Adalar, Binalar, Mimarlar Sergisi

Tilda LEVİ Köşe Yazısı
6 Temmuz 2011 Çarşamba

Son iki-üç haftadır Büyükada’da aşina olmadığımız değişikliklerle ilgili kaleme aldığım yazılar bazı okurların dikkatini çekti. Bunların bir kısmı aynı görüşte olanlar, bir kısmı da eski Adalı olup artık Ada’ya gelmeyenlerdi. Onlar üzüntülerini daha çok dile getirdiler. Zira artık gelmeseler de, çocukluklarını, ergenliklerini geçirdikleri güzel günlerin devamını arzu ediyorlardı.

Ortamdan bu kadar huzursuzsak, neden ısrarla Ada’ya gitmeyi sürdürüyoruz?

Herşeye rağmen Adalar şehirden çok kısa mesafede kornalardan, gürültüden uzak, oksijeni bol bir yöreye kavuştuğunuz bir belde. Doğanın bize bir hediyesi. En önemlisi nesillerdir sürdürdüğümüz bir alışkanlık, bir kültür. Şehirden çok yorgun gelseniz bile, iskeleye ayak basar basmaz canlanıyorsunuz. Sabah çok erken kalkmam gerekse  dahi, çalar saati kurar, kahvaltı tepsimi balkona götürürüm. Çayımı içerken kimi zaman kuş cıvıltıları, kimi zaman beni hiç rahatsız etmeyen martı sesleri ile güne başlarım.

Tıpkı İstanbul gibi Ada da kabuk değiştiriyor. Bizim gibi bir avuç eski  Adalı’nın bu değişime uyum göstermesi kolay değil. Gitmekten hoşlandığımız yerlere hafta arası gidiyoruz. Yürüyüşlerimizi sabahın erken saatlerinde yapıyoruz. Meyve ve sebzelerimizi market yerine manavdan veya pazardan alıyoruz. Hafta sonlarında ise alışageldiğimiz yerlerden denize giriyor, akşamları da birbirimizin evinde kahve içmeyi yeğliyoruz. Yetişkin yaşta olan çocuklarımız artık Ada’ya gelmiyor. Bizler ise temiz havada yaşamanın verdiği alışkanlık ve doğanın sundukları ile Ada’da yaşamayı sürdürüyoruz.

***

Geçtiğimiz Pazar günü Adalar Müzesi, Yüksek Mimar Hasan Kuruyazıcı küratörlüğünde, Çınar’daki mekanında “Adalar, Binalar, Mimarlar” başlıklı ilginç bir sergi açtı. Söz konusu sergide Adalarda son 150 yılın mimari zenginliği, mimar ve kalfalarla, onların önemli eserleri tanıtıldı.

Panolarda yer alan binaların çoğu bildiğimiz mekanlardı. Onları yaratan mimarları tanımak daha ilginçti. Ermeni, Rum, Müslüman mimarların yanı sıra bir tek Yahudi’nin Edmond Sarfati’nin yapıtları yer alıyordu. Tesadüf eseri, Müze’den Çiğdem Atay;  Sarfati hakkında nasıl bilgi edinebileceklerini sorduğunda, aile dostumuz olan Sarfati’nin büyük kızı Emi’nin e-posta adresini verdim. Gerisi kendiliğinden oluştu. 

Sergiye katılanların arasında ilginç simalar vardı. Hani o özlediğimiz, her biri kendi köşesinde yaşayan erkekli kadınlı küçük gruplar. Hoş bir ortam ve hoş bir sergiydi doğrusu.

Serginin sunuş bölümündeki bir cümle oldukça anlamlıydı, “İstanbul’da yok olmaya yüz tutmuş mimari çeşitlilik son 30-40 yılın hoyratlığına rağmen Adalar’da varlığını sürdürüyor. Hem de baskın bir şekilde.”