Sen Türk müsün, yoksa Yahudi mi?

Eddi ANTER Köşe Yazısı
9 Haziran 2010 Çarşamba

Olaylar sıcağı sıcağına yaşanırken ateşe körükle gidilmez der büyüklerimiz... Bekle ve bak ne olacak. Bir bildikleri vardır elbet. Geçen hafta pazartesi sabahı yaşanan olayla ilgili olarak ilk tepkim korkmak oldu. Neden, niye ve niçinini bulmam tam bir günümü aldı.

Hayat ne kadar da enteresan. Aynı olayı izleyen yüzlerce, binlerce, hatta milyonlarca kişi, aile, gurup, parti ve milletler farklı şekilde bakabiliyor. Bu olay da diğer cereyan eden tüm olaylar gibi bize kendi içimizi yansıtıyor. İçinde korku olanı korkutuyor, içinde savaşanı savaştırıyor, içinde huzur olanı barışçıl çözüm üretmeye zorluyor, haksızlığa uğramış kişileri de hak aramaya itiyor... Kimisi de duyarsız kalıyor çünkü kendisini olayın dışında tutuyor. Ya hafızasında bu tip bir olayla ilgili örneği yok veya tanık olmadığından taraf da olmak zorunda hissetmiyor kendini.

Hepimizin aynı şeye bakıp onu farklı görmesi kendi iç dünyamızdan kaynaklanıyor. Bu yüzden hepimiz hayatı değişik bir şekilde yaşıyoruz. Her birimizin seyrettiği film değişik çünkü hepimiz farklı birer yönetmeniz.

Tüm çocukluğum ve de gençliğim “sen Türk müsün yoksa Yahudi mi” sorusuna cevap aramakla geçti. Bugün cevabım belli fakat karşımdakileri inandırmam zor. İnanmak istemediklerinden olmalı.

Geçtiğimiz aylarda bir anket düzenlenmiş ve katılımcılara basit bir soru yöneltilmişti. “Yahudi bir komşunuz olmasını ister miydiniz?”  %42’lik bir kesim “Hayır” diye yanıt verirken yaşadığımız toplumun %90’ına yakın bir kısmı ne bir Yahudi görmüş ne de tanımıştır diye cevaplamıştı.

13 Mayıs 2010 tarihinde Resmi Gazete’de azınlıkların Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olduğu vurgulandı.  Peki, 48 senedir ben kimdim, neydim ki? İşin ilginç yanı dünyanın her yerinde Türk olarak bilinip yaşamış olmama rağmen kendi topraklarımda sadece ‘Yahudi’ olarak görülmüşüm.

Kaçımız İsrailli bir Yahudi tanımıştır? Kaçımız Filistinli bir Arapla aynı sofrada oturmuştur acaba? Kaçımız eline silah almıştır? Kaç tanemiz savaşa gitmiştir? Kimler birisini bir amaç, hedef, politik ideoloji uğruna öldürmek zorunda kalmıştır? Bilmiyorum. Bilmek de istemiyorum. Bugün gördüğüm kin, kızgınlık, intikam, korku ve nefretin çok bulaşıcı olduğudur. Yazık ki sevgi, güven, huzur, uyum, birlik, hoşgörü, inanç ve paylaşım kelimeleri sözlükteki yerlerinden öteye gidemiyorlar. Olumsuz düşüncenin gücü kuvvetlendikçe onunla beraber yaşamakta zorlaşıyor.

Savaşın olmadığı yerde barış da olmaz. Yeterince savaşmadık mı acaba? Bu dünya alanının hepimizi barındıracak kadar büyük olduğunu anlamak için daha ne kadar savaşacağız, kaç kişi daha bu uğurda can verecek? Bu evrende var olan tüm temel ihtiyaçların herkese yeteceğini idrak etmek için daha ne kadar hırs ve kıskançlığın olması gerekiyor? Barışmak zamanı gelmedi mi artık?

Komiktir nedense, dünyanın her yerinde barışın olabileceğine inanmak zor gelir de savaş olmasına akıl yatkındır. Düşünce sistemimizi değiştirmezsek nasıl daha iyi, güzel bir dünyayı yeni nesillere bırakabiliriz ki?

Yaşam çok basittir o yüzden ciddiye almalıyız ancak kurallar vardır onlara uymalıyız. Kendinden ve yaptıklarından sorumlu olursan dışarıda sorumlu aramazsın. Yarın yoktur o yüzden planlı yaşamalıyız bu hayatı...

Hayatın gayesi kazanmak değildir çünkü biri kazanınca bir diğeri kaybedecek demektir. Maksat oyunu kurallarına göre oynamak. Atmak, tutmak, vurmak, kırmak, öldürmekle hak aramak yerine etrafımdan sadece olumlu, barışçıl fikir veya çözüm üretebilen kişilerin yorumlarını okumaya karar verdim.

Dünyada barış istiyorsak herkes elele verip bunu nasıl yapabiliriz diye düşünüp fikir üretmeliyiz. Belki günün birinde biri çıkar da hepsini bir araya koyar ve hepimizin huzur ve barış içinde yaşayabileceği bir düzen yaratır.

Hepimizin aynı Allah’ın çocuklarıyız. Aldığımız terbiye, gördüğümüz kültür, edindiğimiz fikirler farklı olabilir ancak hepimiz insansız. Kendimizi karşımızdaki kişinin yerine koyup ‘Ben’ için ne diliyorsak aynısını bugün herkes için temenni etmeliyiz. Sağduyu, hoşgörüye sığınıp birlikte daha mutlu daha güzel bir yarınlarda nasıl yaşayabiliriz onu arayıp bulmalıyız. Hepimiz birbirimizden sorumluyuz. Bu dünya hepimizin, yeter ki paylaşmayı bilelim... Zamanı da şimdi çünkü bugün, yarın olduğunda dün olacak...