Sessizce ölüme gidenleri hatırlamak için

Ester YANNİER Köşe Yazısı
6 Ocak 2010 Çarşamba

2005 yılında (March Of The Living)Yaşam Yürüyüşü’ne katılmak üzere Polonya’ya gitmiştim. O seyahate kadar Holokost hakkında okuduğum hiçbir kitap, dinlediğim hiçbir konuşma, izlediğim hiçbir belgesel veya film doğal olarak gördüklerim kadar beni etkilememişti.  Döndükten sonra başka bir sorumluluk daha edindiğime inandım; gördüklerimi, insanlara aktarmalıydım. Oralarda bir yerlerde, çok da uzak olmayan bir tarihte, bir insanlık dramı yaşamıştı. Üstelik tanıkları hala hayattaydı. Seyahatimiz boyunca bizlere eşlik eden Holokost kurtulanı Magda Ungar’ın anlattıkları hala kulaklarımda “Yaşadıklarımı anlatırken ağlamamalıyım!”. O yaşlı kadın, gezi süresince hepimizden daha dinç, daha dayanıklıydı. Onu ayakta tutan, yaşadıklarını daha çok insanla paylaşma isteğiydi. Onunla beraber olmak, anlatısını dinlemek bizlere de bir görev yükledi… Unutma, Unutturma…

Bir kitaptan alıntı: “ (…) Akşam üzeri, büyük bir yük treni istasyona girdi ve kapıları ardına kadar açıldı. Ukraynalı askerler sağı solu kırbaçlıyordu ve korkunç bir karmaşa vardı. Kadın bizi neyin beklediğini biliyor olmalıydı ki çocuğa kaçması için ısrar etti. Ona merdivenlerin altında bir geçit gösterdiyse de çocuk bacaklarına sarılıp “ istemiyorum” diye yalvardı. Onu sürüklemeye çalıştığındaysa, korkuyorum” diye fısıldadı.

“Korkmamalısın”, dedi kadın sesini yükselterek. “ Korkuyorum” diye yeniledi çocuk, kadından sözlerine kalbini açmasını ister gibiydi. “ Ama korkmamalısın” dedi kadın yeniden sert bir ses tonuyla.

Sesinin tonunu duyunca çocuğun bedeni sanki küçüldü. “  “(…) Henüz belleğimdeki bu derin yara izlerini dillendirecek kelimeleri bulabilmiş değilim. Yıllar boyunca çok kez geriye dönüp toplama kampında üzerinde uyuduğumuz döşeme tahtalarına dokunmayı, orada dağıtılan sulandırılmış çorbayı tatmayı denedim…”

Aharon Appelfeld/ Zor Bir Hayatın Hikâyesi; 2. Dünya Savaşı’nın güvenli ve sevecen aile ortamından beklenmedik bir biçimde ayırıp gettolara, toplama kamplarına, yalnızlığa ve başıboşluğa sürüklediği bir çocuğun, Aharon Appelfeld’in kendisine düşman bu dünyada yolunu bulma mücadelesi.

Başka bir kitaptan alıntı: “(…) Ne kadar zamandır buradaydılar? Kız bunu hatırlamıyordu. Uyuşmuş, hissizleşmiş gibiydi. Geceler gündüzlere karışmıştı.  Hastalanmıştı, safra çıkarıyordu, acılar içinde inliyordu. Babasının elini üzerinde hissetti, onu teselli ediyordu. Aklındaki tek şey ise erkek kardeşiydi. Onu düşünmekten kendini alamıyordu. Cebinden anahtarı çıkarıp onun kırmızı yanaklarını, bukleli saçlarını öpüyormuş gibi hararetle öptü.

Bir kaç gün içinde birileri ölmüştü.  Kız da hepsini görmüştü boğucu ve pis kokan sıcakta deliye dönen ve dayak yiyip sedyelere bağlanan kadınları ve adamları görmüştü.  Kalp krizleri, intiharlar ve yüksek ateşli hastalıklar görmüştü. Cesetlerin dışarıya taşınışını seyretmişti.  Daha önce böyle bir vahşet görmemişti.  Annesi uysal bir hayvana dönüşmüştü. Çok az konuşuyordu. Sessizce ağlıyor. Dua ediyordu.”

Tatiana de Rosnay/ Sarah’ın Anahtarı;  “16-17 Temmuz 1942 Paris ve banliyölerdeki 13.152 Yahudi tutuklanıp Auschwitz’e ölüme gönderildi.  Vélodrome D’Hiver’in bir zamanlar bulunduğu bu noktada Nazi işgal kuvvetlerinin talimatlarıyla Vichy polisinin gözetiminde 1.129 erkek, 2.916 kadın ve 4.115 çocuk gayriinsanî şartlarda nakledildiler.  Tanrı onları kurtarmaya çalışanları, korusun. “ Paris’teki Vel d’Hiv Anıtı’ndan

 

HOLOKOST’TA 1, 5 MİLYONU ÇOCUK OLMAK ÜZERE 6 MİLYON İNSANIN SADECE YAHUDİ OLDUKLARI İÇİN YAŞAM HAKLARI ELLERİNDEN ALINDI.

Bu yıl March Of The Living

11 – 16 Nisan arası gerçekleşecek…

Kayıtlar başladı.