Enerji nakil hatları ve Türkiye’nin konumu

Denis OJALVO Köşe Yazısı
14 Temmuz 2010 Çarşamba

29 Haziran günü TPQ (Turkish Policy Quarterly) tarafından düzenlenen enerji nakil hatları ve Türkiye’nin konumunun irdelendiği toplantıya katıldım. Chatham House kuralları gereği neyin söylendiği değil de kimin söylediği konusunda kısıtlamalar söz konusu olduğu için sizinle paylaşacağım izlenimlerimi borçlu olduğum katılımcıları zikredemeyeceğim.

Bununla beraber, TPQ’nun 2 Temmuz 2010 tarihli basın bülteninden bir alıntı yapayım da toplantıda kimlerin hazır bulunduğunu birinci elden öğrenmiş olun: “Turkish Policy Quarterly (TPQ), aralarında Jamestown Foundation kıdemli araştırmacısı Vladimir Socor ve Dünya Enerji Konseyi Türk Milli Komitesi Yönetim Kurulu Üyesi Necdet Pamir’in de bulunduğu, Hurriyet Daily News Yazı İşleri Yönetmeni Barçın Yinanç’ın modere ettiği yuvarlak masa toplantısında, otuzun üzerinde ismi Türkiye’nin enerji politikalarının sürdürülebilirliğini tartışmak üzere İstanbul Elite World Hotel’de bir araya getirdi.”

Frenklerin tabiriyle ‘yokluğuyla göze batan’ kişi ise katılımını son dakikada iptal eden ve yerine devleti temsilen hiçbir bürokratı yollamayan TBMM Dışişleri Komisyonu Başkanı AKP Milletvekili Murat Mercan’dı.

Her biri konusunda uzman olan konuşmacılar, katılımcılara ufuk genişletici ilginç bilgiler ve istatistikler sundular.

Türkiye’nin, ilgili her tarafça bilinen hedefi, bir enerji dağıtım merkezi (energy hub) olarak vazgeçilmez bir konum kazanmak. Toplantıda bu hedefin ne derece gerçekçi olduğu masaya yatırıldı.

Toplantıdan birinci izlenimim, zaten bilinen bir şey olan, siyasetin ekonomiden ne kadar etkilendiği hususunun teyidi oldu.

İkinci önemli izlenimim, siyasi ve özellikle ideolojik konuların ekonomiyi ne kadar etkileme gücü olduğunu, ideolojik saplantıların devletlere tuhaf şeyler yaptırabildiğini müşahede etmem oldu.

Üçüncü izlenimim ülkelerin tavır belirleme mekanizmalarına ilişkin: Burada, ‘İşbirliğine yatkın’ - ‘Çatışmacı’ tipolojisi söz konusu. Örneğin, Rusya’nın bütün dış siyasetini aynı bir satranç oyunu gibi tanzim ettiği ve ‘Çatışmacı’ bir yaklaşıma sahip olduğu ifade edildi. Güçlüysen hepsini kazanırsın! Rusya gerektiğinde blöfünü çekiyor ve bazı süreçleri bu şekilde oyalayıp menfaatlerini maksimize ediyor.

TPQ bülteninden bir alıntı daha yapayım: “Rusya, enerji anlaşmalarında dürüst davranmıyor ve blöf yapıyor. Türkiye, tedbirli davranmazsa bu anlaşmalardan zarar görecektir ve hatta şu anda dahi görmektedir. Rusya blöf yapıyor çünkü vaat ettiği boru hattı projelerini dolduracak doğalgaz rezervine sahip değil; elindeki Soğuk Savaş dönemine ait petrol yatakları ise kurumak üzere. Ayrıca gaz anlaşmaları için sunulan boru hattı projeleri, örneğin South Stream, finansal olarak gerçekçi olmadığı gibi daha çok Nabucco projesine olan inancı azaltmak amacıyla öne sürülmüş bir proje.”  Katılımcılardan bir tanesi, diğer bir katılımcının başka bir toplantıdaki ifadelerini tekrar ederek “Rusya’nın Nabucco’yu  Rigoletto’ya çevirdiğini” söyledi. Doğrusu, oldukça çarpıcı bir tespit!

Dördüncü izlenimim Rusya’nın Türkiye’nin enerji tüketimi üzerindeki mutlak kontrolü (%65-70 mertebesinde) ve bunun Türkiye’ye stratejik açıdan Rusya’nın menfaatleriyle çelişen hiçbir tasarrufta bulunma şansı tanımaması keyfiyeti. Dahası, Gazprom’un Türkiye’deki gaz dağıtım şirketine ortak olması veya olacağı, nükleer enerji konusundaysa %100 bir bağımlılık yaratacak projenin gerçekleşme aşamasına gelmesi...

Siyasi nedenlerden düzgün çalışamayan Kerkük-Yumurtalık Petrol Hattı yüzünden Irak’ın Türkiye’ye, boru hattı kullanılamadığı için 1 milyar dolar borçlanmış olduğu hususu birçok katılımcı için yeni bir şeydi. Bu yüzden, Irak kaynaklı enerjinin ‘istikrar özürlü’ olması ciddi bir sorun. Keza, İran kaynaklı gaz havalar soğuyunca ancak İran’a yettiği için, kara kışta Türkiye’ye giden vanalar kapanıyor. Yani istikrarsız!

Türkiye’nin, özlemini çektiği bir ‘Energy Hub’ olmasının ancak Türkmen gazının ve Kazak petrolünün Azerbaycan üzerinden gelmesi halinde mümkün olacağının altı özenle çizildi. Rusya’nın kendi önceliği ise bu kaynakların sadece kendi üzerinden Avrupa pazarlarına gönderilmesine odaklı. Rusya hali hazırda elindeki imkânları Baltık üzerinden Avrupa’ya ulaştırmaya hasrediyor. Kurulmasından söz edilen ilave boru hatlarına pompalayacak ne gaz ne de petrol var. Bu arada Türkmenistan’ın yeni inşa edilen boru hattıyla 2012’de Çin’e 35 milyar metreküp gaz pompalayacağını, ayrıca İran üzerinden 18 milyar metreküp gaz daha ihraç edeceğini öğrendik.

Dünyada gaz arzı fazlası var. Türkiye “üşümemek” için Rusya’dan yıllık 55 milyar metreküp alım taahhüt etti ama sadece 33 milyarını kullanıyor ve alamadığı gaz için de ceza ödüyor! (Alıp satma anlaşması yok) Yeni yapılacak anlaşmalarda alıp satabilme konusunu halletmeyi düşünüyor. Dünyadaki gaz arzı fazlasının ABD’nin yeni teknoloji kullanarak petrol emmiş kum tabakalarından (Shale) gaz üretmeye başlaması yüzünden epey problemli olacağı ifade edildi.

Yukarıdaki konular Türkiye’nin dış siyaseti açısından ne ifade ediyor?

1. Türkiye bir enerji dağıtım merkezi olmak istiyorsa Azerbaycan ile iyi geçinmesi lazım.

2. Bu amaçla, Türkmenistan’dan, Hazar Denizi tabanından geçerek Azerbaycan’a ulaşacak enerji boru hatlarının inşa edilmesinde sorun çıkarabilecek İran ve Rusya ile de iyi geçinmesi lazım.

3. ABD-Azeri ilişkileri, Ermenistan’ın Azerbaycan ile olan sorunları yüzünden gergin durumda. Buna rağmen ABD, Afganistan’a Azerbaycan üzerinden yardım gönderebiliyor.

 4. ABD ve Türkiye’nin Ermenistan işgali altındaki Karabağ sorununa ilişkin farklı yaklaşımları var.

5. ABD, iç siyaseti, yani Ermeni lobisinin baskısı yüzünden ‘Soykırım’ konusunun gündemden kalkabilmesi için Türkiye’den işbirliği yapmasını ve Ermenistan’la ilişkilerini düzeltmesini istiyor.

6. Türkiye, ABD’nin istediği bu siyaseti ancak iki ay uygulayabildi. Sonra, birinci maddede zikredilen koşul yüzünden Azerbaycan’dan yana çark etmek zorunda kaldı.

7. Azerbaycan, Türkiye’nin Ermenistan’a ilişkin ‘oynak’ tutumlarından rahatsız ve Türkiye ile bir güven kaybı yaşadı.

8. Toplantıda söz konusu edilmemekle beraber, İsrail-Azerbaycan ilişkilerinin 1990’lardaki Türkiye-İsrail ilişkilerini andırdığını ve İsrail’in Ermeni-Azeri ihtilafı konusunda Azeri tezlerini %100 desteklemekte olduğunun altını çizmekte fayda var.

Özetle, Türkiye’nin, bekası için, ‘güney’inden çok ‘doğu’suyla ilgilenmesi gerekiyor.