Varlık Vergisi aklanıyor mu?..

Tarihin özgürce sorgulandığı, geçmiş ile yüzleşmeye çalışıldığı daha liberal, daha akılcı, daha demokratik bir süreç yaşıyoruz. Varlık Vergisi’nin İstanbul’un çok kültürlü dokusunu ortadan kaldırmaya yönelik ayırımcı bir vergi olduğu görüşü pek çok araştırmacı tarafından paylaşılırken Cahit Kayra’nın yayımlanan yeni bir kitabı ile konunun yeniden gündeme taşınmasına çalışıldı.

Yakup BAROKAS Köşe Yazısı
16 Mart 2011 Çarşamba

Rahmetli Milli Basketçi Albert Barokas ile – bu arada Cina Alkaş’ın babası olduğunu belirteyim- aramızdaki oldukça önemli yaş farkına rağmen kardeş çocuğu oluruz. Tarafıma armağan edilen “Jüdisches Istanbul” adlı kitapta Beyoğlu Spor Kulübü’nde oynarken 13 numaralı forması ile çekilmiş resmini görünce, yıllarca önce Varlık Vergisi ile ilgili bana anlattığı bir anısı aklıma geldi.

Albert Barokas çok genç yaşta iken ‘zahire’ işiyle iştigal eden rahmetli babam ve amcamın yanında çalışırdı. İş havaleli, her gün birkaç kamyon yağ, peynir vs. gelir, depolara indirilir, sevkiyatlar, korkunç bir trafik…

Bu yoğun tempo karşısında onların çok zengin olduklarını sanan Albert Barokas, 50 bin lira vergi salındığını öğrendiğinde; ‘baya ucuz kurtardılar’ diye düşünmüş, sonrasında da bu vergiyi ödeyemediklerini ve tüm mallarına haciz geldiğini duyunca şaşa kalmıştı.

Eşimin anne tarafından büyükbabası Yermiya Varon da Aşkale kurbanlarındandı, kurt ve çakal seslerinin duyulduğu kampta kışın nasır tutmuş elleriyle karları küreledi, yazın yol yapımında çalıştı.  Evindeki tüm eşyalarına el konmuş, dört küçücük çocuklu aile bomboş odalarda sadece somyalı yatakları ile bırakılmışlardı.

İshak Alaton bir söyleşide şöyle anlatır: “Babam inançlı bir insandı. Aşkale’den döndüğünde bütün inançlarını yitirmişti. Öyle de öldü. Ve gelen hacizle eşyalarımız elimizden gitti. Yalnızca kardeşim telefonun üzerine bir çarşaf attı da haciz memurları telefonu görmedi.” (Rıdvan Akar, Aşkale Yolcuları, say.243)

Ne yazık ki, o günleri yaşayanlar ‘sükûtu’ yeğlediler, çocuklarına bile yıllarca hiçbir şey anlatmadılar. Geçmişe sünger çekmek, geleceğe umutla bakmak istediler. Ne de olsa Balat’da fırınların hazırlandığı gibi korkutucu söylentiler gerilerde kalmış, tüm Avrupa’da yaşanan soykırımdan kıl payı kurtulmuşlar ve ‘El sodro’ diye adlandırdıkları Milli Şef dönemi de sona ermişti.

1990’lı yıllara kadar Varlık Vergisi tabu olarak kaldı. İspanyol Yahudilerinin Osmanlı İmparatorluğu’na buyur edilmelerinin ve kendilerine yeni bir vatan yaratmalarının 500. yılı kutlamaları vesilesiyle geliştirilen söylemde hep ‘hoşgörü’nün altı çizildi, sonradan oluşturulan Yahudi Müzesi’nde Varlık Vergisi’ne ilişkin en ufak bir açıklamaya, bir bilgiye yer verilmedi. Eleştiriler karşısında, ‘her ailede kimi zaman ufak tefek nahoş olaylar olur’ türünden geçiştirmelere gidildi.

Moshe Sevilla-Sharon’un “Türkiye Yahudileri” (1982) adlı kitabından sonra konuya  Türkiye Yahudi Toplumları” (1986) başlığı altında kitaplaştırdığım dar kapsamlı bir araştırmada değinmiş ve özellikle İktisat Profesörü Dr.Kenan Bulutoğlu’nun ‘bahtsız bir uygulama’ olarak nitelendirdiği Varlık Vergisi’ne ilişkin görüşünü aktarmıştım. Bulutoğlu’na göre, söz konusu vergi, tüm yükümlülerin servetleri göz önünde bulundurularak ve belli bir oran üzerinden değil, gelişi güzel ve ödenemeyecek kadar yüksek bir şekilde gayrimüslim vatandaşlardan alınmıştı.

Arkasından Rıdvan Akar’ın 1992 yılında “Varlık Vergisi, Tek Parti Rejiminde Azınlık Karşıtı Politika Örneği”, ve genişletilmiş ikinci baskısı niteliğindeki  Aşkale Yolcuları, Varlık Vergisi ve Çalışma Kampları” (1999), Rıfat N.Bali’nin aynı yıl yayımlanan “Bir Türkleştirme Serüveni”, Ayhan Aktar’ın “Varlık Vergisi ve Türkleştirme Politikaları” (2000) adlı yapıtları geldi.

Tabi ki Maliye teşkilatının başında yer alan ve verginin uygulayıcısı Defterdar Faik Ökte’nin ‘kol kırılır, ama yen içinde kalır’ edasını aşarak, Türkiye’de pek örneklerine rastlanmayan ‘bir günah çıkarma’ kaygısı içinde, konuyu en ince ayrıntılarına kadar aktardığı 1951 tarihli “Varlık Vergisi Faciası” bu kapsamda ayrı bir önem taşır. Kitap yayımlandığında kıyamet kopmuş ve Faik Ökte dönemin bazı yazarları tarafından ‘Türklüğe ihanet etmekle’ suçlanmıştı.

Tarihin özgürce sorgulandığı, geçmiş ile yüzleşmeye çalışıldığı daha liberal, daha akılcı, daha demokratik bir süreç yaşıyoruz.

Tüm araştırmacılar Varlık Vergisi’nin azınlıkların silinmesine, özellikle İstanbul’un çok kültürlü dokusunun ortadan kaldırılmasına neden olan ırkçı ve ayırımcı bir vergi olduğu görüşünde birleşirken o dönemde Maliye Müfettişi olan Cahit Kayra, “Savaş, Türkiye, Varlık Vergisi” isimli kitabında verginin sadece gayrimüslimleri etkilemediği, savaş yıllarının bir zorunluluğu olduğu gibi savlarla söz konusu uygulamayı aklamaya çalışmaktadır. Kitabın yayımlanması üzerine Prof.Dr. İlber Ortaylı, Murat Bardakçı, Hasan Pulur’un gerek televizyon programlarında, gerekse  makalelerinde konuyu yeniden gündeme taşıma gayreti içinde olduklarını gözlemledik.

Rıfat N.Bali, ‘Şalom-Dergi’nin nisan sayında yayımlanacak söyleşimizde konuya ilişkin yönelttiğim soruya çarpıcı bir yanıt verdi. Bu sebeple Varlık Vergisi’nin farklı bir bakış açısıyla yeniden tartışmaya açılma amacının ayrıntılarına girmek istemiyorum. Ancak şu veya bu nedenlerle tarihin çarpıtılması, belleğimizde yer alan gerçeklerin bulandırılarak silinmeye çalışılması hoş görülemez.

O günleri yaşayanların veya ailelerinin acılarına tanıklık edenlerin sayıları giderek azalmaktadır. Bu bilgilerin kayıt altına alınmalarının da ayrıca önem taşıdığına inanıyorum.