Peri masalı

Vladi BENBANASTE Köşe Yazısı
15 Haziran 2011 Çarşamba

Üzerinden zaman geçtikten sonra bir daha düşünüyorum da, çok güzeldi, rüya gibiydi… Her güzel şey gibi geldiii, geçti. Uzun yıllar sonra “hiç unutmayız” dediğimiz detayları ancak fotoğraflardan hatırlayacağımız bir anı olmak üzere yerini almaya başladı bile. Merak buyurmayınız efendim, S & E’nin Barselona’daki nikâhından bahsediyorum.

Hahambaşımız da merak buyurmasın, “hupa” altındaki düğün sonbaharda. Tüm davetlileri bekleriz… 

O sabah erkenden kalktık, dışarıda pırıl pırıl bir güneş, içimizde pır pır bir yürek. Dört günlük Barselona gezisi ‘Novya tur’ un fahri fotoğrafçıları olarak Lolita ile birlikte gelinin odasına daldık. Olur, olmaz her okazyonda gözleri dolan ‘gelinin annesi’ değişiklik olsun diye yine dolu dolu gözler ama güleç bir surat ile karşıladı bizi. “Mama mia” filminden bir sahne gibiydi; anne, bir taraftan elindeki maşa ile kızının saçlarını lüle-lüle yapmaya çalışıyor, bir taraftan da sürekli olarak gözünü siliyordu… Birkaç saat sonrasının gelini ise çok sakin, (Atyo! halen giyinmemiş kesin geç kalacak ) henüz pijamaları ile bir taraftan lüleleri, yeterince lüle olmayan saçlarına bakıyor, bir yandan da aynadan gördüğü annesine ağlamaması gerektiğini telkin ediyordu… Gelinin hazırlandığı odada önce 3 sonra 5 sonra 10 kişi olunca ‘baba’ bizleri; giyineceği gerekçesi ile kibarca kovulduk… Prensesimiz hazırlanmaya devam etti…  Eeeee gün onun günü…

Jilet babalar, yakışıklı gençler, saat 9 da, erkekler otelin dışındaki banklarda oturmuş, muhtemelen gecikecek gelini, kon kravatez, e kon jaketez ile sabır ve merakla bekliyorduk. ( Ben jilet kavramına pek uyamadım maalesef, nedense yine ayni şey; nikâhlarda giydiğim takım yine dolapta beklerken çekmiş) Sonunda beklenen an geldi; gelinimiz gözüktü asansörün kapısından. Bir alkış, bir şamata, nikâh yaklaşık 1 saatlik mesafede, eski bir şatoda. Otobüse doğru yürürken çok güzel bir görüntü oluşturduk… Yaklaşık 35 – 40 kişi herkes takım elbiseli, genç bayanlar altlarına bir şey giymeyi unutmuşlar intibası uyandıran etekleri ile saçlar yapılı, makyajlar süper…(Sulu gözler için özel imalat akmaz, yarı yolda bırakmaz makyaj !). Erkekler, babalar ( dedim ya jilet gibi ) o kadar hoş bir görüntü oluşturduk ki, o kadar neşeli ve doğaldık ki yol üzerindeki turistler, yerli ahali ”kortej” geçişimize, alkış ve tebriklerle eşlik ettiler,  kendimizi bir film setinde hissettik. Otobüs yolculuğundaki en ciddi faaliyetimiz gelinin ayakkabısının altına bekârların ismini yazmak oldu. Fala inanma, falsız da kalma… . Rivayete göre nikâh sırasında ayakkabının altından silinen isimler öncelikle evliliğe adaymış…

Sayılı kilometre çabuk geçer, geldik kaleye, ( hiçbir şeyi kaçırmayalım her şeyi görelim diye ) önce bizler indik otobüsten. Damada baktım ışıl ışıl gözleri ile hayat arkadaşına bakıyor. Tamam dedim içimden, damat efendi bu bakışları ile ‘sevgisini bakışları ile gösterme’ testini de başarı ile atlattı. Eeee gül gibi kız veriyoruz, araştıracağız, elbet, ikna olacağız illaki değil mi? Eee ne demişler; “ken kere la roza, no mira el espino…”  Gelinlerimiz kıymetlidir, ööööle herkeslere vermeyiz (aday adaylarına duyurulur.) 

Gelinimiz otobüsten inip de damat tarafından “ özenle” karşılanınca hoop hoop ağır ol delikanlı, demek geçti içimden... Sonra birbirine çok yakışan cifte bir daha baktım, yahu bu bizim küçük havuzda yüzme öğrettiğimiz bebek değil, her sene okulun birinci günü okula bıraktığım çocuk da değil, lise mezuniyet törenine “kep” atan kız da değil… Meğer bu büyümüş yaaa, hem de evleniyor; hem de bugün… (mendili hangi cebime koyduydum?)

Kısa bir yürüyüş ile gelin, damat, kardeşler, aile, misafirler bir sürü değişik kombinasyonlar ile foto çeke çeke şatonun iç kapısına vardık. Oradan da nikâhın yapılacağı avluya geldik. Avlunun bir tarafı  “Allahın evine” bir tarafı da bir bahçeye açılıyor. Artık son hazırlıklar, bizim gelin ( jö tö jür ki tarafsız !!!  Olarak söylüyorum ) güzel kız. Eee artık dönüşü olmayan yere geldiğimize göre, damadın da hakkını vererek “yakışıklı” diyebiliriz. Aynen burada olduğu gibi nikâh için bölgenin belediye başkanı bizzat geldi. İspanyolca uzun uzun konuşmalar yaptı, hepimiz pür dikkat dinlediysek de aramızdaki Ladino bilenler hariç pek bir şeyler anlamadık. Gelin de anlamamış olacak ki , “Buraya hiç kimsenin etkisi, tesiri ve baskısı altında kalmadan kendi rızanla mı geldin sorusuna” aman! Bana soru soruldu, herhalde «Bu zatı kocalığa kabul ediyor musun?”sorusunun zamanı geldi zannedip olanca sesi ve kocaman gülücüğü ile “Siiii” diye bağırarak, en romantik bakışı ile müstakbel kocasına bakıp elini tuttu… Bizler de bir şey anlamadığımızdan “ tam zamanı haydi şimdi “ şeklinde hepimiz alkışladık… Belediye başkanı yaptığımızı biraz anlamsız bulduysa da ritüel devam etti imzalar atıldı, ağlandı, öpüşüldü, ağlandı, sarılındı, ağlandı, fotolar çekildi, ağlandı gramama geldi ağlandı olmayanlar için ağlandı , “ mutluluk gözyaşları” imiş. Madem mutlu oluyorsun iyi o zaman bol bol; ağla gözlerinin rengi açılır. İyidir. “Açiliyar de korason... “

Nikahtan sonra avluda geleneksel olarak  “gelin buketi” yakalamaca oyunu düzenlendi… Önce kayınbiraderin kucağına düşen buket, şike var kanısı ile bir daha atılınca bu defa da “her nasıl ise “ gelinin kız kardeşinin kucağına düştü… Eh kısmet artık… Onlar ermiş muradına biz çıkalım kerevetine…

Biz hep öyleyiz, sizler de…

Sevgiyle kalın...