Zor zanaat

Vladi BENBANASTE Köşe Yazısı
9 Mart 2011 Çarşamba

Çok zor zanaat…  Kendimi bildim bileli karşılıklı ilişki içinde olmam bu gerçeği değiştirmedi. Birkaç kez kullanım kılavuzunu okumayı denedim, daha giriş bölümünde anlayamadan sıkılıp bıraktım. Onlara uyum sağlamak için; yeni, değişik, farklı, onların istedikleri, şekilde davrandım; yine işin içinden çıkamadım. Sonunda vazgeçtim onları anlamaktan... Dedim ki kendi kendime, onlar böyle gizemli… Böyle güzel, en azından ben böyle daha rahatım…

Günler öncesinden haberimiz olan bir davete gitmek üzere yatak odamıza konuşlanmış, hazırlanıyoruz. Benim işim basit. Düşünmüş, kafamda giyinmişim bile. Gar-dolabımda 46 bedenden 56 bedene kadar var olan, modası geçmiş - geçmemiş, takım elbiselerden birini seçeceğim, L – XL – XXL gömleklerden hangisinin yakası beni boğmadan ilikleniyor ise onu giyeceğim. Bir de o gün için almış olduğum, bilmem kaçıncı kravatımı bir defada, hadi bilemedin ikincide istediğim gibi bağlamayı başarırsam işim tamam. Kazara geç kalmamak için tıraşımı olmuşum… ‘Bırak dağınık kalsın modeli yapsam da mı gitsem, yoksa kuş yuvası gibi topuz mu yapsam da gitsem’ derdim yok… Makyaj?  Henüz yapmaya başlamadım. ‘Fıs, fısss’ sevdiğim kokuyu sıkıp hele birde kravatıma uygun bir mendil buldum mu, Klark Geybıl mübarek…

Giyinme telaşının başındayız… Dünyalar tatlısı eşim sorar: “Nasılım. Beğendin mi?” Dikkatlice bakarım, hemen cevap vermem yoksa iyice bakıp da incelemediğim, üstünkörü cevap verdiğim kanısına kapılabilir. Gözlerimi kısıp inceliyorum, yüzümde de ciddi bir ifade, önce “Dön bi bakiim” diyorum…  Sonra da  “Çok beğendim, çok güzel olmuşsun tatlı kalbim (my swit hart )” deyip 4. defa, istediğim gibi olmayan kravatıma bakmaya devam ediyorum… Eşim ise kendisine boy aynasında bir daha dikkatlice bakar, bir daha bakaaar ve “İyi! Değişeyim o zaman! Sırtımdaki fermuarı açar mısın?” derken, “Peki o zaman, ne giyeyim?” diye sorar…  Yahu arkadaş! Ben sana az önce üstündekiler çok güzel durdu demedim mi diye serzenişte bulunmayı düşünsem de, demem…  Kısaca; ne istersen, neyi beğeneceksen onu giy derim. “Yaaa bir şey söyle. Bak senin yüzünden geç kalacağız” diye cevaplar… Tüm zihnimi toplayarak, full konsantre düşünerek , “Hani  Mogadişu’dan aldığımız  güzel parlament mavisi gece elbisesi var ya, hani Mordehay’ın düğününe de giymiştin, işte onu giy…” derim ve bildiğim sonucu beklemeye başlarım… Tas-tabii ki önerdiğim ile alakası olmayan başka bir elbiseyi  bana göstererek “Bunu giyiiiim mi?” Bu sırada TV’de “Şhııt şhıııt sakin ol, sinirlerine hakim ol” şarkısı duyuluyor,  çok sevinmiş ve beğenmiş bir eda ile “Aaa… ne şahane fikir!!! Tabii bak yaaa!!!  Nasssı da aklıma gelmedi? … Bununla müthiş olacaksın, tamam bunu giy.”   Daraldım… Su içmek için çıktığım odama geri geldiğimde, bambaşka bir elbise ile “Nasılım?” diyerek bana bakıyor ‘de ja vü’ dedikleri bu olsa gerek… Filmi başa sardık…  Bu sırada yatağın üstü de giyilmeyen elbiselerin oluşturduğu yığın köpeğimiz t-mon’a yatak oluyor. Ters ters bakıyorum hayvana, o da hırlıyor.  “İşte bu” diyorum. “Bu; en iyisi olmuş işte, giy bunu da hadi gidelim artık…”  “Bakmadın ki bile” diyor… Tam ki “Nasıl bakmadım yaaa” derken iyice bir bakıp imtihana hazır hale geleceğim ki… Aniden odadan çıkıyor, koridordan “Ne giyiyorum” diye bir daha sorar… Doğrusu bu ya… Ne zaman ne yapacaklarını çok iyi biliyorlar… Son çare; bir tahmin: “Hani benim o çok sevdiğim siyah olanı var ya, onu giydin…” diyorum. Sessizlik… Yırttık galiba… Odaya geri gelir… Bana sıcaklar basmıştır, klimayı açarım… Maalesef üzerindeki elbise siyah değildir. Hele hele benim o çok sevdiğim o elbise hiç değildir… Sınıfta kaldık… En iyi savunma hücumdur… “Sevgilim sence biraz gecikmiyor muyuz?” diyorum en sevecen ve sakin ses tonumla. Kafası dolabın içinde boğuk bir sesle bana; “Dur bak bir de şunu giyeyim” der… Giyer… “Nasılım?” Bu defa cevabım farklı olsun. Şaşırtmaca cevap veririm… “Hımmm… Bu olmadı galiba yaaa… Biraz şey galiba… Nasıl desem bilmem ki şeyi şey olmuş biraz galiba…”  dememle birlikte, “Ne yani kilo aldığımı mı ima etmek istiyorsun?” cevabını alırım… Hazırlıksız yakalandım… Ne desem ki acaba… Oysaki “Dar geliyor, seni sıktı biraz galiba”  filan demedim ki ama… Bir şekilde zihnimi okumuş olsa gerek… Dedim ya zor zanaat bu… Üstelik okudum, kullanım kılavuzunda bu durumlar için, “Üretici firma ile görüşünüz” yazıyor… Ne yani!!!  Kayınvalideyi mi arayalım şimdi? Bu gibi durumlara karşı her an tetikte her an hazır ve nazır olacaksın… “ Yooook ben öyle demek istemedim, hani! Sanki? Rengi biraz şey etmiş,  dur bakiiim lekesi mi var”  diyerek onun göremeyeceği, ulaşamayacağı bir yere doğru dikiyorum gözlerimi… “Bu konuyu sonra konuşacağız… Hadi gidelim zaten geç kaldık” diyor…  Dur bir dakika ayakkabımı paltomu giyeyim diyorum. “Hep böyle olur zaten, beni kapı önünde bekletirsin” diyor… Hazırım karıcım diyorum asansörde ayakkabımı giyerken, o son rö-tuş ları yapıyor, soruyor;  “Nasılım?”…

Şimdi bu yazı yayınlandığında ‘harika eşim’ yanıma gelerek , “aşkolsun beni herkese rezil ettin ben böyle miyim” diyecek…  Ben peşinen söyleyeyim… Her zamanki / yazımdaki gibi bana kolay geldiği için eşimi dekor olarak kullanıyorum, buradaki karakterler ‘içimizden birileri’… 

Sevgiyle kalın.