Kravatı terk ettim

Köşe Yazısı
2 Mart 2011 Çarşamba

Ralf Arditti


Baksanıza Tunus, Mısır, Libya… 30-40 yıldır görmeye ve kanıksamaya alıştığımız siyasi manzaralar altüst oluyor, ezberler bozuluyor. Yeniliklere hazır olmalıyız. Değişim gelip bizi vurmadan, bizler önlemini almalıyız.

Fakat neyin temelden doğanın gerçeklerini yansıttığını, neyin de üzerindeki boya olduğunu ve yakında dökülebileceğini nasıl anlarız?

Ben de kendi yaşamımdaki alışkanlıklardan başlamaya karar verdim. 50 yıldır giydiklerimin, yaptıklarımın, konuştuklarımın okuduklarımın hangileri artık değişen koşullara uymuyorsa, beni temelden yansıtmıyorsa onları gözden geçirmeye ve değiştirmeye karar verdim. Kalabalıkların gelip de ‘’artık yeter!’’ demelerini beklemeksizin.

İlk olarak kravat koleksiyonumu gözden geçirdim. Yıllardır Lanvin, Givenchy, Pierre Cardin, hatta Leonardo gibi markaları ve onların rengârenk boyunbağı tasarımlarını hayranlıkla izler ve her sene 10 – 15 kadar kravat edinerek en son modaya uymaya çalışırdım.

33 yıl evvel evlendiğimde (ilk ve halen son!) inceleri modaydı. Ben de bir hayli zayıfmışım, bayağı uyum sağlıyordum. Sonra kravatlar giderek genişlemeye başladılar, bünyem de onları takiben enine ilerleme kaydetti.

15 - 20 yıl kadar önce çiçekliler moda olmaya başladılar. Tam da benim paralar kazanıp dünyayı toz pembe görmeye başladığım ve artık ‘hep zenginim’ düşüncelerine kapıldığım döneme rast geldi. Kaderin garip bir cilvesi olarak kravat tasarımlarıyla yaşam tarzım arasında bağlantılar sezmeye başladım. Hâlbuki modaya yön verenlerle hiç arkadaşlığım yoktu ve hayatımdan etkilenmiş olamazlardı.

Sonra ‘club’ (kalın, yataya 30 derece açıyla bakan) tasarımlar belirdi. Hemen tüm canlı renklerden yarım düzine edindim, gündüz ayrı, gece ayrı kuşandım. Tabii çizgili boyunbağları ile gene çizgili takım elbiseler birlikte gitmedikleri için, takımları değiştirmeye karar verdim ve desensiz kumaşlardan birkaç kostüm yaptırdım.

Modaya ve görünümlere uyuyordum. Cemiyet içerisinde ‘iyi giyinir’ unvanını kazanmıştım. Hatta çoraplarım bile aynen kravatımın desenini yansıtıyordu (babamdan kalan bir ‘alışkanlık’ daha).   

Fakat gerçek doğallığa uyum sağlıyor muydum?

Kravat neye yarardı? Gömleğin üzerinde ’renk’ sağlamaya. Takım elbise veya ceketlerle ‘birlik’ oluşturmaya. Veya en basitinden düğmeleri gizlemeye.

Fakat dezavantajları da vardı. Sık sık lekelenir ve kuru temizlemecinin yolunu tutardı. Spor ceketlerle her zaman uyum sağlayamazdı. Her takışta uzunluğu tam gelmediği için birkaç kez çözüp yeniden bağlamak gerekir ve zaman kaybettirirdi. Zaten düğümünü atmayı öğrenmem yıllarımı almış ancak dizimin orada deneyerek ustalaşmıştım.

Sonuçta bıkmaya başladım kravatlarımdan. 20-30 iken yıllar içerisinde birike birike yüze yaklaşmış ve dolaplarımda koyacak düzgün yer bırakmamıştı. Fakat atmaya da bir türlü kıyamıyordum. 

Derken kızım Livia harika bir çözüm buldu. Eski kravatlarımı topladı ve birbirlerine dikerek capcanlı bir etek yaptı. Hatta o kadar vardı ki, bir değil birkaç elbise çıktı yıllarımın birikimi boyunbağlarımdan. Ben de bu kadar para döktüğüm ipek kumaş parçalarının işe yaramasından dolayı inanılmaz bir sevince kapıldım.

Ve kravatı terk ettim. Madem Givenchy’ler, Lanvin’ler, Gucci’ler eninde sonunda etek yapımına gidecek, yenilerini almanın nedeni olabilir miydi? Soğuk havalarda ısıtma işi görmeyen, sıcaklarda da boşuna boynu sıkan bir boyunbağını takmaya gerek var mıydı?

Birdenbire temel doğallıkla yüz yüze geldim. Kravatı toplumdaki bir alışkanlığın, yüzyıllardır süren bir âdetin devamı olarak kabul etmiş milyonlarca kişiden biriydim. Nasıl olduğuma, ne bildiğime bakılmaksızın, başkaları tarafından ‘düzgün ve şık’ görünmek uğruna muayyen bir alışkanlığı yıllardır devam ettiriyordum. Topluma uyum sağlamıştım fakat acaba doğaya uyum sağlamış mıydım?

Mübarek veya Bin Ali misali toplumun veya doğanın temel gerçekleri beni vurmadan tedbir almalıydım. İlk iş olarak kravatlara eğilmiştim.

İkinci, günlük gazetelerdeydi sıra. Acaba onlar da toplumun ve doğanın yansımalarına cevap veriyorlar mıydı?

Bir düşüneyim!