sırasında yaşanan ve tarafıma anlatılan traji-komik bir olay da gazetemiz çizeri İrvin Mandel’in ‘Mozotros’u tadında günümüz cemaat bireylerinin sosyal önceliklerini hicvetmektedir.

Son trend düğünlerde her iki aile bireylerinin (erkeklerin) kostümlerini aynı yerde diktirmeleri… Dünürlerden biri her şeye karışan karakterde olduğundan bu telaşlı günde karısı; “ne olur kocacığım sen erken giyin ve salonda koltuğunda otur, hiç rahatını bozma, berber gelecek, makyajcı gelecek, telaş çok” diye ricada bulunur.  Kocası da ayak bağı olmayım diye düşünür, hatta giyinirken pantolonun birkaç beden büyük olmasına bile ses çıkarmadan, sorun yaratmamak için paçaları biraz alttan içeri kıvırarak koltuğuna yerleşir ve kendisine sorulduğunda gün boyu  “her şey yolunda” cevabını verir. 

Düğün saati yaklaşmaktadır, diğer dünür ise giyinmeye başlayınca bir de bakar ki pantolonun içine girmesi mümkün değil. Bir panik, terzi aranır, dolaplar aranır ve en son dünüre telefon edilir. “-Durum nasıl? - Her şey yolunda… -Ya, sorma bizimki pantolona sığmıyor.” O sıra telefon konuşmalarını duyan eşi koltuğundan fırlar ve durum anlaşılır. Pantolonlar karışmıştır.

Belki yıllar sonra gülümseme ile anımsanacak bu tür hatıralar gelecek kuşaklara, ‘işte 21. yüzyılın başında da böyle yaşandı’ dedirtecek. Tatlı bir anı bazen her şeye bedel…

Kayıt altına alınmış Yahudi mizahında sadece Aşkenaz Yahudilerinin adlarının geçtiği bilinir. Nedeni ise her halde Sefarad mizahının kaleme alınmamış olması. Yazık…