Einstein, monogami ve monotonluk

Eşiniz sizi sabahları keman çalarak uyandırırsa ne düşünürdünüz onun hakkında?

Geçtiğimiz hafta NASA tarafından bir kez daha tarihe geçtiği kanıtlanan Albert Einstein dünyayı değiştiren müthiş teoriler geliştirirken hangi hayat kuralına yenik düşmüştü?

İvo MOLİNAS Köşe Yazısı
18 Mayıs 2011 Çarşamba

Güneşli bir sabah, yatak odanızda uyurken, perdeleri açıp, sizin en çok sevdiğiniz bir şarkıyı, örneğin Bach’ın herhangi bir konçertosunu kemanıyla çalan bir eşiniz olsa ne hissedersiniz?

Adamın size sırılsıklam âşık olduğunu mu düşünürsünüz? Aşkın tüketilmemiş evresinde olduğunu mu yoksa? Veya adamın size her daim aşık olacağını mı düşlersiniz?

Siz düşünmeye devam edin. Ben size bu sahneyi bizzat yaşayan bir çiftten bahsedeyim.

Kemanın sesiyle uyanan kadın Mileva Maviç, eşi de Albert Einstein...

Eşine bu denli âşık olan bir insandı Einstein. Ailesinin karşı çıkmasına rağmen büyük tutkuyla aşık olduğu Mileva ile evlenmiş, hem güneşli sabahlarda onu kemanıyla uyandırmış, hem en zor fizik problemlerini onunla beraber çözmüş, hem de ondan iki çocuk sahibi olmuştu. Ama heyhat! Her şey tüketiliyordu post modern zamanda. Aşk bile! Dünyayı ve bilimi ters yüz eden ünlü teorileri insanlığa kazandıran bu bilim adamı hayatın en büyük, en temel kuralına kurban gidecekti. “Alışkanlıklar, monotonluk aşkı bile tüketir” kuralına yenik düşecekti. Kendisini ‘dünyanın gizemi’ni bulmaya adarken hem Mileva’dan boşanacak, hem savaş karşıtı eylemlerde bulunacak, hem de yeni ve çabuk tüketilecek aşklara dalacaktı.

Bir gün kimilerine göre “acı gerçeği” şöyle itiraf edecekti: “Bütün evlilikler tehlikelidir. Evlilik; tesadüf eseri oluşan bir birlikteliği uzatmaya çalışan başarısız bir girişimden başka bir şey değildir” diyecekti!...

Ayak baş parmağı sürekli olarak çoraplarını deldiği için hayat boyu çorapsız dolaşan, bir gün teknesinden denize düşerken dahi piposunu tüttürmeye devam eden, evinde sürekli depresyonda olan bir kediye sahip olan Einstein kendine özgü, ayrıksı yaşamında hiçbir zaman eşlerine ve sevgililerine sadık kalamamış olmasını hep bilime, bilinmeyene, uzaya ve atoma olan bitmez tükenmez aşkıyla açıklamaya çalışmıştı. Monogami - tek eşlilik - monotonluk ile özleştirdiğinde kendisini çocuklarından bile uzaklaştırmış, “küreler arasındaki o ilahi sesi” aramaya koyulmuştu...

Gelin görün ki, bu kendine özgü dahi adam, geçen hafta bir kez daha tarihe geçecekti.

1930’larda ortaya attığı “genel görecelik” kuramının doğruluğu bir kez daha kanıtlanacaktı bu kez NASA tarafından.

Albert Einstein, aşklarını çabuk tüketirken, o güne kadar hiç bir bilim adamının aklına getirmediği bir teoriyi geliştirmişti. Güneş ve gezegenlerin kendi ağırlıklarının uzayda bir bükülme yarattığını ve bunun, gezegenleri Güneşin yarattığı bu oyuğun içinde sonsuza değin aynı yörüngede döndürdüğünü iddia etmişti. Diğer bir deyişle, Güneş, uzayı veya uzay zamanı, Dünya’nın etrafında dönebileceği şekilde büküyordu.

Einstein daha da ileri gitmiş, bir elmanın ağaçtan yere düşmesine işte bu uzay bükülmesinin neden olduğunu ileri sürmüştü.

Bugün Einstein’ın haklı olduğu bir kere daha kanıtlanmış. Genel göreceliğin kuantum teorisiyle birlikte dünyayı, bilimi, hatta uzay algımızı tamamen değiştirecek yeniliklere yelken açtıran bir kavram olması, Einstein’ı neredeyse dünyanın en önemli insanı tahtına oturtuyor.

İnsanlık, çorapsız, pipolu ve sürekli sevgili değiştiren Einstein’a çok şey borçlu.

Sonsuza değin aşık olduğu tek gerçek olan evrenine 76 yaşında veda ettiğinde son nefesini verirken hastanedeki hemşireye anlamsız birtakım Almanca sözler mırıldanır. Öğrencilerine hep söylediği gibi, “Hayat her zaman bir şey olmaktır, asla mevcut olmak değildir” dediğini tahmin etmek zor olmasa gerek...

Hepimiz yitip gideceğiz bir gün.

Lâkin yüzlerce yıl sonra bile bazılarımız, “bir şey” olmaya devam edecek, sonsuza değin...

Twitter.com/ basyazar