13 Haziran sabahı...

Seçim arifesinde, oy kullanmamıza birkaç gün kala ne diyebilir, farklı hangi konuda görüş ileri sürebilirim ki? 13 Haziran sabahı güne belki daha umutlu, belki de daha umutsuz başlayacağız, ancak yaşantımızı sürdürmeye devam edeceğiz.

Yakup BAROKAS Köşe Yazısı
8 Haziran 2011 Çarşamba

13 Haziran sabahı kimimiz bardağın boş tarafına, kimimiz ise dolu tarafına bakarak inançları ve dünya görüşleri doğrultusunda ya sevinecek, ya üzülecek...

Oysa önemli olan 13 Haziran günü ve sonrasındaki kısa dönem değil, Türkiye’nin gelecek 20 yılda hangi hedeflere kilitleneceği, gelişmiş ülkeler arasında mı yoksa gelişmekte olan ülkeler arasında mı yer alacağıdır?

Geçmiş yönetimleri, hatta 60-70 yıl önce iktidarda olan siyasetçileri suçlayabilir veya günümüz iktidarına da eleştirilerde bulunabiliriz. Ancak çağımızın teknoloji değil, bilgi çağı olduğunu kavrayamazsak, bunun bilincinde hareket etmezsek değil ülkeyi, işyerimizi, hatta ailemizi bile yönetmemiz mümkün olamayacaktır.

19. yüzyılda sanayi devrimini değerlendiremeyen, yakın geçmişte teknoloji çağını ıskalayan Türkiye’nin bilgi toplumu olma yönünde ilerleyeceğini ummak istiyorum.

Birini suçlarken işaret parmağımızla karşımızdakini gösteririz, ancak diğer üç parmak içe dönük ve kendimize yöneliktir. Karşımızdakini her zaman sorumlu tutma alışkanlığını bir kenara bırakıp çuvaldızı hep başkasına batırırken iğneyi kendimize batırmayı öğrenmemiz gerekiyor artık. 

Türkiye % 8’lik kalkınma hızını yirmi yıl boyunca sürdüremez de % 4-5’lik oranlara geri dönerse az gelişmişlikten kurtulamayacaktır. Ekonomik veriler sergilemek istemiyorum ancak hep eleştirilen bir konu; ‘cari açık’.

Dünya Gazetesi Yazarı Dr. Rüştü Bozkurt’un bir sunumunu izledim, kendileri pek çok sanayiciye şu soruyu yöneltmişler: “Fabrikanızdaki makinelerin yüzde kaçı gereksiz yere ithal edildi ve kullanılmamakta?” Yanıt; “Yüzde otuz.” İşte cari açık, büyük ölçüde plansız, programsız gerçekleştirilen sanayileşmenin ve ithalatın bir sonucu olarak karşımıza çıkmaktadır.  Bunun sorumluluğunu salt hükümetlere yüklemek mümkün olmasa gerek.

Rüştü Bozkurt bir makalesinde, İsrail Devlet Başkanı Şimon Peres’in İngiltere’de Chatam House’da yaptığı bir konuşmasından şu alıntıyı yapıyor: “…insanları asıl zenginleştirenin toprak olmadığını düşünüyorum. Tam tersi; insanlar, toprağı zenginleştiriyorlar. İsrailli çiftçilerin randımanı 10 kat daha fazla; bu da demek oluyor ki topraklarımızı 10 kat genişletmişiz.” (Dünya Gazetesi,28.05.2011)

Bilgi toplumunun kriterlerinin ne olduğuna da değinmeyeceğim. Ancak petrol gibi doğal bir zenginliğe sahip olmayan ülkemizde önceliğin bilgi ve insan kaynaklarına verilmesi bir zorunluluk olarak ortaya çıkmaktadır. Bilgili insanın değeri petrolden kat ve kat üstündür.

* * *

En büyük zenginlik ise kişinin kendi iç dünyasına yaptığı yolculuk değil midir? Bir gün dinle pek fazla ilişkisi olmayan bir kişi bir din bilgininin karşısına çıkmak ve onun hayır duasını (braha) almak ister. Adam oldukça telaşlı ve gergindir. Öğrencileri kendisini din bilgini ravın (hahamın)  huzuruna çıkarırlar.

 Rav adama sorar; “peki kimin için bir hayır duasına ihtiyacın var? Adam; “köpeğim için” yanıtını verir. Ayrıca dişi köpeğinin sağlığına kavuşması için ravın ‘tikun’* (onarma) yapmasını da ister. Tüm öğrenciler yüzlerini asarlar, ifadeleri anlamsızlaşır. Ancak rav adamla konuşmasını sürdürür; köpeğin nesi olduğunu, neler hissettiğini, veterinerinin ne dediğini sorar ve sohbet dakikalar boyu sürer.

Sonunda rav adamdan köpeğin annesinin adını öğrenmek ister. Adam bilemez ve o anda bir köpeğe ‘braha’ söylenemeyeceğini, ‘tikun’ yapılamayacağını idrak eder.

Adam biraz da mahcup odadan ayrıldıktan sonra öğrencileri din bilginine; “zamanınıza yazık değil mi, bir köpeğin kutsanması olacak iş mi?” diye sorarlar.

Rav; “bu kişiye baştan olumsuz yanıt vererek hayal kırıklığına uğramasını istemedim. İsteğinin dini açıdan mümkün olamayacağını kendisinin anlamasını yeğledim” yanıtını verir.

İbranice bir söz vardır; ‘Haklı olma, dürüst ol!’ anlamına gelen ‘Al tihiye sodek, tihiye stadik’. Bazen en ufak söz ve tavırlardan alınan, kendilerini aşağılanmış hisseden insanlar olabilir. Aklıselim ile davranmak, başkalarının onurunu incitmemek son derece önemlidir. Bu da kişinin iç dünyasının zenginliği ile kazanılan bir özelliktir.

Şavuot Bayramını kutlar mutlu ve bereketli bir yaz geçirmenizi dilerim.

     * Tikun sözcüğü genelde ‘tikun olam’ (dünyayı onarmak) anlamında kullanılır ve insanoğlunun dünyayı iyileştirme ve değiştirme zorunluluğunu ifade eder. Aktarılan olayda ise bu kelime dinsel içeriğinin dışında köpeğin iyileştirilmesi istemini içermektedir.