In God We Trust

Metin BONFİL Köşe Yazısı
11 Kasım 2009 Çarşamba

Dikkatinizi çekmiştir; Amerikan Doları’nın üzerinde IN GOD WE TRUST (Tanrı’ya güveniriz) diye bir ibare bulunmakta…  Merak ettim;  Neden Anayasa’sının birinci maddesinde devletin herhangi bir dini veya dinsizliği benimsemesini yasaklayan bir ülkenin parasının üzerinde güvenilenin Tanrı olduğu yazılsın? Laikliği savunurken neden mesela Fransızlar gibi, “Liberté, Egalité, Fraternité” şeklinde bir slogan kullanmamışlar?  Tanrı kavramının devlet eli ile paranın üzerine oturtulmasından rahatsız olanlar birçok davalar açmışlarsa da, Amerikan mahkemeleri anayasalarının birinci maddesi ile çelişen bir durum görmemişler. 

Hikayenin ortaya çıkışı oldukça eski.  Doğrusu ben bu eklentinin, Amerikan Doları’nın altın ile olan bağının kopartılmasından sonra, doların rezerv para birimi olarak devam etmesini teminen ‘artık altına değil, Allah’a güveniyoruz’ mealinden bir önlem olduğunu düşünüyordum; değilmiş. 

19. yüzyılda Amerika’nın İç Savaş’ı devam ederken Hristiyanlar, Tanrı’nın himayesinde olmayan bir devletin güçlü olamayacağından hareketle Kongre’ye baskı yapmışlar ve 1864’te alınan bir kararla ilk olarak 2 cent metal para üzerinde ‘In God We Trust’ ifadesi yer almış. Kağıt paralarda yer alması ise 1957’de başlamış. O gündür bu gündür, Amerikan paralarının üzerindeki bu ibare yerini koruyor.

2008’deki finansal krizi geçirdikten sonra geriye dönüp artık Dolar’ı Allah’a mı havale etmeli, düşünme zamanı geldi gibi… 

Geçtiğimiz hafta, Hindistan Merkez Bankası IMF’ye dolar verip takriben 200 ton kadar altın satın aldı.  Uç uca koysanız, 10 TIR’lık bir konvoy eder.  Uluslararası rezerv büyüklükleri bakımından aslında devede kulak olan bu alış veriş, boyundan büyük bir etki yaptı: piyasalar kısa sürede büyük rezerv sahibi ülkelerin dolar yerine altını tercih etmelerinin artık kaçınılmaz olduğu beklentisi ile altına hücum ettiler.  Altının son bir aydaki değer artışı %10’u buldu. 

Bu bağlamda, Türkiye’nin komşuları ile TL cinsinden ticaret yapma anlaşmaları hatırı sayılır bir vizyon içermekte.  Tutarsa, dolara bir darbe de bizden gelecektir.  Düşünsenize, 60-70 milyar Doları bulacak olan enerji, mal ve hizmet ticaretinin dolar yerine TL ile gerçekleştiği takdirde, Merkez Bankası elinde daha az rezerv tutmak zorunda kalacaktır elbet.

Aslında bugünkü uluslararası finans düzeninin ortaya çıkmasından önce zaten en tepede altın oturuyordu.  Parasal varlıkların en geçerli akçesi olan altın, zenginliğin de ticaretin de temel ölçüsü olarak hizmet vermekte idi.

1929’daki Büyük Buhran’dan sonra, başta ABD olmak üzere gelişmiş ülkeler kendi para birimlerini devalue etmek sureti ile iç talebi azaltıp ihracatlarını arttırmaya çalışıyorlardı.  Bu da her yerde ciddi enflasyon yaratmakta idi.  Ardından gelen II. Dünya Savaşı ile ekonomileri  tarumar olan Ingiltere, Fransa ve Almanya’nın  üzerinde ciddi bir avantaj yakayan ABD, savaş sayesinde palazlandırdığı ekonomisinin gücüyle Amerikan Dolarının ‘rezerv para’ olarak kabul edilmesini sağladı. 

1944’te Rusya dahil 44 ülke birden ABD’nin New Hampshire eyaletinde şirin bir kasabanın adını alan Bretton Woods anlaşmasını hayata geçirdiler, IMF’nin kurulmasını sağladılar ve uluslararası para ve sermaye akımlarını düzenlemesi görevini IMF’ye verdiler. 

Bu anlaşmaya göre, 1 ons altın 22 Dolar (daha sonra 35 Dolar oldu) üzerinden sabitlendi ve tüm diğer ülkelerin para birimleri de sabit bir kur üzerinden dolara endekslenmiş oldu.   Tüm ülke paraları dolara, dolar da altına konvertibl yapıldı.  Artık devaluasyon yapmak isteyen, IMF’den izin alacaktı…  Ülkeler, rekabet edebilmek için devalüasyondan başka bir yol bulmalı idi.  Spekülasyon yapmak isteyen, karşısında IMF’nin kalesini ve sirkülasyondaki altınların %60’ına sahip olan ABD’nin altın stoklarını buluyordu. 

1940 ve 50’lerde ABD ekonomisinin (bugünkü Çin gibi) sürekli fazla veriyor olmasının karşısında Marshall Plan’ı ve Dünya Bankası devreye sokuldu.  Zamanla durum tersine döndü, Japonya ve Avrupa’nın palazlanması ve Vietnam savaşı ile, ABD ekonomisi açık vermeye başladı.  1970’lerde doların değerinin iyice güçsüzleştiği spekülasyonları tuttu ve nihayet 1971’de Başkan Nixon’un havlu atması ile Bretton Woods anlaşması lağvedildi.  1973’ten itibaren dünyada serbest kur rejimi yeniden hakim oldu.

 

 

Bu arada, ve tarihinin en büyük açıklarına rağmen ve halen, ABD uzun yıllar rezerv paraya hakim olmanın ekmeğini yedi.  Bir yanda bütün dünyanın dolara olan talebi sayesinde parasının değerini korudu ve çok ucuza borçlandı.  Diğer yanda, Çin ve petrol üreten ülkelerin tasarruflarını absorbe ederek iktisat tarihinin en büyük balonunu yarattı; kendi vatandaşlarına ürettikleri ve yarattıkları refahtan fazlasını sağladı.

Bugün gelinen noktada doların havası iyice kaçtı artık.  Yeni bir sistem arayışı içerisinde herkes.   Üzerinde ‘işimiz Allah’a kaldı’  yazan dolarları kimse tutmak istemiyor…

Yeni dönemde, dolar dışında uluslararası bir rezerv para biriminin oluşturulması, sürekli açık veren ülkeler ile sürekli fazla veren ülkelerin açık veya fazlalarının azaltılması, gelişmekte olan ülkelere akan cansuyunun arttırılması gibi öncelikler gündemde.   Bir yol bulunmazsa, yakında dolarların üstünde ‘IN GO[L]D WE TRUST yazılacak galiba…

Faydalı Linkler: 

www.brettonwoodsproject.org

www.eurodad.org

www.en.wikipedia.org/wiki/brettonwoods

www.pewforum.org