Abla bana bir yemek alsana

Tilda LEVİ Köşe Yazısı
20 Ekim 2010 Çarşamba

Fazıl Say ve Japon kemancı Ikuko Kawai’nin konseri bu kış izlediğim ilk dinletiydi. Gerçekten de sezonu olağanüstü güzel bir etkinlikle açtım. CRR’nin salonu bana huzur veren bir mekan. İçerisi tıklım tıklımdı. Yerinize geçene kadar uzun zamandır görmediğiniz tanıdıklarla selamlaşmak hoş bir duygu. Gerçi rastladıklarımız tesadüfen karşılaştığımız insanlar değil. Müzik camiasında nereye gitseniz, görebileceğiniz bir kitledir.

Öylesine kalabalıktı ki, sahneye izleyicilerin oturması için yarım daire şeklinde iskemleler yerleştirilmişti. Konserin ilk bölümünde Fazıl Say piyanoda Mussorgsky’nin ‘Pictures at an Exhibition’ını büyük bir ustalıkla çaldı. Konser broşüründe Fransız gazetesi Le Figaro şöyle tanımlamış sanatçıyı; “o sadece dahi bir piyanist değil; şüphesiz kendisi 21. Yüzyılın en büyük sanatçılarından biri olacak.”

Öte yandan Kawai’nin kemanıyla katıldığı ikinci bölüm tek kelimeyle büyüleyici idi. Narin yapılı sanatçı uzun beyaz elbisesiyle çaldıkça devleşti. Bu kadar mı etkili olabilir kemanla piyanonun ezgileri?

Muhteşem bir gece geçirdik. Cemal Reşit Rey’in kış programında ilginç gelişmeler yaşanıyor. İsterseniz bir göz atın.

***

Cep telefonuma gelen bir mesajla, rahmetli Yazı İşleri Müdürümüz Salamon Bicirano’nun eşi Pola Bicirano’nun vefat ettiğini öğrendim. Son görevimi yapmak üzere mezarlığa gittim. Sevgili İzel Rozental’in bu haftaki köşesinde yazdığı üzere, avluda dostlarla daha sık karşılaşır olduk. Gerçek şu ki, ne kadar üzülsek nafile. Bir dönem kapanıyor. Yeter ki, sıra şaşmasın. Karmaşık duygular içindeyim. Neden oradayım?  Uzun yıllar arkadaşım olan olan kızı Lizet Bicerano için; uzun yıllar arkadaşı olan rahmetli halam Sara Kohen’in anısı için; biraz da rahmetli Bici için. Etrafıma bakınıyorum. Pola’nın yaşıtlarından 2-3 kişi var. Onlara, ‘kendinize çok iyi bakın’ diyesim geliyor. Bir kenarda sigara içen bir grubun arasına karışıyorum. Yaşlıca bir bayan yanıma yaklaşıyor, ‘Biliyor musun Pola bunun yüzünden öldü’ diyor. ‘Biliyorum’ diyorum. ‘babam da öyle…’. Sonra mezarlık görevlisinin eşi Yeter geliyor. Babamın vefatının ardından o kadar sık gitmiştim ki ziyarete, Yeter ile neredeyse sıkı dost olmuştuk. “Çok kirlendi, bir güzel Cif’leyeyim” diyor. Anlaşılan Yeter’e bahşiş verme zamanı geçmişti. Vicdan azabı duymaktan hiç hoşlanmam. Zamanın çarkına fazlaca kapılmışım. Genelde cenaze töreni sonrası, görevimi yapmış olmanın huzuruyla çıkarım mezarlıktan. Bu kez ihmalkarlığım bir ağırlık çökertti yüreğime.

 Sevgili Pola’nın mekanı cennet olsun.

***

Nişantaş’ım güzelleşiyor…

Nişantaş’ım farklı olacak…

Kaldırımlar genişliyor; etraf ağaçlandırılıyor; cafeler canlanıyor.

Bunların hepsi  gerçek, hepsi bir emek.

Ama;

Bir görüntü var ki, her nedense çare bulunamıyor. Sokakta, ‘Abla bana bir yemek alsana’ diyen kafile halinde çocuklar belli saatlerde ortaya çıkıyor. İçim burkuluyor. Çocuk ve yemek. Çantanı açsan bir türlü, açmasan başka türlü. Düşünüyorum da, Sokak Çocukları Derneği’ ‘Güzel Nişantaş’ımla ortak bir proje/ çözüm üretemez mi?