65. yılında Holokost

Holokost’un reddi ya da banalleştirilmesi esas itibarı ile yeni bir olgu değil. Hatta denilebilir ki Almanların, müttefik ordularının ilerlemesi karşısında toplama kamplarını boşaltmaları, krematoryumları imha etmeleri, sergiledikleri vahşetin izlerini silmeleri ile başlar, soykırımı inkâr etme konusu…

Marsel RUSSO Köşe Yazısı
3 Şubat 2010 Çarşamba

27 Ocak 1945… Sovyet ordularının en büyük Nazi ölüm kampı olan Auschwitz – Birkenau’nun kapılarındaki sürgüyü açtıkları ve içeride kalmış çaresizlerin serbest kaldığı, büyük insanlık suçunun kırıntılarının gün yüzüne çıktığı tarih.

Birleşmiş Milletler Genel Kurulu 1 Kasım 2005’te aldığı bir kararla, işte bu tarihi Holokost Kurbanlarını Uluslararası Anma Günü olarak kabul etmiş. Kararın altına aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 191 ülke imza atmış… Bu muhtemelen, örgütün kuruluşundan bu yana Yahudiler ve /veya İsrail lehine alınan en geniş kapsamlı karar olma niteliğinde.

Karar, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesine atıfta bulunarak, birçok başka etnik azınlık yanında Yahudi halkının üçte birinin öldürülmesi ile sonuçlanan bu insanlık trajedisinin, nefretin, ön yargının ve ırkçılığın arz ettiği yıkıcı tehlikeleri önlemede önemli bir mesaj taşıdığını ifade ediyor ve üye ülkelere, konuyu eğitim programlarına koymalarını öneriyor. Nitekim özellikle batı ülkeleri Holokost’u ve etkilerini konu alan bazı çalışmaları başlatmış durumda. Zaman zaman bu konuda belli bir direnişle karşılanılsa da, bu ülkelerde Yahudi Soykırımı’nın genel anlamda ifade ettikleri kamuoyunda, yazılı ve görsel basında tartışılıyor…

Ancak devletler topluluğu bir yandan Holokost kurbanlarına sahip çıkar, onların kişiliğinde ırkçılığa, nefrete, bağnazlığa karşı bir duruş sergilerken, öte yanda, sınırlarımızdan çok da uzak olmayan bir yerde, Holokost’u sığlaştırmaya, sıradanlaştırmaya çalışan birileri var…

Holokost’un reddi ya da banalleştirilmesi esas itibarı ile yeni bir olgu değil. Hatta denilebilir ki Almanların, müttefik ordularının ilerlemesi karşısında toplama kamplarını boşaltmaları, krematoryumları imha etmeleri, sergiledikleri vahşetin izlerini silmeleri ile başlar, soykırımı inkâr etme konusu… Bazı tarihçilerin yayınladıkları makaleler ve kitaplarla devam eder… Şimdilerde ise, kararlı bir şekilde Tahran destekli siyasi bir kampanya haline gelmiş noktada.

Türkiye’de ise konu yalnız birkaç kapalı kapı ardında, bazı entelektüeller arasında tartışılıyor, ya da tartışılır gibi yapılıyor. Ülkemiz büyük savaşa girmediğinden olsa gerek, dünyanın bu karanlık dönemi, hiçbir şekilde irdelenmiyor, bilinmiyor… Ondan öte, Yahudi Soykırımı ve Nazi ideolojisinin Avrupa Yahudiliğine reva gördükleri, ülkemizde de giderek sıradanlaştırılıyor, gündelik polemiklere malzeme ediliyor, ne yazık ki! Kökleri ırkçı hiçbir temele dayanmayan Filistin – İsrail çekişmesi ile ilişkilendirilebiliyor. Hatta orada burada, yazılı basının satır aralarında, Hitler’in işini yarım bıraktığı bile ifade edilebiliyor, şaka ile karışık…

“Holokost gibi tarihsel olayları inkâr etmek kabul edilebilir değildir. Herhangi bir devleti veya halkı yok etmek de, aynı şekilde kabul edilmemesi gereken bir konudur. Bu temel prensibin, uluslararası toplumun tamamı tarafından hem sözde hem de davranışta saygı görmesini bekliyorum…”

Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Ban Ki-moon’un 14 Aralık 2006’da bu göreve seçilmesi sonrasında düzenlediği bir basın toplantısında, İran’ın İsrail ile ilgili görüşü ve Holokost’un reddi konusunda kendisine yöneltilen bir soruya verdiği bu cevap, aslında üzerinde durup düşünülmesi, dünyada gelişen olaylar çerçevesinde irdelenmesi gereken elemanlar taşıyor.

Holokost’un toplumumuzdaki algısı da çok kuvvetli değil. 65 – 70 yıl öncesinin tarifi mümkün olmayan bu dönemini, iç kapatan, kasvet yaratan bir konu başlığı olarak görme gibi bir eğilim söz konusu. Oysa Yahudi halkının tarihinde bu denli yıkıcı etkisi olan bu konuya – en hafif anlamı ile – ilgisiz kalmak gibi bir lüksümüz olmamalı.

Bizler bu aşamada sıkı durmak zorundayız. Holokost’u modası geçmiş bir tragedya şeklinde algılamamalı, onu öğrenmeli ve öğretmeliyiz… Bunu tüm insanlık için, benzer olayların bir daha asla yaşanmaması adına yapmalıyız.  Ancak o zaman Nazi çizmeleri altında yitip giden milyonların anısına sahip çıkmış olacağız.