Hayatın renkleri…

 

Joelle PİNTO Köşe Yazısı
1 Haziran 2011 Çarşamba

Web design ledger adlı web sitesi’nde hiç aklıma gelmeyen bir konu hakkında yazılan bir makale okudum geçenlerde; Henry Jones yazdığı bu yazıda, hayatımızda yer alan renklerin değerini bilmediğimizi savunuyor.  “Renklerin değerini bilmemek mi?” diyorum içimden, “İnsan renklerin değerini bilmez mi?”

***

Jones yazısına böyle başlıyor; “Renkleri görmeye o kadar alışığız ki, onlar değerini bilmediğimiz bir şey haline geldi.  Renklerin önemini çoğunun duygularımızla ve değişik hareketlerimizle ilişkili olduğu gerçeği ile yargılayabiliriz. Beyaz barışı simgeler, kırmızı hem aşkı (sevgiyi) hem kızgınlığı, sarı arkadaşlığı simgeler. Yeşil kıskançlığı” diyerek devam ediyor…

Bunlar bana biraz klişe geliyor başta.  Kırmızının aşkın rengi olduğu evrensel bir kavram artık, kızgınlık hislerini ortaya çıkardığı da muhakkak; boğa güreşleri, yatak odası dekore edilirken uykuyu kaçırmasın diye kırmızıdan kaçınılması gibi.  Sarı gülün de arkadaşlık anlamına geldiği kabullenilmiş bir görüş.  “Adam konuya ilginç başladı ama nedir bu klişe laflar?” diyordum ki… “Hayatımızdan renkler alınsaydı ne olurdu” düşüncesini fotoğraflarla ispatlayana kadar.  Rüya gibi bir manzara resminin bakır rengi toprağını, yeşilliklerini, masmavi gökyüzünü kendi renkleriyle görmek yerine bir ortaokul formasının eteğinde bulunan grinin çirkin tonlarında görene kadar.   Aynı gökyüzüne bakarken mavinin verdiği huzur yerine grinin üzerimize çöktürdüğü sıkıntıyı hissedene kadar…

***

Üniversitede Profesör İglesias adlı bir profesörümüz ilk dersine girdiğinde “Bugün aranızdan kaç kişi gökyüzüne baktı?” demişti.  Hiç kimse bakmamıştı, ama sanırım koca profesör ne saçmalıyor diye herkes birbirine bakmıştı.  “Her gün gökyüzüne bakın” demişti profesör, yaşadığınız dünyaya şükredin anlamında.  18 yaşından bu yana kaç kişi tavsiyesine uymuştur bilmiyorum ancak ben her sabah gökyüzüne bakmayı unuttum. 

Tatil belki de o yüzden huzur verir insana; denize değeriz, havayı koklarız, kumlara dokunuruz ve bakarız… Görmeye başlarız, bir nevi şükrederiz doğaya.  Bugün mezunu olduğum Brandeis University’nin Türkiye’de bulunan mezunları ve master programları çerçevesinde Türkiye’deki değişik sektörleri incelemek için bir haftalığına İstanbul’da bulunan yüksek lisans öğrencileri için düzenlediği Boğaz gezisine katıldım.  Çocukluğumdan beri Türkiye’de olan ama artık görmediğim hayatın renklerini nasıl gördüklerine şahit oldum; Boğaz’daki yalıların güzelliğinden, masadaki Türk tatlılarına kadar…  Benim de üniversite yıllarında New England’da gördüğüm sarıyla kırmızının her tonuna bürünen ağaçları,  okulun bazı bahçelerindeki sincapları, marketteki rengârenk dondurmaları, kırmızı tuğlalı evlerin çatısındaki beyaz karı onlar görebiliyorlar mıdır şu anda?

Hayatın renklerinin kıymetini bilmiyoruz gerçekten; bir makale ve eski okul anıları gerekebiliyor renkleri tekrar görebilmemiz için.

 … ve gökyüzüne tekrar her sabah bakmamız için.