Münih bir iki

Tilda LEVİ Köşe Yazısı
21 Nisan 2010 Çarşamba

İzlanda’da bir sürü sessiz harften oluşan Eyjafjallajökull volkanının patlaması üzerine oluşan kül bulutu Avrupa’yı felç etti. Olaydan, 2. Dünya Savaşı’ndan bu yana meydana gelen en büyük hava terörü olarak söz ediliyor.

Bir kez daha anlaşılıyor ki, insanoğlu doğanın gücüne karşı çıkamıyor. Gene de Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde mahsur kalan vatandaşlarımız Türkiye’ye geri dönmenin çeşitli yollarını arıyorlar. ‘March of the Living’ gezisine giden muhabirimiz Aylin Yengin, UÖML’den bir grup öğrenciyle Polonya’da, tiyatro eleştirmenimiz Robert Schild Viyana’da, kardeşim İngiltere’de, bir başka arkadaşım Hollanda’da mahsur kaldı. Bunlar yakın çevremde sayabildiğim bir kaç örnek. Tabii ki, hiç de hoş bir durum değil. Hele başka bir ülkeden transit geçiş yapmak istiyorsanız ve de vizeniz yoksa… Konsolosluklar kendi vatandaşlarına çözüm üretip, diğerleriyle ilgilenmiyorlar bile!

***

Bir zamanlar tren veya otobüsle Avrupa’ya seyahat edilirdi. ‘15 günde 13 şehir’gibi sloganları vardı. Dönüşte ise uçaklardaki gibi kilo sınırlaması olmadığı için lüzumlu lüzumsuz bir sürü alışveriş yapılırdı. Hatıra eşyalarının yanı sıra kristal küllükler, kristal bardaklar dönemin en moda olanları arasındaydı. Böylesi bir seyahati hiç yapmadım. Ama kim derdi ki, günümüz koşullarıyla otobüslerle trenler tekrar altın çağını yaşayacak?

Uçak seferlerinin iptaliyle ilave seferli otobüsler ve ilave vagonlu trenler yola çıkmaya başladı. Biletler karaborsadaymış. Taksiler bile fahiş fiyatlara Avrupa içi müşteri almaya başlamışlar. Örneğin Kopenhag-İstanbul taksi ücreti 15000 TL imiş.

Yazılanlara göre, 11 Eylül bile havayollarını bu kadar vurmadı. Küllerin havayolu şirketlerine maliyeti günde 200 milyon doları aşmış.

Velhasıl mahsur kalanlar çaresizlik içinde çare üretmeye çalışıyorlar. Söylemesi kolay ama bazen de sabırla beklemekten başka çare yok. Dilerim herkes bir an önce evine işine kavuşur.

***

Geçtiğimiz hafta Golden Age’in geleneksel dayanışma gününe katıldım. Başlangıcından beri bu kurumun her etkinliğine katılmaya özen gösterdim. Neydi beni onlara yakın hissetmeme iten? Öncelikle  amaçları tabii.  65 yaş üstü insanları ev ortamından çıkartıp dış dünyaya taşımak; monotonluktan sıyırıp gezilere, tiyatrolara ve çeşitli etkinliklere katılmalarını sağlamak büyük bir ‘zahut’ (sevap) olmaktan öte yürek isteyen bir çalışmadır. Söylemeye gerek yok, bu süre içinde de yüzünüz hep gülecek… Daha önceleri yazdığım üzere ekipte en çok hoşuma giden, yetişkinlerin yanı sıra genç üyelerin de bulunması ve ikisinin arasındaki uyum. Bu vesile ile kurucu üyelerden Eti Telvi’yi bir kez daha anmak istiyorum. Yapılanları görseydi eminim çok gurur duyardı.

Dayanışma gününde konuk konuşmacı Psikolog  Miriam Ancel’di.  Bir saat süresince dinleyicilere interaktif bir ortam yaşatan Ancel’in konusu ‘teknolojinin getirdikleri ve götürdükleri’ idi. Nesiller arası iletişim için teknolojinin sınırlarını zorlamak gerektiğini vurgulayan konuşmacı, dinamik yaklaşımı ile örnekler sergiledi.