Paradigma kayması...

Denis OJALVO Köşe Yazısı
28 Nisan 2010 Çarşamba

Uluslararası alanda Türkiye’yi gözlemleyen uzmanlar bir eksen kaymasından bahisle Türkiye’nin artık Batı dünyasıyla olan bağlarını çözdüğünden ve İslam dünyasına yelken açtığından dem vuruyorlar. Olabilir.

Ancak, Batı tüketim toplumları için üretim yapan Türkiye’nin aynı mamulleri arada bir Batı ülkesi olmaksızın doğrudan Ortadoğu’ya pazarlamasından daha doğal bir şey olamazdı.

Keza, Ortadoğu ülkelerinin birkimlerini, bir sanayi ve turizm ülkesine dönüşmüş olan Türkiye’de değerlendirmeleri de işin doğasının icabı...

Türkiye ekonomik evrimini hızlandırırken, Batı ekseninin etrafında dönmektense kendi eksenini yaratma yoluna girmiş görünüyor. Türkiye kendi bölgesinde “oyun kurucu” olmak istiyor.

Bütün bunlar sevinilecek olgular.

Endişe yaratan husus ise bu sevinilecek gelişmelerin beraberlerinde farklı söylemler, olaylara farklı bakış ve değerlendirme kıstasları getirmekte olduğu tespitleri.

Basından ve görsel medyadan yansıdığı kadarıyla uluslararası siyasi gelişmelerin nabzını tutan yorumcular Türkiye’nin bölgesel etki kurma yolunda İsrail ile bir tartışma mecrasına girdiği ve çeşitli uluslararası konularda bu ülkeyle farklı çıkarlara sahip olduğu konusunda fikir yürütüyorlar. Durum, Soğuk Savaş yıllarında Arnavutluk’un Rusya ile Çin arasındaki rekabetin bir platformu haline gelmesini andırıyor. Diğer bir deyişle, Türkiye – ABD ilişkilerindeki denge ve menfaat değişiklikleri Türkiye’nin İsrail ile olan ilişkilerinin ekranında dünyaya yansıyor.

İsrail’e kapalı olan Ortadoğu pazarında, bu ülkenin Türkiye ile rekabete girmesi söz konusu olmamasına rağmen, AKP yönetimindeki Türkiye’nin İsrail ile köprüleri atmak için fırsat kolladığı hatta bu fırsatları yaratmak için özel bir gayret sarfettiği izlenimi var.

Anlaşılan o ki, Türkiye, ABD ile olan ilişkilerini yeniden tanımlarken, bu ülke ile olan ilişkilerinin bir türevi olarak gördüğü İsrail ile olan ilişkilerinin mahiyetini de değiştirmek amacında.

İsrail-Filistin anlaşmazlığı, hükümetin, bu siyasetini uygulamaya koyması için fırsatlar sunuyor. Ancak, hükümetlerin ömürlerinin sınırlı olduğu cihetiyle gelişmelerin doğal akışlarına bırakılması bir zaman kaybı olarak düşünüldüğünden, uluslararası platformlar yeni siyasetlerin uygulamaya konabilmesi için söz konusu ilişkilerin istenilen kıvama getirilmesinde kullanılıyor. Davos’ta gerilen ilişkilere yere indirici darbeyi vurmak için kullanılması düşünülen vasat bu kez yüzer bir platform: Gazze 1 gemisi!

Türkiye Cumhuriyeti’nin dış siyasetini Filistin eğlimli bir sivil toplum kuruluşunun tayin edebileceğini düşünmek abesle iştigal olmakla beraber, “Rotamız Filistin, Yükümüz Özgürlük” sloganıyla içinde TBMM’den milletvekilleriyle yola çıkarılması tasarlanan ve Gazze Limanı önündeki İsrail ablukasını delmeyi amaçlayan bu geminin eyleminden TC hükümetinin haberi olmaması sanırım mümkün değil.

Bu tasarruf, İsrail’in, KKTC kontrolü altında olup Rum ahalinin de bulunduğu Dipkarpaz’a Rumlarla dayanışmak için gemi kaldırmaya teşebbüs etmesi kadar tehlikeli bir eylem.

Amaçlanan şeyin, Gazze 1 gemisinden naklen yayınla Türkiye – İsrail ilişkilerinin düzeyinin düşürülmesine zemin hazırlamak olduğu anlaşılıyor.

Pekiyi neden? Ortadoğu ile olan ilişkilerini pekiştirmek için Türkiye’nin İsrail ile illa bozuşması mı gerekiyor?

Bu durumda akla gelen şey, Türkiye’nin sadece eksen değiştirmekle kalmayıp yeni bir dünya görüşünü benimsemekte olduğu ve etrafında olan bitene farklı gözlükle bakıp bunları yeni kıstaslarla yorumlamaya başladığıdır. Bu çerçevede, yeni siyasetin uygulanabilmesi için Türkiye’deki kurumların değişmesi ve yeni amaçlara hizmet edebilecek şekilde yapılandırılması gerekiyordu. Nitekim Türkiye’de yaşanmakta olan çalkantılar, değişmekte olan kurumların doğum sancılarının bir yansıması. 

Türkiye’deki Yahudi toplumunun, Türkiye siyaset hayatındaki değişimlerle birlikte, Türk – Amerikan ve Türk – İsrail ilişkilerindeki değişimi ve bu değişimin sebebiyet vermesi mukadder olan sosyal baskıları nasıl göğüsleyebileceği bir endişe konusudur.