Gerçekleşmeyen bir düş…

Pesah Bayramı’na denk düşen günlerde İsrail’i ziyaret ettim. ‘Ajami’ filminin çekildiği sokaklarda gezindim. Yitzak Rabin Center’de geçirdiğim dört saate yakın süre benim için bu seyahatin en önemli kazanımlarından biri oldu

Yakup BAROKAS Köşe Yazısı
14 Nisan 2010 Çarşamba

Ajami’ filmini henüz görmedim, bu hafta İstanbul Film Festivali kapsamında görmeyi umuyorum. İsrail toplumu ile iç içe yaşayan Müslüman ve Hıristiyan Arapların yaşantısını belgesel bir hava içinde anlatıyormuş.

İsrail’de bulunduğum süre içinde filmin çekildiği sokaklarda gezindim, masa bulmak için sıra beklenen, sadece humus ve kebap satılan bir lokantada yemek yedim. Boyunlarındaki haçtan, sahiplerinin Hıristiyan olduklarını anladım; kâh Arapça, kâh İbranice konuşuyorlardı. Pek öyle bir kimlik bunalımı yaşadıklarını da sanmıyorum, ne de olsa yüzyıllardır bu topraklardalar.

Eski Yafa sokaklarında gezindim; yanımdan geçen son model otomobil ve cipler oldukça dikkatimi çekti. Özellikle de gençlerin kullandığı ve kulakları sağır edercesine binaları bile titreten ‘full volume’ müzikleri ile… Hayret aynı prototip insanlara her yerde rastlanıyor, belki de Akdenizli olmanın bir özelliği bu…

Yafa, Tel-Aviv’in ‘Saint-Tropez’ i olmaya aday; kıyı şeridi düzenleniyor, eski binalar, malikâneler restore ediliyor, gidip görmeye değer. Bendeki izlenim İsrailli Arapların ikinci sınıf vatandaş olmayı bırakın belki bir bölümünün giderek zenginleştiği ve kentsoylulaştığı…

Tabi ki Kudüs’ü de ziyaret ettim; hem Pesah, hem Paskalya, mahşeri bir kalabalık. İlk kez böylesine tanık oldum, kente girmemiz iki, çıkmamız iki saatimizi aldı, Eski Kent’te yürümek ise ne mümkün. Tabii ki Ağlama Duvarı’nda tek bir dilekte bulundum; “Tanrım bölgeye barışı getir!..”

Tel-Aviv Üniversitesi yakınında açılan ‘Yitzhak Rabin Center’ mimari açıdan dikkat çekici bir yapı. Merkez kanımca modern müzeciliğin en başarılı örneği… Rabin’in çalışma odası ve birkaç objesi dışında otantik hiçbir şey yok, her şey dijital ortamda.

Amacım müzeyi anlatmak değil, gezip görülmesini öneririm; son yüzyılın tarihi Rabin’in yaşam öyküsü ile koşut gelişiyor. Gezilen ve her biri on yıllık bir zaman dilimini kapsayan bazı bölümlerde bu tarihi Rabin’in kendi görüntüsü ve özgün sesinden dinliyoruz.

Genelkurmay başkanlığı görevinde bulunduğu 1967 savaşı sonrasında Rabin dönemin başbakanı Levi Eşkol’e başvurur ve kendisini ABD’ye büyükelçi atamasını rica eder. Eşkol; “Senin gibi büyük bir kahraman zamanını kokteyllerde mi geçirecek?” diye şaşkınlıkla sorar ve Rabin’in ısrarcı olduğunu görünce de atamayı gerçekleştirir. Rabin; “bir ülkeyi içten değerlendirmekle, dışarıdan görmenin arasında büyük farklar olduğunu bu görevim sırasında anladım” der anılarında.

Rabin Merkezi’nin bir bölümünde Ürdün Kralı Hüseyin ile Rabin’in karşılıklı, samimi bir şekilde sigara içtikleri ünlü fotoğraf yer alıyor. Küçük bir ekranda Rabin o anıyı şöyle anlatır; “Beyaz Saray’daydık. Sigaranın sözünün bile geçmesinin yasak olduğu bir mekân. Sonra kral beni rezidansına davet etti ve ‘burası benim evim, birer sigara yakabiliriz artık’ dedi.

Birkaç savaş yaşamış Rabin, askeri üniforması altında barışın önemini anlamış bir komutan, siyasi yaşantısında da kişisel ilişkilerini hep sıcak tutabilen, düşmanında bile güven uyandıran bir liderdi.

Merkezde, 1991 Madrid Barış Konferansı’nın devasa görüntüsü daire şeklindeki mekânın duvarlarına yansırken, salonun ortasında da konferansa katılan her ülkenin bayrağının yanı sıra küçük bir ekranın da yer aldığı gerçek yuvarlak bir masa yer almakta.  Ziyaretçiler konferans masasına oturup istedikleri ülke delegesinin konuşmasını o delegenin dilinde ve görüntülü olarak izleyebilmekte ve o ortamın içinde bulundukları izlenimini edinmekteler. Eşimle torunum bu fırsatı kaçırmadılar tabi.

Madrid Konferansı’na ABD ve SSCB’nin yanı sıra İsrail, Suriye, Lübnan, Filistin ve Ürdün katılmıştı. Konferansa katılan ülke yetkilileri bu girişimin gelecekteki yol haritasını belirlemeye yardımcı olacağından umutlu görünüyorlardı. Kapanış konuşmaları bu kanıyı güçlendirmekteydi.

O dönemde oldukça şahin bir devlet adamı olan İsrail Başbakanı Yitzhak Şamir bile, 1 Kasım1991’de;“Arap önderlerini barış için uzattığımız bu yardım elini sıkmaya çağırıyorum” derken Filistin delegasyonu Başkanı Haydar Abd al-Shafi; “Orta Doğu’da barışın sağlanmasını amaçlayan tüm taraflara bize tanıdıkları bu olanak için teşekkürlerimi sunuyorum” sözleriyle memnuniyetini dile getiriyordu.

Dönemin ABD Dışişleri Bakanı James Baker uzun zamandır gerçekleştirmeye çalıştığı bir düşü, Ortadoğu ülkelerinin bir araya gelip sorunlarını tartışabilecekleri bir ortamı yaşama geçirmiş görünüyordu. Ne var ki, 1994’de gerçekleşen Ürdün-İsrail barışı dışında, aradan geçen yirmi yıla yakın sürede hiçbir ilerleme olmadığı gibi sorunların ve bölgenin daha da karmaşık bir görünüm kazandığına üzülerek tanık oluyoruz.

Yitzhak Rabin Center bir müze olmanın ötesinde bir barış anıtı. Bu değerli devlet adamı bir suikasta kurban gitmeseydi belki günümüzde farklı bir Ortadoğu gerçeği ile karşı karşıya olabilecektik. Bölge ülkelerinin, düşmanlıkları körükleyecek liderlere değil, Rabin’in barıştan yana görüşlerini yaşama geçirebilecek önderlere gereksinimi var…